- 472 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BURSA'DA BASILAN MÜHÜR
Dünya nimetlerinden en az istifade eden kişiydin sen. Hakkındaki tanımlamam özetle bu. Dede ne demekti ve sen benim dedemdin, bunu 5 yaşımda öğrenmiş olmalıyım. Rahmete göç ettiğin haberini aldığımda 47 yaşımdaydım ve hayatının 42 yılına şahitim. Senin hakkındaki bu tanımlamayı 18’li yaşlarımda not etmiştim. Yaşayışında bu notu değiştirmeme neden olacak farklılıklar olabilirdi, dünya nimetlerinden yararlanmaya başlayabilirdin ve ben notumu değiştirebilirdim. Bu yüzden bazen yakından bazen uzaktan seni uzun yıllar boyunca izledim. Demek ki meleklerin yanı sıra bir de ben izliyormuşum seni. Bunu hiç fark etmiş miydin? Seni izlerken şahit olduklarım o notumu değiştirmediği gibi bazen daha kalın bir fontla notu yeniden yazmamı, bazen notun altını çizmemi, bazen notu renkli yazmamı, bazen de o notu iyice belirgin kılmak için çerçeve içine almamı sağladı.
Dedemin hayatında dikkatlerden kaçan belki kendisinin de bilmediği önemli bir hikaye var, yazının sonunda anlatacağım bu hikaye benim tanımıma basılan mühür oldu. Mührü basanın kim olduğunu anladığınızda onaylamak için hiç tereddünüz olmayacak.
Hayatını geçirdiğin ev, yediğin daha doğrusu elinin tersi ile itip yemediğin yiyecekler, eşyaların, kıyafetlerin senin hakkındaki tanımlamamı rahatlıkla ispat eder. Yemen için bir şey ikram ettiğimizde, isterse bir lokma ekmek olsun ikramımız, standart cümlen “Yeter yavrum yeter” olurdu. Bir gün Bursa’da bizim evimizde kahvaltı yapıyorduk. Ana yemek sucuklu yumurtaydı ve sofra savaş alanı gibiydi, herkes adeta sucuklu yumurtaya saldırıyordu. Senin bir kez bile el uzatmadığın babaannemin dikkatini çekmiş olacakki, “Bir kere de sen uzat elini” diye kızmıştı sana. Sen hiç istifini bozmadan sofranın altındaki ekmek kırıklarını ve tulum peynirini yemeye devam etmiştin. Böyle yaşadın 95 yıl ve yakın zaman önce, hazır olduğun, hiç korkmadığın, her gün adeta bugün ölür müyüm diye beklediğin kapıdan girip Sevdiğine kavuştun.
Tüm hayatını geçirdiğin, duvarları toprak tavanı ahşap olan evin; mahallede, ilçede, şehirde belki de tek değişmeyen, daha iyisini yapayım mücadelesine girişilmeyen yegane ev.
Cihanbeyli’yi gezseniz, tüm evleri görseniz sadece bir ev, sahibinin dünya ile ilgisi olmayan bir kişi olduğunu söyler. İşte dedemin evi o.
Senin artık o evde olmayışını Nurullah Genç’in,
Nâm yurdunda gölgeydin, merhamet burcunda dev
Sokak garip; münzevi bir rüyada şimdi ev
dizeleri ile buruk bir şekilde hatırlıyorum “Babalar güzeline mersiye” adlı şiiri her dinlediğimde.
Evinin senli zamanlarıyla ilgili iki şeyi sisler içindeki görüş alanı netsizliğinde olsa da hatırlıyorum. Tuz Gölünde aşçı olarak çalıştığın ve 50’li yaşlarda olduğun yıllarda ben 6 civarı bir yaştaydım. Her gün ikindi vakti gibi eve gelirdin. Bu vakit yaklaştığında bahçedeki tavuklar, horozlar, kediler ve biz çocuklar kapı önüne dizilip beklerdik seni. Bu hayvancağızların her gün aynı saatlerde seni beklemesinin nedeni, Tuz Gölünde yaptığın tuzsuz yemeklerden artanları getirip onlara yedirmendi. Peki çocuklar seni neden beklerdi? Bisküvinin ve gofretin (başka bir şey de yoktu zaten)
henüz ambalaj haline gelmediği, ev görünümündeki bakkallarda kutu içinde satıldığı, şimdilerde abur cubur olarak adlandırdığımız o ürünlere büyüklerin bile kolay ulaşamadığı her şeyiyle temiz ve güzel o (son) yıllarda her gün bize gofret getirmendi seni bekleme nedenimiz. En son 80’li yaşlarında iken cebinden eksik etmediğin şekerleri çocuklara ikram edişini görmüştüm dedeciğim.
İkinci olarak da evinin tavanındaki fareleri hatırlıyorum. Kaç tanelerse artık tavanda bir o yana bir bu yana koşan fareleri. O fare takımı, yer yatağında yatan küçük bir çocuğun gecenin bir yarısında uyanmasına ve dedesi aynı odada gece namazına duracağı ana kadar korkmasına neden oluyordu. Senin her gece sesli ve uzun sureler okuyarak sabaha kadar namaz kıldığını, sonra da sabah namazına camiye gittiğini öğrenmemi o farelere borçluyum.
Okumakta olduğunuz bu cümle olmasaydı bir cümle önce farelerden söz ederken bir cümle sonra teyipten bahsetmem çok tuhaf olacaktı.
Seni izleyen bir torunun olarak tek zevkinin sahip olduğun bir teyip ve ilahi kaseti olduğunu biliyorum. Teybine ilahi kasedini yerleştirirken yüzünde fark etmiştim, bizim televizyon izleme anlarında aldığımıza benzer dünyalık bir keyif alıyordun.
Cümleler arasında anlamlı geçişleri önemsemeyen bir anlatımla ilerlediğimin farkındayım. Bu yüzden dedemin bir rüyasından söz edebilirim şimdi. Dünya nimetlerinden en az istifade eden adamın yarım kalmış, rüya ile bitirilmiş bir istifade teşebbüsü.
Toprak evde oturuyordun ve nasıl olduysa şehir merkezinden bir ev almak için işlem başlatmıştın. Ödeme yönteminin bir bölümünde banka da vardı. Temiz yaşamın bankanın b’sinden bile uzak durmanı gerektiriyordu. Ödemenin yapılacağı günün gecesinde satın aldığın evin balkonunda bulmuştun kendini, hem de bir halı olarak. Rüyanda sen bir halıydın ve evin balkonundaydın dedeciğim. Bir el balkondan aşağı silkelemişti seni. Bu rüya, uyandığında hatanı anlamana ve evin ücretini ödemede bankayı eleyen bir yöntem seçmene neden olmuştu.
Mühür hikayesinden söz etmenin vakti geldi sanırım. Dedem Bursa’ya bizim yanımıza geldiği bir dönemde bu dünyaya ait olmadığını açık eden bir edayla Ulucami bahçesinde yürürken dedem bir adamın dikkatini ve adam da dedemin fotoğrafını çeker. Bir yarışmaya hazırlanan bu adam çektiği pozu fotoğrafa dönüştürmek için bir stüdyoya teslim eder. Bursa gibi büyük bir şehirde kaç tane fotoğraf stüdyosu vardır? Bu stüdyolardan birinin sahibinin dedemin hemşehrisi olma olasılığı kaçtır? Hemşehrisi olsa bile dedemi tanıma olasılığı kaçtır? Stüdyo sahibi pozu resim olarak basınca “Bu kişiyi tanıyorum, bu benim hemşehrim Hacı Mehmet Amca” der ve aynı resimden bir tane de babama ulaştırır. Sonra o resim yarışmada dereceye bile girer belki. Tüm bunlardan dedemin haberi oldu mu? Haberi olduysa bir şey anladı mı? Sanmıyorum. Gayretini böyle şeyleri anlamak için sarfetmeyeceğini biliyorum. Bu poz hikayesini duyduğum ilk anda onu izleme görevimin sona erdiğini anladım ve tek şey düşündüm:
“Kulum, senin şimdiye dek nasıl yaşadığını biliyorum. Yaşantını hiç değiştirmediğini de biliyorum ve artık yaşantına mühür basıyorum. Sen busun.” Nokta.
YORUMLAR
Toplumsal olarak bizleri hep çekirdek aile kavramıyla oyaladılar. Aile bütünlüğümüzü bozmaya çalıştılar. Şimdi anlıyoruz ki her evde bir çınar olması gerekiyormuş, Elinize sağlık.