SEVGİLİYE MEKTUPLAR (11. Mektup)
Sevgili Asenam,
Yüreğimin Tatlı sancısı,
Gönlümün Ecesi,
Ocağımızın Harlı Ateşi Bitanem,
Bugün Cuma. Günlerin en hayırlısı, bereketlisi. Haziran 19’u gösteriyor takvimler. Yaza adım atalı tam tamına on dokuz gün olmuş olmasına da; gerçek anlamı ile buralara yaz gelmemiş gibi. Hiddetli, asileşmiş rüzgâr, toprak anayı dövercesine şiddetli yağan yağmurlar, gün batımından sonra Sultan dağlarının zirvelerine sinmiş kar kalıntılarının getirdiği ayazlar üşütüyor akşamlarımı, gecelerimi. Belki inanasın gelmeyecek bana ama geceleri elektrikli sobamı açıyorum. Hep dersin ’’ kuzum üşütme kendini, hasta olursun. Geleceğimin ışığı, varlığınla hayata tutunanım beni üzme!’’ diye. Dediklerine elimden geldiğince harfiyen uymaya çalışıyorum. Sende ki o ana sıcaklığı beni senden vaz geçilemez yapıyor, biliyor musun? Bana olan sadakatin, samimiyetin, çıkar için değil, yürekten sevişin bazen kendi kendime soruyorum! ’’ Bu zaman da böyle sevgileri bulmak hayli yor. Ya masal kitaplarında, ya da tarihte kaldı!’’ Sen, en küçük rahatsızlığımda ben defalarca arar, günün her saatinde hastasına odaklanmış doktor gibi heybeler dolusu sorular sorarsın! Ihlamur çayını içtin mi? Çayına limon koydun mu? Sıkı giyiniyor musun?’’ Üzerime olan titizliğinin altında bazen eziliyorum. Bütün bunları hak ediyor muyum? Mahcup oluyorum aşırı ilgine karşı. Çok hassassın, üzerime titriyorsun!
Günün güzelliğine ilk adımı bahçeye çıkarak attım sabah. Biber fidanları vardı. Onları dikeyim dedim. Tabi ilk önce kedilerimi, köpeklerimi doyurdum. Kendimin kahvaltısını fidanları dilim sonrasına erteledim. Önce canlarım kahvaltılarını yapmaları gerekiyordu. Onların bana olan sevgileri her şeye değer. Yokluğunu onlarla paylaşıyorum ve paylaştıkça özlemini, dertlerimi büyük oranda unutup, teselli buluyorum. Tabi en çok teselli bulduğumda sana olan aşkımı dizelere şiir olarak döküşüm, fotoğraflarına bakarak gözlerinde kayboluşum, hikayelerime seninle olan anıları konu edişim... İyi ki varsın kız! İyi ki benimlesin!..
Şimdi evin çardağına oturdum; gökyüzüne, köyümün kırsalına bakıyorum çayımı yudumlayarak. O şiddetli yağmurların hafif serinliği kalsa da, güneşin içimi ısıtan güzelliği seni gözlerimin önüne getiriyor, düşlerinle ısınıyorum. Bahçemin her alanına sanki özenle dikmişim gibi gelinciklerin, papatyaların, mor açan .çiçeklerin, iki yıllık meyve ağaçlarımın, bahçe sınırındaki yıllanmış ihtiyar iğde ağaçlarının türüm türüm kokuları... Her ne kadar güzellik varsa, içime çeliyorum. Hepsinde seni yaşıyorum. Kuş cıvıltıları beni alıp götürüyor ta Tengri Dağlarına, Ötüken’e, Erciyes’e. Alabildiğine hayal gücümle dolaşıyorum seninle Turan illerini. Mogolistan’a uzanıyoruz el ele. Bilge Kağan, İlteriş Kağan, Tonyukuk atalarımızın bize miras bıraktığı Bengü kutsal taşlarımıza el sürüyor, öpüyoruz. Türk’ün Kâbesi bu kutsal destanımsı taşlar! Türk’e olan nasihatlarında titriyor içimiz. Bu günlerin kahpeliklerine bakıp, kaç bin yıl ötesine uzanarak bugünün biz Türklere yapılan puştlukları unutuyoruz seninle!.. Sonra, ela gözlerine yelken açıyorum uzaklara. Ceylan bakışlarında Palandöken dağarından savruluyorum ipeksi saçların gibi. Okyanuslar ötesine gidiyoruz. Kızılderili dedikleri soydaşlarımıza, Karaim, Hazar Türklerine konuk oluyoruz. Kımız içiyoruz Kırgız Türk yurdunda. Gök Oğuz Türkleri bize güceniyor! ’’Bizi de unutmayın!’’ diye haber salıyor İrina Vlag. Onları bekletir miyiz? Vakit kaybetmeden candan, damardan gardaşlarımız ortadoks Gök Oğuzların topraklarına adım atıyoruz! Ne karşılama yaptılar bize! Öyle mahcup olduk ki; başlarımız önde selam verdik Cumhurbaşlanları bayan İrina Vlah başkanımıza. Sen elindeki mavi ve siyah gül demetlerini sundun ona. Ben de; Türkiye Cumhuriyetimizin al bayrağını, Bozkurt yağlı boya tablosunu ve Ayasofya’mızıdan getirdiğimiz bir avuç toprak parçasını sundum. Üç kez öperek alnına koydu emanetlerimizi. Nasıl mutlu oldular nasıl? Bağrına bastılar bizi. İşte o an hatırladım; müslüman bildiklerimize gardaş diyerek mübarek, kutsal topraklarımızı ve onları kaç yüz yıl Allah rızasını kazanmak adına korumuş, kollamıştık. Gardaş bildiklerimize gönüllü hizmet etmiştik efendimizin hatırına. Sonra zayıf düşürdüklerinde devletimizi, Laurens gibi siyonist ajanların yanında yer alarak masum vatan evlatlarımızı diri diri yakmışlar, kahpe pusularda şehit etmişlerdi yüz binlerce atamızı.Yemen illinde dar bir geçit var, bilir misin? Cebel geçidi. İşte orada nice Mehmet’lerimizi şehit ettiler. Yemen en büyük Osmanlı Türk mezarlığı oldu. Abartmıyorum; bir milyon Türk’e mezar oldu o topraklar. Radyolarda her zaman dinlediğimiz, gözyaşlarımızın sel olduğu YEMEN TÜRKÜSÜ! Ahhh!.. O Türküde Türk’ün kanlı, bedbaht garip hayatı vardır. Nicelerine mezar oldu? Nice sevdalılar bekledi yavuklularını, eşlerini... Geriye dönmediler bir daha. İsimsiz mezarlarında bir fatiha beklerler bizlerden!..
’’“Havada bulut yok bu ne dumandır/Mehlede ölüm yok bu ne şivandır/Bu Yemen elleri ne de yamandır/Ano Yemen’dir gülü çemendir/Giden gelmiyor acep nedendir?”
Bu türküleri yaktı analarımız dönemeyenlerimize!.. Nice Türklülerimiz destanlaştı!.. Ne ocaklarımızı söndürdüler? Gerçi şimdi de öyle! Türk’ün öz yurdunda Türk’e soykırım uygulanıyor! Alevi Türkmen gardaşlarımız, Türk yürekler yok sayılır yurdumuzda! Bin yıllık bir inrikam peşinde kefereler. Bizler hâlâ uygudayız, uyanamadık. Din ile bizi vurdular, aldatıldık!
İşte bunlardır müslüman gardaş dediklerimiz! İnan; ben onların din gardaşı müslüman olduklarına inanmıyorum!.. Katıl bunların hepside! Ben gardaş olarak da kabul etmiyorum onları! Bizim için gardaş; aynı kanı taşıyan, atasına, yurduna, diline, kültürüne sahip çıkanlardır. Müslüman olmaları şart değildir ki!.. Kan bağı şarttır!
Bilge Kağan başbuğumuz ne demişti?
’’Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir? Titre ve özüne dön!.. Bize bizden başka fayda yok, sevende! Kendimize yâr olmayı bilmeliyiz!
Bak ta nerelere geldim Gök Oğuz Türk gardaşları yâd ederken!.. Allah bildiği gibi yapsın bizi arkadan vuran onları. Hepsine şehit askerlerimizin ahı tutsun! İki yakaları bir araya gelmesin! Gelmiyor da... Sürünsünler... Hatta!..
Gözümün Nuru,
Bahtımın Nadide Çiçeği,
Öyle çok yorgunum ki; ayrılıkları, uzaklıkları kaldıramıyorum artık! Her gündüzüm ve özellikle gecelerim çekilmez oluyor. Geceye yalnızlığımla gömülüp giderken duygularım yaralanıyor, kanıyor yüreğim. Dün gece gökyüzüne bakarken yıldızlarla hasbıhal ettim. Gönlümü dolduran dertlerimi onlara boşaltmak, çılgınca haykırmak istedim. Kendimce onlara bir şeyler anlattım beni anladıklarını sanarak! Belki de anladılar beni. Çünkü bir kaç yıldız öylesine kaydılar ki; ’’Daha fazla anlatma, bizi de ağlatacaksın!’’ dercesine kaybolup gittiler. Kayboluşlarında yüreğimden bir şeyler koptuğunu hissettim! Nemli gözlerle dolunaya baktım sessiz sessiz. Öylece karşımda duruyordu sen gibi. Uzattım ellerimi, uzanamadım. Öpmek istedim, öpemedim. Ulaşılması imkansız bir aşk bizimkisi. İstediğimiz an birleşemiyoruz. Kaderin cilvesi mi, kastı mı bilemedim!
Olumsuz düşünce sarmalında kalırken kalbimden bir kaç diz dökülüverdi. Yine özlem kokuyordu. Dudaklarımdaki ıslaklığın kuruyordu hasretinden.
Ay güzlü meleğim
Yürekten sevdiğim
Nicedir bu halimiz
Kahrolup gideceğim!..
Hatıralarımız kutsal ocağımız gibi tütüyor usumda. İnşallah gelip geçecek bu zorlu günlerimiz. Yeter ki sabredelim, gönül bağlarımızı koparmayalım, sevelim yürekten ölürcesine. İşte o zaman bizi nice baharlar bekleyecek, nice çiçekler, güller açacak bize!
Sevdamın Sönmeyen Güneşi,
Canımın Cananı Aşkım,
Cuma’nın selâsı veriliyor köyümün camisinden. Öyle yanık okuyor ki hocamız; Karabulut halkının yüreğinden Kabe’nin huşuları fışkırıyor. Bin yıllara dayanan ulvi ses, Ani harabelerinden yankılanıyor. Ayasofya’nın, Sultan Ahmet’in, Akşehir’deki yedi yüz yıllık Taş Medresesin kubbelerinden çınlıyor yeni fetihler müjdesi verircesine... Ben de o kutlu zafere hazırlığımı yapmak için abdestimi almaya gidiyorum bakır ıbrığımla. Cuman mübarek ola yaralarımın dermanı, bahtımın aydınlığı sevgilim.
Gönlüm isterdi ki, roman gibi yüzlerce sayfalık mektup yazayım. Mektubum bu kadarcık olsun, gönül koyma az yazmışsın diye. Beni de mektupsuz bırakma. Postacıyı dört gözle bekliyor olacağım... Yolunu gözleyen gözlerimi ağlatma!..
Özlem dolu buselerimle anlından öpüyorum.
Allah’a, benim deyişimle; GÖK TENGRİ’ME emanetimsin oralarda. Kendine bak ve beni yüreğinden çıkarma bir ömür olur mu?
Sensiz hayatı hiç sayan;
Zafer’in...
Zafer Direniş
...
19 Haziran 2020 Cuma Karabulut
YORUMLAR
Günümün güzel mutlu mektubuydu bu gün. Bir şiir gibi bir roman gibi tıpkı bu güzel mektup makale. çok tebrik ediyorum Direniş Hocam. Saygılar. Daha nice güzel eserlere mektuplara.
direniş
Zahmet ederek okuduğun gözlerinden ışığın, nurun eksilmesin.
Nice yazılarda görüşmek üzere...
Saygı ve selamlar uzaklardan