Bir ağacın ışıldayan yapraklarında gölgesizlik/ özgürlük ve bir kadın: Adı Mona
‘’Heey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize!
Geride bekleyenin mi varmış, aldırma!
Görmüyor musun ,her yanda hürriyet!
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol!
Git, gidebildiğin yere!’’
Bu şiiri ne zaman okusam müthiş bir erinçle doluyor içim. Özgür olmak hissinin denizin bambaşka renkleri ve gökyüzündeki yıldızlarla etkileşiminin bir yansıması olduğunu düşünürüm nedense.
Özgürlük neydi peki?
Özgürlüğe dair düşünürlerin fikirlerini inceledim.
Jean Jacques Roussesau , özgürlüğe dair düşüncelerini şöyle ifade ediyordu:
‘’İnsanın özgürlüğü, istediği her şeyi yapabilmesinde değil; istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır.’’
Dante ise ‘’İnsan, özgür olmadan mutlu olamaz.’’diyordu.
20.yüzyılda varoluşçuluğun en önemli ismi Sartre; Özgürlük kavramına çok önem vermiş, bu kavramı bilinçli insan davranışları üzerinden analiz etmiştir. Özgürlük kavramını özellikle romanlarında, denemelerinde birçok açıdan ele almıştır.
Sartre’ye göre insan kendi seçimlerini belirlerken tüm insanları da seçer..Bu yüzden insan hem kendi seçimlerine hem tüm insanlara karşı sorumludur.
Schopenhauer ise ‘’Aşkın Metafiziği’’ adlı kitabında mutluluğun ulaşılmaz bir amaç olduğunu ,bu kötü dünyanın kötülüklerinden kurtulmanın tek bir yolu olduğunu söyler. Ona göre bu yol iradenin olumsuzlanmasıdır. Yani insanı özgürlüğe ulaştıran yol, insanın bütün istek ve dürtülerinden uzaklaşmasıyla mümkündür.
Elbette her düşünürün, her sanatçının her bireyin özgürlüğe dair farklı bakış açıları ve yorumları olacaktı.
Özgürlüğün sizin için ne anlama geldiğini sordunuz mu hiç kendinize?
Peki ya hiçbir ilkeye bağlı kalmayıp ama aynı zamanda hiçbir algıya tepki göstermeden özgürlüğü seçen bir kadın, yaşamının akışını nasıl belirleyebilir hiç düşündünüz mü?
Özgürlük algısı olup olmadığını anlayamadığınız, kimseye ve hiçbir yere aidiyet duygusu hissetmeyip tüm mülkiyet kavramlarını aç kalmaya rağmen reddeden ve hep yollarda olan bir kadının özgürlük sınırının ne olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Bu özgürlüğün ona neler kazandıracağını, neler kaybettirebileceğini, nasıl bedeller ödeteceğini?
Ve asıl ilginç olan ise bir kadının açlığa, bir başınalığa, uğradığı kötü muamelelere rağmen aynı şekilde yaşamaya devam etmesini nasıl karşılıyorsunuz?
İşte Agnas Varda’nın ‘’Soint lioni ni loite/ Yurtsuz-Çatısız ‘’filmi tüm bu soruları sordurdu bana.
Mona, filmin çok özel bir kahramanı.. Filmdeki karakterler benim için daima önemlidir fakat Mona, bambaşka karakter özellikleri taşıyor. Film boyunca onunla yolculuk yapıyorsunuz, onu anlamaya çalışıyorsunuz. Sizi şaşırtıyor ,az da olsa onunla gülüyorsunuz, bazen öfkeleniyorsunuz, onunla üşüyorsunuz, onun yalnızlığını en derinde paylaşıyorsunuz. Kısacası Mona, sizi yolculuğuna dahil edip sizi huzursuz eden bir karakter oluyor..
Filmin ana hikayesi oldukça yalın aslında. Bir hendekte ölü olarak bulunan kadınla başlar film. Bu kadın Mona’dır. Belgesel-film tarzında Mona’nın hayatındaki son haftada hayatından geçmiş insanlar Mona’yı tanıdıkları kadarıyla anlatır, Mona’nın öldüğünü bilmeden.
Mona’yı anlatan bir üniversite profesörü kadın, bağ işçisi Tunuslu Assaun , metropol hayatını bırakıp küçük bir yerde çobanlık yapan adam ayrıca filmde zengin ve yaşlı sevimli kadın ve kısa süreli yakınlık kurduğu erkekler var.
Film boyunca şu soru yakanızı bırakmıyor:
‘’Ben Mona’nın yerinde olsaydım ne yapardım?’’
Hayatından geçtiği insanlarda hem şaşkınlık hem korku hem imrenme duygularıyla iz bırakan yurtsuz kadın.
Film akışı boyunca Mona’nın düşüncelerini, duygularını öğrenme isteği duydum. Mona ise sadece yaşıyordu. Yaşadıklarından yakınmıyor, tecavüze uğruyor, izleyici sinir krizleri içindeyken Mona yaşamına kaldığı yerden devam ediyor. Yiyecek yemek bulursa yiyor, sigara bulursa içiyor, araç bulursa yoluna devam ediyor.
Tek sevdiği şey radyo…Radyodan müzik dinlemeyi seviyor. Müzik dinleyince mutlu oluyor. İnsanlarla iyi anlaşıyor aslında, çok konuşmuyor. Çok yaşlı bir kadın ve birlikte çalıştığı bağ işçisi Tunuslu adamla(Assaun) çok iyi arkadaşlık kuruyor. Ama o insanlardan ve hayattan sadece ihtiyacı kadar alıp, daha ötesine fırsat vermeden gitmeyi tercih eden bir kadın. Amacını ve ısrarla gitmelerinin nedenlerini bir türlü anlayamadığım için film boyunca farklı duygular ve sorgulamalar içinde izliyorum filmi.
Mona için sokaklar ve hep gitmeler bir tercih mi zorunluluk muydu? Tercihi olmasaydı gitmeler için bu kadar kararlı olur muydu?
Hep gitmeleri tercih eden bir insanın nedeni, amacı, ilkesi olması gerekmez miydi?
Film boyunca bunu öğrenemedik işte. Mona’yı ne hayatlarından geçtiği insanlar ne izleyici anlayamadı bence. Ama zaten Mona’nın anlaşılmak gibi bir derdi olmadı hiç.
Şehir hayatını terk edip köy hayatını tercih ederken özgür olduğunu hisseden çoban Mona’yı anlamak için ona sorular sorar. Mona’nın cevapları karşısında şaşırır ve Mona’ya :
‘’Sen sonsuz özgürlüğü seçmişsin ama sonsuz yalnızlığı elde etmişsin.’’ der.Bu sözleri söylerken aslında Mona’nın hayatına imrenişi ve Mona’yı hayalperestlikle yargılayışı arasında ince bir çizgide olduğunu hissederiz.
Çünkü çobanlığı seçen o adam da özgürlüğü yok eden mülkiyet duygusuna teslim olmuştur.Mona’da özgürlük tutkusunu ve şimdiki yaşamını sorgular. Mona’ya tarla verip çalışmasını ve yaşamını bu şekilde sürdürmesini önerir Mona bu isteği sadece birkaç gün gerçekleştirir, kısa süre sonra da yoluna devam eder.
Hayatına dahil olanlar konuşur Mona yerine, Mona’nın öldüğünü bilmeden. O, sadece hayatlarından geçmiş sıra dışı, güvenilmez, bazıları için imrenilen bazıları içinse acınacak bir kadındır.
Mona’nın kısa süreli hikayesini izledikten sonra filmin en başına dönüp cesedine tekrar tekrar baktım .Özgürlüğüne düşkün ama hiçbir yere hiç kimseye bağlı kalmadan yalnızca tercih ettiği kuralsız yaşamda böyle bir sonucu düşünmüş müydü acaba?
Yazının başında düşünürlerin özgürlük kavramlarına dair görüşlerinden sıyrılıp Mona’nın özgürlük algısına kilitleniyor aklım.
Özgürlük, toplumdan soyutlanıp tüm kuralları yok sayıp ölüme ulaşma veya ölüme meydan okumak mıydı?
Yoksa özgürlük, hayal edileni kendi içinde yaşayıp tüm kurallara koşulsuz uyarak kendini güvende hissetmek miydi?
İnsana dair tüm özgürlüklerin belirleyicisi insan hayalleri mi aklı mıydı?
Toplumdaki yerleşik olan her şeyden nasıl oluyordu böylesine amaçsız kayıtsız ve izahı olmadan sıyrılıyordu?
Tunuslu bağ işçisi Assaun ona yanında kalamayacağını söylediğinde oradan ayrılır. bir barakanın içinde o an ilk defa Mona ağlar. Mona’nın ağlaması bu kararlılığının sarsılması mıydı acaba?
Filmin bir yerinde bir barakanın içinde Mona’nın ‘’Soğuk, çok soğuk’’ dediğinde ürpertiyi hissettim doğrusu..
O an, bireysel tercihi özgürlük olmayan tüm sokak çocuklarını ve evlerin dışına bırakılan kadınları düşündüm.
Özgürlük, elbette çok farklı anlamlara geliyordu fakat yaşamın tüm kavram ve kuralları geçersiz kılacak kadar acımasız gerçekliği vardı.
Mona’nın kararlığı, karşılaştığı acımasız gerçeklik karşısında bir duruş, bir tercihti sadece. Tüm anlamları, soruların tüm cevapları toprağında gömülü, sessizce var olan bir ağaç imgesiydi adeta Mona..Dalları ne kadar kesilse, ne kadar hastalık geçirse köklerinden yine de var olmaya devam edecek gibi.
Ve bir gün;
‘’Kamp sezonu bitti.’’diyen olursa
karşısında
‘’Ben varım.’’ cevabını alacağı bir kadın olacak gibi.
www.youtube.com/watch?v=HPW-QdoKMq8
YORUMLAR
Mona’ nın bıraktığı Thomas Jefferson ‘un dediğini düşündürdü bana :”özgürlük ağacı,belirli aralıklarla vatanseverlerin ve vatan hainlerinin kanlarıyla sulanmalıdır “
Zalimce geliyor kulağa ama düşününce derin algılıyor insan. Tüm insanlık için bir olmak, kendi özgürlüğünü başkalarının hakkına, özgürlüğüne göz dikmeden koruyabilmek çok önemli. Geçen bi gazetede bi işadamının bi cümlesini okudum,uzunca düşündüm. Şöyle ki :”......., ,memleketini seviyor onun için geldi, bir tane..... yaptı konusu işin açıkçası kendi markama da kendi şahsıma da yakın bulmuyorum” oysa ki özgür bu yatırımı yapmaya ama önce siz bu yatırımı dünyanın başka bi yerinde yapmamamı sağlayacak alt yapıyı hazırlayın ki ben bi dünya insanı olarak memleketimi kayırmış görünmeyeyim diyor ve haklı da...
Demek istediğim özgürlük kararı yaşamla ilgili, başkalarının Özlük Hakkı‘nı, özgürlük sınırlarını ihlal etmeyecek ve kayırma yapmayacak biçimde ise gelecek nesillere aktarılabilir. Mona bunu yapmış ve ağacın kökü olmuş bence...
Çok beğendim yazınızı
Nicelerine
Sevgiler
YediYıldız tarafından 6/12/2020 10:55:09 PM zamanında düzenlenmiştir.
YediYıldız tarafından 6/12/2020 10:57:16 PM zamanında düzenlenmiştir.
‘’Sen sonsuz özgürlüğü seçmişsin ama sonsuz yalnızlığı elde etmişsin.’’ der.Bu sözleri söylerken aslında Mona’nın hayatına imrenişi ve Mona’yı hayalperestlikle yargılayışı arasında ince bir çizgide olduğunu hissederiz.
özgürlük yalnızlık “hiç” lik. “şey” anlaşılamamak ve satmak dünyayı
nilgün marmara geldi aklıma bir an
tebriklr