- 653 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KURU KAFA
KURU KAFA
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken, pireler berber iken, inekler dülger iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, vakti zamanında bir padişah varmış. Bu padişahın 40 tane oğlu varmış. Bu oğlanların hepsi de büyüyüp evlenme çağına gelmişler. Babası hepsini de ayrı ayrı evlendireyim diye düşünmüş. Büyük kardeşleri bu düşünceyi kabul etmişler. Fakat hiç sevmedikleri küçük kardeşleri Kamil, öyle olmaz baba. Biz hepimiz de bir ailenin kızlarını arayıp bulalım. Onlarla evlenelim, demiş. Babası bu fikri kabul etmiş. Fakat aklına bir soru takılmış: 40 Tane kızı nereden bulacaksınız? Küçük oğlan;
Baba sen bize birer at ile birer heybe altın hazırla, gerisini düşünme, demiş. Babası atları ve altınları hazırlamış. Oğullarını yola çıkarıp uğurlarken üç nasihatte bulunmuş.
Bir gün akşama kadar gidip akşam olduğu zaman o yerde konaklamayın. Orası iyi değildir. Biraz daha gidip orada konaklayın demiş. İkinci ve üçüncü gün yine öyle. Üç gün sonra nerede konaklarsanız konaklayın, oralardan size zarar gelmez, demiş. Babası, haydi oğullarım başınıza gün doğsun ve hayırlı yolculuklar diledikten sonra ayrılmışlar. Padişah sarayda oturakoysun. Biz gelelim yolculara...
Bir gün yol aldıktan sonra, içlerinden birisi, akşam oldu yorulduk artık, burada konaklayalım, demiş. Sevmedikleri küçük kamil söze karışmış. Babam burada konaklamayın demişti. Biraz daha ileriye gidelim demiş.
Sen çok biliyorsun, otur oturduğun yerde diyerek büyük ağabeyleri küçük Kamil’i azarlamışlar. O gün orada kalmışlar. Kamil sabaha kadar uyumadan ağabeylerinin başında beklemiş. Çünkü babasının nasihatını unutmamıştı.
Orası devler ülkesiymiş. Kardeşleri uyurken, Kamil devlerle savaşmış. Sabah olunca başından geçenleri kardeşlerine anlatmamış. İkinci gün yine aynı durum karşısında:
Ağabeyleri uyuduktan sonra bir ihtiyar cadı karı değneğine dayanaraktan gelip, oğlum bana biraz tuz, soğan, ateş ver demiş. Kamil, biz akşamleyin bir şey vermeyiz, demiş. Kadın giderken Kamil arkasından gözlemiş. İhtiyar cadı kadın yedi kat delikten girerek güzel bir saraya varmış. Kadın odasına girip yatınca Kamil öteki kapıları açıp bakmış. Kırk odada kırk tane kız yatıyormuş. En küçük kız hepsinden güzelmiş. Kız uyurken kendi yüzüğüyle kızın yüzüğünü değiştirmiş. Sonra büyükten küçüğe doğru ağabeylerinin yüzüklerini de değiştirmiş. Kızların ve kardeşlerinin hiç birinin haberi olmamış. Sabah olunca yine yollarına devam etmişler.
Üçüncü gün yine akşam olmuş. Ağabeyleri yine Kamil’in sözünü dinlememişler. Nerede akşam orada kalmışlar. Uykuya dalmışlar. Kamil babasının nasihatını unutmamış. Fakat onun da uykusu gelmiş. Uykusunu dağıtmak için parmağını kesmiş. Kesmiş ama sabaha karşı tamamen uyku bastırmış. Gözlerini kapatır kapatmaz etrafı çevrili bir kale içinde kalmışlar. Hemen ağabeylerini uyandırmış. Kalkın bakalım, benim sözümü tutmadınız, şimdi buradan nasıl çıkacağız, demiş. Bir tek demir kapı varmış, onu da kırmanın imkanı yokmuş. Ne yapacağız diye düşünürken ak sakallı bir derviş kapıyı açıp içeriye girmiş. Derviş baba, kapıyı aç ta biz çıkalım, demişler. Derviş de, içinizden birisi benimle kalırsa açarım, eğer biriniz benimle kalmazsa hepinizi cezalandırırım, demiş. Kardeşleri de Kamil’in kalmasını istemişler. Bizim akıllı Kamil kalmış ve kardeşlerim gitsin, demiş. Ağabeylerine, ellerinizdeki yüzüklere bakın, diyor. Ağabeyleri yüzüklerine bakmışlar, yüzükleri hep değişikmiş. Bunlara ne oldu diye birbirlerine sormuşlar. Kamil de, dünkü yattığımız yerde yedi kat delikten geçtikten sonra bir kapı var. Burada kırk tane kız var. Kızların hepsi hepimizin nişanlısı. En küçükleri de benim nişanlım. Onları götürün. Ben gelmeyince düğün yapmayın dedikten sonra ayrılıp ağabeyleri gitmişler.
Derviş Kamil’e güzel bir at, bir heybe altın, bir de kılıç vermiş. Sen şimdi sözümü dinle: Buradan gideceksin, atın her nehri bir adımda geçecek. En sonunda büyük bir nehir gelecek. Atın nehirden geçemeyecek. Nehrin üzerine kılıcınla vurunca bir kuru kafa çıkacak. Bu kişiye Hint Padişahının kızını almaya gittiğini söyleme. Ziyarete gidiyorum, dersin. Altınları fakir mahallesine dağıt. Onlar sana yardım eder.
Kamil yoluna devam etmiş. Büyük nehre gelince kılıcını nehre vurmuş, Kuru Kafa çıkmış, yolu açmış ve Kamil geçmiş. Oraya varınca altınları fakir mahallesinde dağıtıp, bir ihtiyara misafir olmuş. İhtiyar sorunca kız almaya geldim, diyor. İhtiyar, ah yavrum senin gibi ne Kamil’ler burada kaldı. Şu karşıda gördüğün saray senin gibi kız almaya gelen gençlerin kafalarından yapıldı demiş.
İhtiyar Kamil’e kız almaya gelenlerin altın sandalyeye, ziyarete gelenlerin gümüş sandalyeye oturduğunu, padişahın üç sual sorduğunu anlatmış.
Kamil saraya vardı. Altın sandalyeye oturdu. Üç gün misafirlikten sonra , üç sualimizi yerine getirirsen kız senindir demişler.
Hizmetçi kızlar Kamil’e bakarken kaç tanesi geldiyse de kahveyi dökmeden verememişler. Hizmetçiler hemen gidip padişahın kızına çok güzel olduğunu söylemişler. Padişahın kızı ile Kamil, gece Kamil’in odasının penceresinden konuşmuşlar. Kız babasının soracağı soruları ve cevaplarını söylemiş.
1- Atını büyük hendekten atlatmak
2- Mermer direğe çıkmak.
2- Kahve fincanı ile direğe çıkmak, kahveyi dökmeden inmek.
Kız saçından bir tel de kopartıp Kamil’e verdikten sonra gitmiş.
Ertesi gün Kamil padişahın sorduğu birinci ve ikinci soruları yerine getirmiş. Üçüncüde, kahve fincanını almış. Kızın verdiği saçı kahve fincanının etrafına dolamış. Kahve donmuş. Direğe çıkınca sevinçten ağlıyormuş. Gözyaşları dökülünce kahve döküldü sanmışlar. Bakınca gözyaşı olduğunu anlamışlar ve serbest bırakmışlar. Oğlan görevini başarıyla bitirmiş. Kızı alıp atına bindirerek babasının sarayına doğru yola çıkmışlar. Geçemediği nehre gelince atını durdurmuş. Kılıcını nehre vurunca yine Kuru Kafa çıkıp, ne istiyorsun, diye sormuş. Kamil, yolu aç demiş. Kuru kafa, açmam, kızı verirsen açarım, demiş. Kamil vermem, demiş. Kuru Kafa vermezsen bekle, deyip gitmiş. Kamil kılıcını yine nehre vurmuş. Yine Kuru Kafa çıkmış. Kamil kızı göstermemiş. Bu iş böyle üç kere tekrarlanmış. Oğlan üçüncüde kızı göstermeye mecbur kalmış. Kuru Kafa kızı görünce hemen almış. Oğlanın atına taş ol, deyip beddua okumuş. Oğlan da orada kalmış. Kuru Kafa kızı götürmekte olsun. Biz gelelim Kamil’e.
Heyecandan, üzüntüsünden ne yapacağını bilememiş. Bir çıkış yolu ararken üç şeytan çocuğuna rastlamış. Babalarından kalma mallarının başında, şunu sen al, bunu ben alayım diye kavga ediyorlarmış. Onların yanlarına gelmiş. Neden kavga ediyorsunuz, diye sormuş. En küçük olanı, beni aldatmak istiyorlar diye söze atılmış. Bana şu asayı veriyorlar, onlar daha iyisini alıyorlar, demiş.
Kamil kurnazlık düşünmüş, bunlar ne işe yarar diye sormuş.
Bu keçenin üstüne binip asa ile vurunca dağları denizleri aşar gider.
Keçe külahı giyince bizi kimse göremez, demişler. Kamil de siz bana razı olursanız, ben paylaştırıvereyim, demiş. Hemen bir sapan yapmış. Bununla bir taş atacağım, kim bu taşı önce getirirse ona bu keçeyi vereceğim demiş. Çocuklar razı olmuşlar. Kamil sapanla bir taş atmış. Çocuklar onu bulmaya gitmişler. Kamil de keçe külahı giymiş, keçenin üstüne oturmuş, asayı vurup kaçmış. Şeytan çocukları kendi aralarında sen yaptın, sen yaptın diye kavgaya başlamışlar.
Kamil az gitmiş, uz gitmiş, Kuru Kafa’nın sarayına varmış. Pencereden bakmış Kuru Kafa yok. İçeriye girmiş. Külahı çıkarınca kız onu görmüş ve çok sevinmiş. Nasıl geldin diye sormuş. Kamil anlatmış: Külahı giyip görünmez oldum, keçenin üstüne bindim, asa ile vurup geldim demiş.
Kamil yine külahı giyip görünmez olmuş. Akşam yemek yerken yemekler çabuk bitiyormuş. Kuru Kafa yemekler neden çabuk bitiyor, önceden çabuk bitmezdi, demiş. Kız, sen geç geliyorsun, ben çok acıkıyorum, çabuk çabuk yiyorum onun için çabuk bitiyor, demiş.
Kamil kıza, Kuru Kafa’nın tılsımını sor öğren, demiş. Kız da sorup öğrenmiş.
Bir domuzun karnında bir kafes, kafesin içinde de üç güvercin varmış. Bu güvercinler ölünce Kuru Kafa da ölürmüş.
Kamil hemen domuzu bulup güvercinlerle birlikte öldürmüş. Kızı alıp babasının ülkesine dönmüşler. Dönüş yolunda iki çobana rastlamışlar. Çobanların biri kız, biri oğlanmış. Onlarla elbiselerini değiştirmişler. Belli olmaması için yüzlerine de biraz çamur sürmüşler. Babasını sarayına gelmişler. Kapıyı bir hizmetçi açmış. Padişah onları tanıyamamış ve bir iş vermiş. Tavuk çobanlığı yapacaklarmış.
En büyük kardeşleri, babasına artık düğünlerimizi yapalım, Kamil öldü, artık o gelmez, demiş. En büyük kardeş Kamil’in nişanlısı ile evlenmek istiyormuş fakat kız buna razı değilmiş. Sonra kendi nişanlısı ile evlenmeye razı olmuş. Düğün başlamış. Düğün şenlikli olacağına üzüntülü oluyormuş. Bunun nedeni Kamil’miş. Kamil keçeyi giyiyor, ağabeyleri oynarken arkadan yaklaşıp bir yumruk vuruyormuş. Hemen arkasına bakıyor, kardeşi var, o da ona bir yumruk vuruyormuş. Kamil sonra diğer kardeşine, o öbürüne , bu berikine derken yumruklar büyükten küçüğe doğru devam ediyormuş. Kırk gün kırk gece böyle geçmiş ve hepsi evlenmişler.
En küçük kız tavuk çobanına yemek vermeye gitmiş. Oğlan kızı bildiği için hemen kızın kolunu tutmuş. Yüzüğünü göstermiş. Kız hemen olanı biteni anlamış. Hemen padişaha haber vermişler. Bu haber karşısında çok sevinmişler. Kırk gün kırk gece şenliklerle düğün yapmışlar. Mutlu yaşamışlar.
Anlatan: Osman Uzelli
Derleyen ve yazan: Mustafa Uzelli
YORUMLAR
selam hocam .kutlarım ne güzel bir öykü..severek okudum..gül diyarından selamlar
Mustafa Uzelli
Ben Isparta Gönen'de Isparta Gülleri arasında okuyup öğretmen oldum. Sen de anlat kendini dertleşelim. Benim tel: 0543 523 48 83 Telefon da açabilirsin.