El Alem Ne Der!
Cemil Meriç Jurnal’inde derki "Cemiyet kendine benzemeyen bir çocuk doğurduğu zaman onu beşiğinde boğmaya kalkar". Bu tıpkı doğada hayatta kalmak için kendinden doğan evladını yiyen ya da açlık duygusunu bastırmak için kendi bedenini yiyen bazı hayvanların tarzına benziyor. Aslında bu durum toplumdaki çoğu geleneksel kabuller için de tıpkı böyledir. Bazen toplumsal refleksler de hayatta kalmak ve mevcut zihniyetini sürdürmek için aynen böyle içgüdüsel davranabiliyor ve beşikte yatan kendi evladını boğma ya da kendisinden olan bir uzvu yemeyi bile göze alıyor. Yani siz bu boğma işleminin adına ister mahalle baskısı deyin, ister sürü ahlakı deyin isterse de sosyalleşme deyin en nihayetinde "el alem ne der" veya "millet ne der" adında büyük bir örgüt var ve bu örgütün mensupları yüzyıllardır aynı yoldan yol yürümeye devam ediyorlar. Öyle ki bu örgüte mensubiyetleri ile arz-ı endam edenler, bu sisteme uymayan aykırıları peygamber dahi olsa yeri geldiği zaman çarmıha germeyi, yeri geldiği zaman deve işkembesini başından aşağı boşaltmayı ve yeri geldiği zaman yurtlarından kovmayı rahatlıkla yapabilmişlerdir. Bunların belli zaman dilimlerinde o kadar gözü dönmüştür ki "bir ağacın kaç yaşında olduğunu anlamak için gerekirse onu kesmekten" imtina etmemişlerdir. Eğer siz de topluma aykırı davranıyorsanız ve düşünceleriniz içinde bulunduğunuz toplumun beklenti ve şartlarıyla örtüşmüyorsa, özellik ve vasıflarınız genel değer yargılarına aykırıysa; sizin de artık damgalanmış bir insan olarak bu hayattan çekeceğiniz çok şey var demektir. Ama eğer toplumun değer yargılarıyla çatışmayı göze alamıyorsanız bu sefer de öyle aşılamayacak duvarlar örmüş oluyorsunuz ki tüm hayatınız boyunca sizin için öngörülen ve takdir edilen bir yaşamın sınırları dışına çıkamıyorsunuz.
Tarkovsky’nin günlüklerinde Cicero’dan alıntıladığı bir söz var. Orada diyor ki ".... aslında ayıp olmayan bir şey , kalabalığın öyle ilan etmesiyle ayıplanacak bir şey olur çıkar". Yani düşünün büyük bir proje üzerinde çalışıyorsunuz, gece gündüz araştırıyorsunuz ve en sonunda dünyanın bir çok yerinde ayıp karşılanmayacak büyük bir buluşa yada bir yargıya varıyorsunuz ama içinde bulunduğunuz toplum daha buna hazır değil diye yıllardır gösterdiğiniz çaba, ortaya koyduğunuz gayret bir anda buhar olup uçuyor. Düşünebiliyor musunuz bunun ayağımıza ne dehşetli bir pranga takabileceğini. Kim bilir bu zamana kadar; kaç düşünce adamı, kaç bilim adamı ve kaç dava adamı tarih sahnesinden böylece silinip gitmiştir. Ya da kim bilir kaç tane genç yetenek sırf bu korkuyla bulduğu büyük fikirleri bir değere dönüştürmeden ve o işe başlamadan sonlandırmıştır. Bu o kadar ızdırap verici bir şeydir ki "kafesteki bir kuşa aslında uçmanın bir hastalık olabileceğine" bile inandırır. Sanki gözümüze bir çapak kaçmış gibi yanı başınızdaki hakikati görmemize mani olabilir. Bu ruhunuzun üzerine atılmış öyle bir ağdır ki özgürce göğe yükselmenize bile mani olabilir. Bu öyle bitip tükenmek bilmeyen yakıcı bir ateştir ki ya önüne gelen her şeyi yakıyor ve ne zaman sönmek isterse o zaman sönüyor ya da önünde yakacağı hiçbir şey kalmayınca sönüyor.
Hepimizin zaman zaman başına gelen bu kuşatılmışlıktan kurtulmasının elbette çareleri var. Ancak yukarıda toptan kabulün zararlarına değindiğimiz toplumsal baskıyı, toptan red etmenin de büyük bir ön yargı olduğunu unutmamız gerekiyor. Ancak Foucault’un dediği gibi "erdem kendimize karşı sorumluluklarımızdır, topluma değil". O halde evvela kendine karşı olan öz saygıyı korumak için toplumun ayıplanmalarından, el alemin ne der kaygısını taşımadan bildiğimiz yoldan ilerlemeyi kendimize şiar edinmemiz lazım. Tabiki burdan kastım şımarık, züppe, toplumun değer yargılarını hiçe sayan bencil bir hedonist veya makyavelist olmak şeklinde anlaşılmamalı. Benim kastım daha çok bilgi edinme veya bir yargıya ulaşma anlamında çıktığınız entelektüel yolda fikri ve zihni aydınlanmaya karşı oluşacak baskılara karşı direnme olarak anlaşılmalıdır. İfrat tefrit arasındaki uçurumlar bizi çoğu zaman dengesiz ve gayr-i fıtri bir yola sokar. Her zaman için makul ve fıtri olan şey aşırılıklardan arındırılmış dengeli yaklaşımlardır.