- 363 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Anne beni sever misin? Büyümeden oyna benimle!
Küçük kız hayal kurmayı o kadar çok seviyordu ki, bazan hayallerle gerçekleri birbirine karıştırıyordu. Sarı saçları, tombul yanakları ile çok tatlı bir kız olan Ece; beş yaşlarında şirin mi şirin bir yumurcaktı.
O gün annesi işe gitmemişti. Biraz rahatsız olduğunu söyleyip odasına çekilmişti. Annesinin işe gitmeyeceğini duyduğunda, çok ama çok sevinmişti. Ama sevinci kursağında kalmıştı işte...
Yalnızlıktan kurtulacağını, annesinin onunla oyunlar oynayacağını, belki de birlikte yemekler, pastalar, kekler yapacaklarını düşünmüştü. Böyle güzel şeylerin hayalini kurmuştu. Üzgün üzgün dolaştı evin içinde. Salonda, mutfakta ve daha sonra kendi odasında...
Teras kata çıkan merdivenlere oturdu, kara kara düşünmeye başladı. Bir yandan da tatlı bir uyku bastırmıştı. Ama, Ece uyumak istemiyordu. Annesini istiyordu...
Belki de annesine gidip bakmalıydı. Belki de uyanmıştır diye düşündü.Uyandıysa eğer, onunla sohbet edebilirlerdi. O’na bebeğinin hasta olduğunu, arkadaşı Ayşe ile küstüğünü ve hatta kreşte onu gıcık eden, yaramaz oğlandan bile bahsedebilirdi. O kadar çok şey vardı ki annesine anlatacağı...
Bakıcı ablasının anlattığı masallardan biri olan, çok sevdiği topal tavşan masalını, annesine kaç sefer anlatmak istemişse, her seferinde, bir engel çıkmıştı. Annesinin işi hiç bitmiyor ve sürekli yorgun oluyordu. Ve her zaman başı ağrıyordu. Oyun oynamak için de hiç bir zaman musait olmuyordu. Hatta iki gün önce, annesine topal tavşanın başına gelenleri anlatmak istediğinde annesi; " şimdi yemek yapmam lazım, başka zaman anlat kızım. " demiş ve yine dinlememişti zavallı Ece’yi. Annesi ne kadar çok uyuyordu. Gidip bakmak istedi. Uyanmış olması için dualar etti içinden.
Belki annesi uyanıksa ve başı ağrımıyorsa Ona topal tavşanı anlatabilirdi. Bu düşüncelerle annesinin odasına kadar gidip, aralık kapıdan içeriye baktı. Annesi, mışıl mışıl uyuyordu...
Hayal kırıklığıyla baktı annesine. Gözleri doldu. Dudakları hafifçe büzüldü; nerdeyse ağlayacaktı. Biraz da öfkeyle karışık, anneciğine son bir kez bakıp, tam kapıyı çekecekti ki gözlerine inanamadı...
Annesinin saçları her zamankinden farklıydı. Çok uzun görünmüştü gözlerine. Evet yanılmıyordu bir gariplik vardı. Annesinin çok güzel, sarı saçları vardı. Yatarken saçlarını tepesine toplardı. Ama bu sefer toplamamıştı ve saçları yerlerde upuzun bir yol gibi, odanın kapısına kadar uzanıyordu. Gitmekten vazgeçmişti. Ama annesi uyanacak diye de ödü patlıyordu. Çünkü uykusu bölününce, çok öfkeli oluyordu.
Annesinin sapsarı saçları pırıl pırıl parlıyordu. Aralarında yer yer inci taneleri vardı. Daha dikkatli baktığında şaşkınlığı daha da arttı. Saçlarının dalgaları, basamak basamak ve merdiven şeklindeydi. Annesine doğru çıkıyordu bu merdiven...
Merdiven basamaklarını uzaktan inceledikten sonra, ani bir kararla çıkmaya başladı. Ayakları çıplaktı ve saçların yumuşaklığı içini bir tuhaf ediyor, sanki ayaklarını gıdıklıyordu. Kikir kikir gülmeye başladı. Ama sessizce...
Merdivenleri çıktıkça kalbi küt küt atıyordu. Odanın tavanına kadar yükselen merdiveni yarılamıştı. Merdiven yükseldikçe "oda" aşağıda kalmıştı. Korkarak eğildi baktı. Başı dönmeye başlamıştı. Annesine de hâla ulaşamamıştı. Durdu, gözlerini kapattı. Derince bir nefes alıp tekrar açtı gözlerini.
Şimdi merdivenin geri kalan kısmını çıkabilirdi. Gücünü toparladı, devam etti çıkmaya. Çıktı, çıktı, çıktı...
En yukarı çıktığında aşağıya bakmamaya çalışarak nereye geldiğini anlamaya çalıştı. Annesinin saçlarının diplerinde, başının tam tepesindeydi. Elleriyle sevdi annesinin saçlarını. Yumuşacık ve mis gibi "anne" kokuyordu...
Annesinin Uyanmaması için çok yavaş hareket ediyor, usulca okşuyordu annesinin saçlarını. Saçlarının arasında bir şey vardı. Minicik eline sert bir şey takılmıştı. Eğildi baktı, kapı koluna benzer bir şeydi bu. Çiçeklerle bezenmiş bir kapıydı bu. Hiç düşünmeden, yavaşça itti. Kolayca açılmıştı.
Kapı bir odaya açılıyordu. Hemen içeri daldı. Çok güzel bir odada buldu kendisini. Her yer oyuncak doluydu. Rengarenk çiçekler, şekerler, pastalar, kekler ve top top dondurmalar vardı. Uçan balonlar, sarı saçlı bebekler... Daha, neler, neler...
Çok şaşkındı. Gözlerine inamıyordu. Sevinçten küçük dilini yutacaktı neredeyse. Uzanıp şekerlerden alacaktı ki; annesinin sesini duydu. Annesi uyanmış, kendisini çağırıyordu. Annesi aşağıdan yukarıya doğru el ediyor, aşağıya inmesi için ona sesleniyordu. Sesi çok tatlıydı. Sanki şarkı söylüyor gibi konuşuyordu. Pamuk şekeri gibi yumuşacıktı annesinin sesi...
"Yanıma gel, tatlım!
"Gel kollarıma!
"Seni çok özledim!
"O odada ki güzel şeylerin hiç hiç birisine dokunma!
" Oradan hemen inip yanıma gelirsen, seninle evcilik oynarız. Masal da anlatırım. Beraber pasta bile yaparız.
"Sakın yeme o şekerlerden! Eğer oyuncaklara dokunursan ve şekerlerden, dondurmalardan yersen, ben uyumaya devam ederim.
"İstersen onların hepsi senin olabilir. Tüm gün boyunca, hatta istersen daha da fazla, buradaki oyuncaklarla oynayabilirsin. Ama benimle vakit geçirmeyi istiyorsan, o odayı unutup yanıma gelmelisin.
"Şu anda gelirsen oynayabiliriz. Daha sonra, ben çok meşgul olacağım. Seninle oynayamam ve sana masal da anlatamam.
"Ya beni seçeceksin ya da; o odayı!
Küçük kız elini çekti. Ateşten çeker gibi. Odaya baktı, pastalar, kekler ve bir sürü oyuncak. Hiç böyle güzel bir oda görmemişti. Sevdiği her şey vardı burada.
Ama annesi onun için, her şeyden daha güzeldi. Ve her şeyden daha tatlıydı. O’nu çağırıyordu. Gel oynayalım diyordu. Hiç düşünmedi bile. Koştu hem de uçarcasına...
Annesi kollarını kocaman açmış onu bekliyordu. Saçları kadar uzundu kolları...
Çok mutluydu. Koştu kocaman adımlarla. Koştu, koştu...
Ama önündeki oyuncağı görememişti. Ayağı takıldı, yuvarlandı... Şekerlerin, çiçeklerin ve oyuncakların üzerine...
Canı çok yanıyordu. Başını çok fena çarpmıştı. Annesinin sesiyle, gözlerini açtı.
"Ah canım benim!
"Uyuyakalmışsın merdivenlerde...
Ece gördüğü rüyanın etkisinden kurtulamamıştı. Annesinin kollarında tatlı tatlı gülümsüyordu...