- 517 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Kur'an Müslümanlığı nasıl ateizmin önsözü olur?
Hani, okuyanlar bilirler, A’râf sûresinde Âdem-Havva kıssasına dair bazı detaylar beyan buyruluyor. Bunlardan birisi de İblis’in hilesiyle yasak meyveyi yedikten sonra yaşadıkları çıplaklık. (Meallerini naklederek uzatmayayım. Arzu edenler mezkûr sûrenin 20 ila 22. ayetlerine baksın.) Bu çıplaklığın Kur’an-ı Hakîm’de musırrane anılması beni epeyce düşündürmüştür. Çünkü, imanımız üzerine ki, Kur’an hakkıyla ’Hakîm’dir. Ondaki herşey hikmetlidir. İçerdiği her detay keşfedilmeyi bekleyen mesajlarla örülüdür. Değil yalnız cümlesinde/kelimesinde, hatta harfinde, hatta durağında, çok dersler saklıdır. Evet. Beşerin sözünde abes olur. Boşuboşunalık olur. Gereksizlik olur. Ama Hakîm-i Mutlak’ın kelamında öyle kusurlar olmaz.
"Allahu’l-a’lem!" kaydıyla derim. Kalbime gelen bir mana şu: Bu çıplaklık aslında çiğnediğimiz her yasakta tecrübe ettiğimiz o ’güvensizlik hissi’ni de hatırlatıyor bize. Şöyle bir misalle açmayı deneyeceğim: Mide rahatsızlığınız var diyelim. (Benim var.) Bunun için hekime başvuruyorsunuz. Şikayetlerinizi dinleyip uymanız gereken tedbirlerden bahsediyor. Ne bileyim: "Bulgurlu birşey yeme. Acılı tüketme. Demli çay içme. Gazlı içeceklerden sakın vs..." gibi uzun bir listeyi oracıkta okuyuveriyor. Siz de not ediyorsunuz. Eyvallah. Lakin nefis de var. O hekim listesinden falan anlamaz. Arkadaşlarınız telefon ediyorlar. Oooo! Akşama çiğköfte partisi yapacaklarmış. Hadi bakalım. Afiyetler-şekerler. Hem bulgurlu. Hem acılı. Hem... Hem de yanında illa gazlı birşeyler içilir. Nefsinizi tutamıyorsunuz. Arzunuzu yenemiyorsunuz. Yasak olduğunu bile bile gidiyorsunuz. Lavaşın içine ne sığarsa hapur hupur götürüyorsunuz. Hey maşaallah. Gazanız mübarek olsun. İşte, tam o anda, yani işin lezzeti bitip geriye midedeki yükü kaldığında, vicdanınız sızlıyor: "Ulan köftehor, ’Tabib uyardı’ demedin, düşene aman vermedin, bakalım bu işin gecesi ne olacak?"
Bu misal olmadıysa bir de şunu deneyelim: Bir şirketin kasasında çalışıyorsunuz diyelim. Kalın kalın desteler elinizden geçiyor. Hepsi yüzlük-ikiyüzlük. Oy, oy, oy. Mustafa Kemal herbirinde ayrı ayrı gülümsüyor. Tek sorumlu sizsiniz. Nefsinize yeniliyorsunuz. Bir tomarcık, atarken öyledir, cebinize atıyorsunuz. Niyetinizde var ki hesaba dökülmeden yerine koyacaksınız. Fakat şartlar da oluşmuyor. Yerine konulacak bulunamıyor. Eyvah ki eyvah! Ha farkedildi ha farkedilecek! İşte bu da bir tür çıplaklık hissidir. İnsan iradesini yasanın haricinde kullandığı anda aldığı sorumluluğu bilir. İşleyişin düzeninden sapmıştır. Bu sapma düzenin temin ettiği emniyeti de yokeder. Cennetinden düşer. İşini güzelce yapanı kimse birşeyle suçlayamaz. Suçlasa da ağzının payını alır. Fakat suçu olan böyle emniyette midir? Çıplak ellerle kayaları tırmanmayı seçmiş dağcı patika çıkanlar kadar rahat edebilir mi? Hani, masalda vardır, tilkiyle-tavşan arkadaşlık ederken tilki her kıpırtıya "Avcıdır!" diye sıçrarmış. Tavşan dayanamayıp kızmış: "Ne bu korkaklık canım!" Tilki cevap vermiş: "Sen de benim gibi gece bir kümesi talan etseydin korkardın!"
Buradan şuraya geleceğim arkadaşım. Ateizm, deizm ve Kur’an Müslümanlığı arasındaki bağlantıyı anlatmam istense şöyle bir temsille çalışırım: Bir yolculuğa çıkacaksınız farzedelim. O yolculuğu daha önce yapanlar size akşam soğuğuna karşı hazırlıklı olmanızı tavsiye ediyorlar. Üzerinizde mont var. Altında kazak var. Onun altında da içlik var. Kapıya doğru gelirken ağırlıktan üşeniyorsunuz. Montu çıkarıp kenara bırakıyorsunuz. "Aman, Sivaslıyım ben, ne montu!" Bir adım sonrasında kazak da canınızı sıkıyor. "Yahu abartmışlardır, hava güzel, o kadar da soğuk değil!" En nihayet eşikte içlikten de vazgeçiyorsunuz. "Bu güneşte giyilir mi be!" Yola çıkıyorsunuz. Akşam bastırıyor. Dişler telgraf çekmeye başlıyor: "Dıttıdıdıtdıt!"
İnsanın nefsiyle durumu da biraz böyle. Hz. Âdem ile Havva’nın yaşadığı çıplaklık esasında hepimizin yaşadığıdır. Şahit olduğudur. Hissettiğidir. Küllî iradenin emirlerinden ayrıldığımız her anda üstümüzden birşey çıkar. Bir zırh yitirilir. Bir emniyet hissi kaybolur. Yüzümüzü hakikate dönelim: Bu Kur’an Müslümanlığı düzeyindeyken canınızı sıkan sadece sünnet olur. Rahat hareket etmenizi engellemektedir çünkü. Kollarınızı istediğiniz gibi sallayamazsınız montla. Ağırlığı var. Kalınlığı var. Nefis de kulağınıza fısıldıyor: "Çıkar sırtından. Sen akıllısın canım. Bulursun yolunu!" Oh. Yük azaldı. "Ama?" Ama’sı yok. Ama diyenlere cevap hazır: "Ben kazağa dikkat çekiyorum. Mont kazağın faydasını örtüyor. Göstermiyor." Devam. Bir noktaya gelince kazak da boğazınızı yakıyor. Teninizi kaşındırıyor. Serbestinizi bir parça alıyor. Çaresi? Çaresi: O da çıkacak. Hadi bakalım. Hoop. Kazak da gitti. Yük biraz daha azaldı. Deist oldunuz. Şeriatın yükünü de üzerinizden attınız. Artık şahane serbestsiniz. "Ama?" Ama’sı yok. Ama diyenlere yine cevap hazır: "Ben önemli olanın içlik olduğunu düşünüyorum. Ona inanmak yeter. İçliğin kazağa neden ihtiyacı olsun? Koskoca içliğin kazakla-montla ne işi olur canım!"
Devam! Devam da abi, çıkartmaya alıştık bir kere, gayrı üzerimizde giysi durur mu? Hepsi yük gibi görünmeye başladı. Hepsinin bir parça ağırlığı var. Mesela içlik? Ya o ne olacak? Teniniz istediğiniz gibi hava alamıyor içlik olunca. Şöyle bir bayram ettirmek gerekmez mi ona da! Hadi bakalım. Hooop! İçlik de gitti. Oldunuz artık ateist. Başta sünneti atmıştınız. Sonra dini hepten aradan çıkardınız. Şimdi de Allah’tan kurtuldunuz. Keyifler iyice gıcır oldu değil mi? Nefisperestler için kesinlikle öyle olmuştur(!) Lakin... Aaa... Başka yerleriniz mi sızlıyor şimdi de? Dişleriniz mi takırdıyor? Hava alsın diye açtığınız teninizi rüzgâr mı hırpalıyor? İşte, artık siz de Âdem ile Havva’nın kıssasına dahil oldunuz, yani bir parça yaşadınız. Kıssadan hisseniz var artık. O kıssanın anlattığı kanunun bir ferdine dokundunuz. Mübarek olsun. Tevbe kapısı size de açıktır. Ederseniz çaresi var. Montu-kazağı-içliği yine giyersiniz. Etmezseniz çıplaklığınızı asla almazlar.
Arkadaşım, makam öyleydi, işi ateizm-deizim-Kur’an Müslümanlığı bağlamında ele aldım. Ama sen burada takılı kalma. Mürşidimin "Her günah içinde küfre gidecek bir yol var!" demesi sırrınca hepimiz aynı süreçten geçmekteyiz. "Keşke yapmasaydım. Etmeseydim. İşlemeseydim..." dediğimiz her kusurun bir yanı şu çıplaklığa bakıyor. Soyunmaya bakıyor. Güvensizliğe bakıyor. Endişeye bakıyor. Onları işlemekle Rahman’ın korunaklı alanından çıktığımızı hissediyoruz. Dengesizliği seziyoruz. Korkuyoruz. "Evet, her hakikî hasenât gibi, cesaretin dahi menbaı imandır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi cebânetin dahi menbaı dalâlettir!" diyen bu psikolojiye işaret ediyor. Ne diyelim: Cenab-ı Hak cümle çıplaklıklardan dönebilmeyi nasip etsin. Bizi o soğuklarda helak ettirmesin. Hele çıplaklığı hiç sevdirmesin. Âmin. Âmin. Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.