'İnsan tozu'/ arkaik hisler ve çakıl taşının deniz düşü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
‘’Kendimizi yenmekle, başlamadan yenilmişliği söylemek arasında dönüp duran zemberek duvarlar …
başka neler söylüyor şimdi?’’
Aslında gerçek anlamda ‘’var olmayan duvarlarla’’ çevrili yaşamın içinde gibiyiz. ‘’Dogville’’ filmindeki duvarsız setin içinde sıkıştırılmış birbirinden habersiz o kasaba halkı gibi yaşıyoruz adeta. Duvarların varlığı görünmezliği sağlamıyor aynılaşan döngüler içinde…Hepimiz her geçen gün daha çok benziyoruz birbirimize ve gitgide öyle yabancılaşıyoruz ki...
Evimizin içinde koltuklarımızda otururken dışarda gelişen her yeni oluşumun, haberlerin, kaygıların bazen de umudun, düşüncelerimizin üzerine basarak geçip gitmesini izliyoruz. Durmadan izliyoruz ve bu izlediklerimizin bizde nasıl bir iz bıraktığını fark etmiyoruz belki de.
İşte bu izleme sürecinde insanın kendi benliğini ve dünyayı algılayışını etkileyecek en önemli uğraşın ‘’okumak’’olması gerektiğini düşünenlerdenim.
Son günlerde eserlerini okuduğum iki önemli yazar Dostoyevski ve Jean Paul Sartre.
Toplum içindeki insanın iç dünyasının derinliğine, davranışlarına önem veren Rus yazar Dostoyevski ile Fransız yazar Sartre. Farklı dönemde yaşamış bu iki önemli yazarın eserlerinde insanın var oluşuna dair çarpıcı yaklaşımlar bu iki yazarın etkileyiciliğini artıyor kanımca.
Düşünüyordum da Dostoyevski günümüzde yaşasaydı insanın ruh dünyasının derinliğine dair neler yazardı acaba?
O’nun tüm eserlerinde kendi yaşamının izleri vardır çünkü, belki de insanın iç dünyasının tuhaf, anlaşılmaz derinliğini, çelişkilerini anlatmadaki başarısı yeteneği kadar kendine ve çevresine karşı tuttuğu ayna gerçekliğine borçludur.
İşte tam da yaşanan bu yasaklı süreçte toplumun her kesiminden insanı, yaşadıkları zorlukları, zorunlukları, çıkmazları, çelişkileri ve gerçeklerini tamamen tarafsız bir bakış açısıyla ruhunun en karmaşık derinliklerine vararak anlatacak ve yaşananları unutulmaz kılacak bir yazarın okunması gerekir bence, İnsanın kendini anlayabilmesi için…Dostoyevski gibi bir yazarın okunması gerekir bence.
Dostoyevski, Psikolojiyi eserlerinde mükemmel işleyen bir yazardır. Freud’un Dostoyevski’nin eserlerine dair eleştiri yazısı yazıp eserlerini değerlendirdiğine dair yorumlar okudum.Fakat bu eleştiri yazısının gerçekten yazılıp yazılmadığından emin olamadım.
Günümüzde eserleri en çok okunanlar listesinde yer alan Stefan Zweig “Dostoyevski psikologların psikoloğudur’ demiştir. Zweig’in eserlerine baktığımızda özellikle karakterlerin gerçekçi ,derin ruh analizleri ve gözlemlerini aktarırken Dostoyevski etkileri olduğunu görebiliyoruz.
Dostoyevski, Egzistansiyalizmin/ Varoluşçuluk akımının öncülerindendir ve “Suç ve Ceza”, “Yeraltından Notlar”, “Karamazov Kardeşler”, “Budala”, yapıtlarında olduğu gibi, edebiyatta Egzistansiyalizmin öncülüğünü yapmıştır.
Dostoyevski’nin öncülük ettiği Egzistansiyalizmin/ Varoluşçuluk akımının en önemli temsilcisi ve benim hayran olduğum, son zamanlarda kitaplarını ilgiyle okuduğum bir diğer yazar ise Jean Paul Sartre.
Hangi yazarın eserini okusam o yazarın sadece eserlerine dair değil hayatına dair tüm ayrıntıları, anıları varsa mektuplarını da okumak isterim. Sartre’ in eserleriyle tanışmamızdan sonra da öyle oldu. Kitaplarını okuyorken aynı zamanda yazarın ölünceye kadar birlikteliğini sürdüğü arkadaşı Simone De Beauvoıer’le mektuplarını da okuyorum.
Eserlerinde yer alan sıra dışı gözlemler ve engin insan psikolojisi bilgisini harmanlayarak hümanizmanın doruklarına ulaşmış egzistansiyalist filozofu birkaç eseriyle anlamak mümkün olmayacak elbette.. Eminim eserlerini okumada daha çok yol almam, tüm kitaplarını tekrar okumam gerekecek görüşlerine dair bir yorum yapabilmem için; fakat bu felsefi ve edebi yolculuğun benim için ne kadar etkili, anlamlı ve güzel olduğunu söyleyebilirim şimdi.
‘’Sözcükler hastaysa onları iyileştirelim." diyen yazarın tanıklık ettiği dönemleri, müthiş gözlemleri ve insanın varoluşuna dair bakış açısını yansıttığı eserlerini okurken yıllar öncesinden yazılmış eserlerin günümüze kadar varlığını koruyuşunun önemini daha iyi anlıyorum.
Düşünce, o adlandırılamayan… hâlâ şurada. Sessiz sedasız bekliyor şimdi. Sanki şöyle diyor :
"Öyle mi? İstediğin bu muydu? Ama sen onu hiç elde etmedin ki..’’
Sartre’in eserlerinde yaşadıklarımızın, hissettiklerimizin karşılığını estetik ve incelikli sözcüklerle buluruz. Yazarı okurken kendi içimizde de düşünsel bir yolculuğun içinde buluruz kendimizi.
Sartre’ın eserlerinde sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, toplumsal olaylara duyarlılığı varoluşçuluğun edebiyattaki öncülerinden biri olarak kabul edilen Dostoyevski’nin sözünü onaylar niteliktedir:
"Her insan, herkes karşısında her şeyden sorumludur.",
Bir dergide okuduğum, yazarın yıllar öncesinden söylemiş olduğu bu cümle, tam da içinde bulunduğumuz olumsuz süreçte her insanın düşünmesi gereken bir zorunluluk değil mi?
Bizler, belki de evlerin içinden hayatı bir film gibi ikiye ayırıyoruz. Hikayemizin hepsini anlatmıyoruz. Sonucu belirsiz bir kesitin söylenmeyenlerini paylaşıyoruz sessizce..
Sartre ise ’’Bulantı’da’’ şöyle demiştir:
‘’Bir şey, sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez; ona anlam veren ölümüdür yalnız.’’
YORUMLAR
hena
sen hep güzel ve naif sözler söylersin suna.
önceden okuduklarımı ben de yeniden okumaya başlıyorum suna,
çok teşekkür ederim.çokça sevgilerimle..
hena
sevgiler..