Bir Kitabın Hikayesi
Açılır sayfalar… Tozlanmış cilti, yazanı toprağa karışmış! Yazarken nefes alıyordu, düşünüyordu, hayalleri vardı, kimleri üzüyordu yahut mutlu ediyordu kim bilir… Kendisi toprakta çürürken, ondan bir parça yaşıyordu. Okuyan oldukça, onun yerine kendini koyuyor, onu haklı ya da haksız gören yorumlar katıyordu.
Bu sayfaları doldururken muradı neydi ki acaba? ilk önce bir tozunu almak gerek… Yoksa bu kitabı okumadan öleceğim tozdan! Silerken kitabı anlıyorum ki, üzerinde resim seçmemesi, o zamanın geleneğiydi sanırım. Cilt kahverengi, yazılar siyah seçilmişti. Yazıldığı tarih, on dokuzuncu yüzyılın başları. Rumelide yazılmış, Konusunu iyice merak ediyorum. O yıllarda Osmanlı sürekli toprak kaybederken, orada yaşayan Türkler Anadoluya göç ediyordu. Sanki o yıllar, dünya düzeninin yeniden şekillendiği, gücü eline alanın zalimden daha zalim olduğu görünümü hakimdi.
Kitap elle yazılmıştı. Çoğaltılmamıştı. Başlarda resimler vardı altında kısa yazılar. Bazıları hayvan figürleri, bazıları ise isyancı tipli, saçı sakalı karışmış cellat resimleri idi. İnsanların yüzü gülmüyordu. Gözlerinde can yoktu sanki… Orta yaşlı, bazıları göbekli, bazılarının saçları yoktu. Silahlarının üzerinde kan lekelerinde, ağlayan gözler, beddua eden dudaklar… Bantlar vardı sanki!
Nihayet yazılan sayfalara erdim. İlk sayfası biraz hırpalanmış ve kırışmıştı. Sanki yazıp yazmamak konusunda bir zaman tereddüt etmişti. Uzun zaman ağladım diyordu, inandığım ne varsa silindi, eğlendiğim ne varsa yerle bir edildi, sevdiğim kim varsa gözümün önünde vahşice öldürüldü diye devam ediyordu… Saklanmıştım bir yerlere, seyrettim yok oluşu, acıyı, inleyen sözleri…Bunlara nasıl dayanabildim ve şimdi neden yazmak istiyorum bu kitabı anlayamıyorum. Bu kitabı kim bulur ve okuyabilirdi ki… Bu derdest olmuş evde, yiyecek olmayan ve su almak için arayışa girtsem esir edileceğim ortadayken diye devam ediyordu!
Öleceksemde, dayanabildiğim ölçüde, ne yaşadıysam yazmalıyım diyordu. Ben vazifemi yaparım. Okutanda, diriltende Allah değil mi? Dediğine göre 3 gün içinde ne yazabildiyse yazmış bütün yaşadıklarını. Sonra da kitabı sarmış sarmalamış, denize bırakmış, Karadeniz’e… Kitabı Trabzonda bir çocuk sahilde bulmuş, ne işe yarar ki demiş, sonra onu bir çöplüğe atmış… Kalem tutan birisi onu çöplükte bulmuş, derme çatma evinde saklamış… İçini hiç merak etmemiş. Bir gün bina yıkılmış ve onun kitap olduğunu gören işçilerden biri evine getirmiş ve kitaplığına koymuş. Hani evde kitabım olsun der gibi… O kitaplıkta tozlanmış… Onun çocuğu bir gün belki para eder diye bana satmaya kalktı… Bende düşünmeden satın aldım…
Şimdi içindekileri tekrar okuyup, derlemeyi düşünüyorum. Umarım bu Korona rahatlığında bunu yaparım ve kalıcı bir eser olur. Bu rahatlıkta, üstelik esir olmadığım, üç günden fazla ömrüm olduğunu düşündüğüm ve umut ettiğim süreçte hiç bir baskı altında kalmadan bunu yapabilirim diye kendimi motive ediyorum.
Kitaplar… Yazılmalı ve insanlığa bağışlanmalı… Hiç bir eser çürümez de. Mutlaka bulunur ve okunur da!
Bu bir kurguydu şüphesiz… Bir şeyleri anlatmak istedim, anlayana…
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
devasa bir coşku elbette
aşkla örülmüş hayat ve gizi ifşa edip duyguların da gün yüzüne çıktığı.
okumak hep güzel ve güzel kalacak
yazmanın da sihri eklendi mi...
hayat ne güzel/miş meğer.
paylaşmak zaten tarifsiz bir mutluluk.
şükürler olsun ki.
selam ve dua ile kıymetli ağabeyim