- 432 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Güzel Zamanlar
Eski zamanlarda yaşıyor gibiydik. Her şey tadında, her şey yerinde güzeldi. Komşu ziyaretlerinin yeri bambaşkaydı. Hele cumartesi sohbetleri… Her cumartesi bir akrabamızda toplanırdık; muhabbetin, gırgırın haddi hesabı olmazdı. Neden cumartesi sohbeti diye düşünmeyin sakın. Bizim burada eş dost esnaftır, çiftçidir –gerçi çiftçinin gecesi gündüzü olmazdı ya neyse- o yüzden cumartesi gece toplanılır, pazar da bir güzel tatil yapılırdı. Cumartesi gecesi sohbetleri güzel olur da pazar günü piknikleri güzel olmaz mı? Elbette bir başkadır. Güzelim orman havası, insanı dinlendiren adeta ruhunu arındıran derenin şırıltısı, kurumuş odunun yanarken çıkarttığı çıtır çıtır ses… Cumartesi sohbetleri mi, pazar piknikleri mi? Bakın şimdi ben de karar veremedim işte. Akrabalık, komşuluk arkadaşlık bile bir başkaydı o zamanlarda. Samimi sözler, gerçekçi ilişkiler, eş-dost birlikteliği… Peki ya şimdi?
-Ya abi ben oynayacaktım ama neden sıramı çaldın?
-Tamam, güzelim gel gel ağlama şaka yapmak istemiştim. Al hadi sıra sende! Bir atışta topla şu bütün bilyeleri!
O gün çok yorulmuştuk. Dayımın oğulları ile birlikte sabahtan akşama kadar bilye oynamaktan, saklambaç oynamaktan, birbirimizi kovalamaktan nefesimiz tükenmişti. Ama çocuksun işte doymuyorsun oyuna bir türlü. Oynadıkça açılıyorsun. Oynadıkça oynuyorsun. Şimdi oynayalım desem herkes güler halime. Ne günlerden ne günlere geldik biz şimdi? Akşam geç olmadan eve gelmiştim. Elimi yüzümü yıkayıp babamın işten gelmesini bekliyorduk, sofranın başında. Yorgunluktan oturduğum yerde gözlerimin kapanmasına bir türlü engel olamıyordum. Yine öyle bir tatlı şekilde dalmışım ki kardeşimin çok güzel şakasıyla(!) irkildim. Rüyalar aleminde geziyordum. Bulutların üstünde yumuşacık bir gökyüzü yatağında uyurken birden yağmur başlamasın mı! Bardaktan boşanırcasına yüzümden aşağıya… O bir bardak suyu yiyince gözüm dönmüştü. Kovalamaya başladım evin içinde zaten yakalamamam imkansızdı, küçücük evimizde. Yakalayıp altıma aldığım anda babam geldi. Onu görünce kardeşimi bırakıp babama koştum ve hiç susmadan şikayete başladım. Kardeşim de arkamdan yalanlamaya tabi! Babam, “Bir durun hele bir eve girseydim.” dedi, sitem ederek. “Siz geçin bakayım sofraya usluca oturun, geliyorum ben.” Aynı anda, “Tamam!” diye bağırıp içeri girdik. Kız kardeşim de sofranın başında yaptığımız bu hareketlere söylenmeye devam ediyordu. Bize, ikimize birden kızıyordu. Babam sofraya oturmadan önce annem hepimizi susturup göz hapsine almıştı. Ve artık kimseden çıt çıkmıyordu. Bekleyiş devam ederken babam geldi oturdu sofraya. Bismillah. Çorbalar dağıtıldı. Kimsede çıt yok. Sofrada konuşulmazdı ne de olsa sessizce herkes yemeğiyle ilgileniyordu. Belli ki herkes yorgundu. Babam iş yerinde yorulmuş –ne de olsa beden gücü- biz oyun oynamaktan harap olmuşuz, annem ev işlerinin ağırlığında ezilmiş. Derken herkes yemeğini büyük bir iştahla bitirip köşesine çekilmişti. Tabi biz anneme yardım ederek sofrayı topladıktan sonra oturabilmiştik. Daha sonra mis gibi demlenmiş çay… Bu çayın kokusu en has parfümlerde bile yoktur. Her şeyden önce insanı sakinleştirip rahatlatıyor sanki. Çay saatinde herkes gününü anlatır, yapılanlar edilenler konuşulurdu. Zaman kuş misali uçup giderdi. Çaydan sonra ise hayatın en güzel anına gelinirdi. Uyku. Tabi o zamanlar ayrı odamız yok. Ayrı bir odanın olmasının büyük lüks olduğu zamanlardayız. Gidip diğer odadan yataklarımızı getirdim. Odanın ortasına attım. Annem bir çırpıda bizim yatağımızı serdi. Gözlerime karşı olan savaşı kaybetmek üzereydim ki kendimi yorganın altında buluverdim.
Bugün cumartesiydi. Güzel bir cumartesi sabahıydı. Güneş yüzünü göstermiş, kuşlar da ona karşılık vermek için sevinç naraları atıyordu adeta. Yeni tomurcuklanmış ağaçlar ise günü renklendiriyordu. İşte böyle bir sabaha uyandım.
-Günaydın anne.
-Günaydın oğlum hadi kardeşlerini kaldır. Sofra hazır.
Sofra yattığımız odaya hazırlanmasına rağmen uyanamamıştık. Dün nasıl yorulduysak artık. Kardeşlerim de –teşbihte hata olmaz- ölü gibi yatıyorlardı. İşte şimdi beynimde şimşekler çakmaya başlamıştı. Hemen mutfağa koşturup bir bardak su aldım. Kardeşimin yüzünü yavaşça okşayıp süzdüm. Daha sonra suyu bir çırpıda atıverdim. Yataktan öyle bir fırladı ki anlatamam size. Gülmekten karnıma ağrılar girdi. Dakikalarca güldüm, güldüm. Kardeşim uyku sersemliğiyle ne olduğunu anlamamış bir halde bana birkaç küfür savurdu. Bu beni daha da güldürdü. Sesimize kız kardeşim de uyanınca bir taş ile iki kuş vurmuş oldum. Böylece herkes kahvaltı sofrasının başında toplanmıştı. Hızlıca kahvaltı sofrasından kalkmak istiyordum. Çünkü bugün cumartesiydi. Halamlara gidecektik sabahtan. Babam da işten çıkınca gelecekti. Biz de deliler gibi akşama kadar oyun oynayabilecektik. Bu yüzden yerimde duramıyordum. Annem de “Yavaş oğlum boğulacaksın.” demekten kendi yemeğini yiyemiyordu. Kahvaltımızı bitirip ortalığı da topladıktan sonra yola çıktık. Hem hava güzeldi hem de mesafe kısaydı. O yüzden yürüyerek gidiyorduk. Yolda birbirimizin elini sıkıca tutarak gidiyorduk. Sanki bir an bıraksak uçup gidecekti birimizden biri. Eve vardığımızda onlar daha kahvaltı yapıyorlardı. Eniştem de işe yeni gitmişti anlaşılan. Kısacık mesafe sanki yüzlerce kilometreymiş gibi geldi. Yeniden acıkmıştım. Hemen sofraya oturdum. Annem kızarak:
-Daha yeni kalktık sofradan, ne yemeği bu? Kalk bakayım.
Annemi duymadan yemeye devam ediyordum. Halam da anneme müdahalede bulunarak bana destek oluyordu. Ne yapalım çocukluk. Çok enerji kaybediyorduk. Kahvaltıyı yapar yapmaz halamın oğluyla birlikte dışarı fırladık. Önce evin yakınındaki parka gittik. Orada saatlerce kaydık, sallandık. Şimdi düşünüyorum da kaymak ne anlamsız bir işmiş. Parkta sıkıldıktan sonra okulun bahçesine gittik. Orada onun arkadaşlarıyla tanıştık. Bu ilk tanışmalar pek hoş olmaz. Beni oyunlarına almak istemeseler de mecbur kabul ettiler. Bir futbol maçı yapacaktık. Her zamanki gibi beşte yarı onda biterdi. Hiç unutamıyorum. Daha yeni başlamıştık. Beni kaleye geçirmişlerdi. Ne de olsa yabacıydım sesimi pek çıkaramıyordum. Üzerime gelen birkaç topu kolaylıkla tutmuştum. Oynadıkça ısınıyor, gaza geliyordum. Kendimi kaptırmıştım artık iyiden iyiye. Rakip oyuncu uzaktan sert bir şut attı. Ben de uçarak tutmak istedim. Tabi kale direklerini hesaba katmayı unutmuşum. Sağ tarafıma doğru uçtum ve bir anda gözüm karardı. Başımdan akan kanlar bir anda kıpkırmızı yaptı, kalenin önünü. Neyse ki ev çok uzak değildi. Koşarak, ağlayarak, korkarak eve gittik. Annem ve halam görür görmez korkunç bir çığlık attılar. Hemen müdahalede bulunup babamı aradılar. Ondan sonrası zaten tahmin ettiğiniz gibi. Hastane kokusu, ağlayan çocuklar, bir sürü prosedür, bir yığın insan kalabalığı…
Eve geldiğimizde akşam ezanı çoktan okunmuştu. Artık herkes evdeydi. Yemeğimizi yiyip çay faslına geçilecekti. Herkes suspus oturuyordu. Ben ise zaten olayın şokunu pek atlatabilmiş değildim. O akşam hayatımızda bazı şeylerin değiştiğini hisseder gibiydim. Çünkü eskisi gibi sohbet yoktu. Gün içinde yapılan edilenden bahsedilmiyordu pek. Herkes ağzının ucuyla konuşuyordu. Genel olarak bir sessizlik hakimdi, geceye. Bu sessizliği eniştem derin ah çekerek deldi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken babama karşı:
-Ne yaptın halledebildin mi işleri, ne zaman gideceksin?
-Hepsi bitti. Her şey bitti. Bir devir kapandı. Nasip olursa yarın akşam yolcuyum.
Nasıl yani? Bu da ne demekti şimdi? Neyi halletmişti, nereye gidiyordu babam? Bu konuşmalar olurken annem ve halamın gözleri dolmuştu. Biz çocuklar ise ne olduğunu bilmeden birbirimize bakıp susuyorduk. Daha sonra annem:
-Sen gidiyorsun da biz ne yapacağız burada? Elde yok avuçta yok. Üç çocuk ben ne yaparım? Çok mu durursun az mı durursun bilmiyoruz? Her şeyimizi kaybettik. Bizim olmayanları bile kaybettik. Kim bilir nasıl toparlayacaktık?
Konuşmaya daha fazla devam edemeyerek hıçkırarak ağlamaya başladı. Halam ise onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Babam ve eniştem de aynı şekilde bir sürü söz söylüyordu. Daha sonra eniştem:
-Biz buradayız. Daha sen ne yapacağım diye soruyorsun. Her zaman soframda bir tabağın, evimde bir odanız var. Sen dert etme. Allah büyüktür. Bu yaşananlar da elbette geçecek. Dert etmeyin bu kadar. Bakın çocuklar da etkileniyor. Hadi neyse kapatın konuyu.
Eve geldiğimizde kimse konuşmuyordu. Kimse tek kelime etmedi. Yataklar hazırlandı. Yattık uyuduk. Sabah olduğunda bir telaş vardı evde. Valizler hazırlanıyor, suratlar beş karış… Bunca yaşananlara rağmen bize henüz bir açıklama yapan olmamıştı. Bir ara babama, ne oluyor demeye kalkışmıştım ki gözleri dolarak yüzünü diğer tarafa çevirdi. Yine bir şey öğrenememiştim. Annem zaten konuşmuyordu. Daha sonra eniştem geldi. Babamı alıp gittiler. Vedalar zor olurdu, zor olurmuş o yaşlarda anlamıştım bunu. Burada o anları anlatamadığım için üzgünüm. Babam gitti. Annem ve kardeşlerimle kalmıştık artık. Ama yalnız olmadığımızı biliyorduk elbette. Akrabalık, komşuluk en önemlisi de insanlık henüz hayattayken gelmişti bunlar başımıza.
Babam, yaklaşık üç aydır gurbetteydi. O gittikten sonra annem bize her şeyi anlatmıştı. Maalesef, her şeyimizi kaybetmişiz. İşlerimizi, dükkanımızı, arabamızı, paralarımızı her şeyi… Bir de bir sürü borç kalmıştı üstümüze. Yaşanan ekonomik bunalım bizi de iyice bunaltmıştı. Ama yavaştan toparlanmaya başlamıştık. Babam üç aydır çalışıyordu. Borçları da kapatmaya başlamıştık. Keyfimizi ise her zaman yüksek tutan sevdiklerimiz olmuştu. Başımıza gelenlerden sonra hiçbir şey değişmemiş gibiydi sanki. Yine cumartesi günleri birimizde toplanıyor, sohbetler ediyor, yiyor içiyorduk. Bizleri hiç yalnız bırakmıyorlardı. Her akşam biri geliyor, kimse gelmese bizi çağırıyorlardı. Dayım pazar günleri piknik için mutlaka bizi de dahil ediyordu. Sanki hayatımızda hiçbir şey değişmemiş gibiydi. Aslında çok şey değişmişti, çok şey öğrenmiştik. Bu hayatta mal, mülk sahibi olmak demek mutluluk sahibi olmak demek değilmiş. Maddi şeylere sahip olmak insanı yeterince mutlu etmiyormuş demek ki. Önemli olan manevi olarak neye sahip olduğunmuş. Bu yaşananlar bize bunu öğretti. Manevi olarak çok zengin olduğumuzu öğrenmiştik. İşte o gün asıl zenginliği de öğrenmiş oldum. Babam düzenli olarak para gönderiyordu bize. Annem ise o parayla evi, evirip çeviriyordu. Kimseye muhtaç olmuyorduk. Zaten kimse de muhtaç bir durumdaymışız gibi davranmıyordu ne mutlu ki. Zamanlar bu şekilde birbirini kovalayıp duruyordu. Artık babamın dönmesi yakınlaşmıştı. Durumumuz daha da düzelmişti. Artık eski günlerimize dönecektik. Bu haber herkesten çok beni ve kardeşlerimi sevindirmişti. Artık babamızı görebilecektik. Yine cumartesi günleri beraber sohbet edip pazar günleri pikniğe gidecektik. Sabahları kahvaltımızı hep birlikte yapabilecektik. Merakla ve heyecanla babamın geleceği günü bekliyorduk.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.