- 603 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İMAM
Yoğun bakım odasına alındığı gün yanında ben vardım. O, hastalarımdan yalnızca biriydi. Virüsün pençesine düşmüş yüzlerce, binlerce insandan yalnızca biri. Yaşı elli beş, erkek hasta. Kendi kendine söylenirken onu fark ettim.
“Nereden kaptım bu illeti ben! Nereden, kimden?”
Hasta, yatağına uzanırken bir kez daha;
“Nereden kaptım ben bu illeti doktor!”
Göze görünmeyen bir düşmanın doğal olarak nereden size yaklaştığını ve nasıl vurduğunu fark edemezsiniz. Daha sonra imam olduğunu öğrendiğim bu hastamı da ötekiler gibi teskin ederek işe başladım.
Nefes darlığı vardı, ateşi çok yüksek değildi, arada öksürüyordu. Öksürürken ağzını, burnunu dirseğinin içiyle kapatmayı ihmal etmiyordu.
Şehir hastanesinde göreve başladığım ilk günden itibaren her gün aklıma gelen bir cümle zihnimde aralıksız yankılanıyor.
“Parçalı biçimde üçüncü dünya savaşının içindeyiz.”
Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus’un yaklaşık beş yıl önceki bu söylemi aklımdan bir türlü çıkmıyor. Bölgesel çatışmalara ve terör saldırılarına bakarak bir değerlendirmede bulunmuştu. Bu din adamının bu söylemi yalnız beni değil tüm dünyayı tedirgin etmeye yetmişti. Evet, o büyük savaş gelip çatmıştı. Bu kez karşımızda görünmeyen bir düşman vardı. Antarktika dışında yaşayan tüm milletler o savaşın bir parçasıydı. İnsanoğlu bu salgından kendine dersler çıkarır mıydı acaba. Savaş çığırtkanları, akıllarını başlarına toplar, İnsan olduklarını hatırlayıp yıkmak yerine yaraları sararlar mıydı. Yerkürenin avuç içi kadar küçüldüğünü anlayıp hasmının altına dinamit yerleştirmekten vazgeçerler miydi sahi. Habil’i öldüren Kabil misali şu dökülen masumların kanlarının bize ne faydası dokunur bir an olsun durup düşünürler mi ki!
Savaş çığırtkanlarını koltuklarından indirip bir günlüğüne olsun burada misafir etmek isterdim. Yaşanan bu kıyımı inanın görsünler isterdim. Sesler geliyor yoğun bakım ünitelerinden. Feryatlar, ağıtlar, hiç birine kulaklarınızı tıkayamayacağınız yakarışlar… Susuyorum, yükselen o nidaları yüreğimin en derinlerinde hissediyorum.
“Daha çok yapacak işler vardı doktor. Benim... Çok…. Çok… İnan çok ve güzel işlerim vardı…”
“Henüz üniversite bitmedi daha finallerim var benim bu vaziyette nasıl çalışacağım onlara?”
“Evde yaşlı bir anam var doktor ya ona da bulaştırdıysam.”
"Ölmek istemiyorum, ne olur kurtarın beni."
Bir diğeri hüngür hüngür ağlıyor. Gecenin bir vakti karşılaşsanız korkup yolunuzu değiştirmeye niyetleneceğiniz türden korkunç bir adam. Öyle insan azmanı, öyle ürkünç suratlı, karanlık bakışlı… Onların da çocuklar gibi ağlayıp sızlanabileceklerini bilmez, düşünemezdim…
İmam on gündür yoğun bakımda yatıyor. İlk geldiği günden beri yüzünün bir kez olsun güldüğüne şahit olmadım. Hep düşünceli, hep sorgulayıcı bakıyor, arada bir de kendi kendine;
“Nereden kaptım bu hastalığı ben!” deyip duruyor. “O kadar da dikkat ettim kendime. Ellerimi yıkadım, maskemi taktım, insanlardan en az iki adım uzakta durdum.”
Bir gün yanına yaklaşıp sordum.
“Hocam, akılma bir şey takıldı izniniz olursa sorabilir miyim?”
“Ne demek doktor bey buyurun.”
“Kurallara uyduğunuzu biliyorum. Peki, yemek esnasında telefonlara cevap verdiğiniz oluyor muydu?”
“Evet oluyordu doktor bey, hem de her gün, defalarca. Yardıma ihtiyacı olan herkese kapımız açıktır bizim. Cemaat bir başına bırakılamaz. Lakin cebimden çıkmazdı o telefon. Konuşma bittikten sonra yine cebime atardım.”
Yedi gün yirmi dört saat hiç durmadan elinizi yıkasanız dahi yemek esnasında telefonla konuşursanız öteki tedbirler bir işe yaramaz. Bunları kendisine söylemedim sadece dinledim, yorum yapmadım. Yoğun bakıma yattığı ilk gün “Daha iyiyim.” demişti “Beni çıkartın.” Akşama doğru huzursuz ruh hali benliğini kaplamıştı.
“Doktor bey kendimi iyi hissediyorum bari iki rekat namaz kılmama müsaade edin.”
“Şu aşamada olmaz.”
“Sadece iki rekat namaz kılsam olmaz mı?”
“Olmaz hocam, bu aşamada buna müsaade edemem; günahsa bana yazılsın.”
“Peki.”
Yoğun bakıma yatışının onuncu günü imamı kaybettik. Yatağı boş, onunda içinde bulunduğu yoğun bakım ünitesini birkaç gün önce kapattık. Bugün daha az hasta yoğun bakıma ihtiyaç duyuyor. İhtiyaç duyulmayan odaların yanından geçerken kaybettiğimiz hastaların feryatlarını duyar gibi oluyorum. İmamın o şaşkın bakışları üzerimde, boşlukta yankılanan sözleri sonsuz bir alemde çalkalanıp duruyor.
“Nereden kaptım bu illeti doktor! Nereden, kimden?”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.