- 568 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
İKİNCİ BAHAR
Buruş, buruş olmuş yüzü, kaşık kadar kalmıştı.
Gözlerinin altı resmen torbalaşmıştı. Feri sönmüs iki yıldız gibilerdi. Göz kapaklarının bir perde gibi, kirpiklerinin üzerine inmesine rağmen, yine de inatla ışıldamaya gayret ediyorlardı sanki...
Ahı gitmiş vahı kalmış denir ya! Bedenen öyle ama bakışlar adeta;
Ben henüz ölmedim, yaşıyorum der gibiydiler...
Garip bir pus çökmüştü derinlere inildiğinde. "Gözler kalbin aynasıdır " denilir ya... Kalpten gözlere yükselen duman gibi belki...
Bir damla akıyor, bir damla, bir damla daha süzülüyor, ütüsüz bir bezi andıran yüzünden.
Sessiz ve yorgun...
Seksen yaşlarında bu kadıncağızı, ağlatan ne olabilirdi. Kim üzüyordu, kim canını sıkıyordu?
Hangi insafsız ağlatıyordu acaba; ununu elemiş, eleğini asmış bu sevimli ihtiyarcığı...
Karşısında oturan aynı yaşlarda, beli hafif kamburlaşmış, hemen yanı başında bastonu; emre amade bekliyor sahibini.
Belli ki artık üçüncü bir ayağa ihtiyaç vardı.
Ama duruşu güçlü, ulu bir çınar gibi sanki. ve bakışları merhametli bir adam...
Pür dikkat dinliyordu kadını. Henüz tanışalı bir saat olmuştu ve derin mi derin bir sohbete dalmişlardı. Yıllardır dostlardı da parkta tesadüfen karşılaşmışlardı sanki...
Saçı başı apak olmuş, bu kadın yetmiş sene öncesine dönmüş ve çocukluğunu anlatmaya başlamıştı.
Adam hiç konuşmuyor sessizce dinliyor, arada bir baş hareketi ve kısa konuşmalarla, tasdik eder tarzda dikkatle dinlediğini belirten sözler söylüyordu.
’"Ya, hımm..."
"Anlıyorum."
Yaşlı kadın, neredeyse hıçkırıklarla ağlar duruma geldiğinde, uzandı ellerini tuttu ihtiyar delikanlı. Sıktı avuçlarının içinde incitmeden, yaprak gibi titreyen elini, yumuşacık ve okşarcasına...
Etraftan bir kaç meraklı bakış, acıyarak baktılar ağlama krizine giren kadına ve karşısında oturan eşine...
Belki de çocukları evden atmışlardı bu sevimli çifti..
Veya huzur evine gitmek zorundalardı. Bunun için üzgünler di...
Böyle dramatik senaryo kuranlar bile vardı içlerinde...
Evet, evet... Uzaktan öyle bir resim çiziyorlardı. Evlatlarından darbe yemiş yaşlı anne ve baba...
Adam nasırlaşmış iri kemikli eliyle, karşısında oturan henüz adını bile bilmediği bu kadının yumuşacık yanaklarını kuruladı özenle. Peçeteye gerek duymadan, şefkatle ve samimi...
Yağan yağmurun ardından doğan güneşin ışıkları gibi, gülümsedi sıcacık... Ağlaması durdu.
Hafifce kızardı pamuk gibi yanakları. Ellini adamın avuçlarının içinden, hafifce geri çekti kucağına yerleştirdi. Diğer eliyle gözlerini silerken, konuşmaya devam etti:
"Ne kadar komiğim değil mi? Sizi tanımıyorum bile, sizinle ilgili hiç bir şey bilmiyorum.
Ve oturdum size içimi döküyorum. Çocukluğum da yaşanmış bitmiş gibi görünen, ama aslında unutmak istediğim sürekli ötelediğim ve en sonunda hiç yaşanmamış gibi, ruhumun maskelemeyi başardığına inandığım bu anılar, ur gibi kanlı bir çıban gibi zonklayıp duruyormuş...
Aslında içimde ki çocuğun, masmavi umutlarının kıvrımlarında, kabuk bağlamış kabuk altından sürekli kanayan bir yara gibi...
Umutsuzluk ve mutsuzluk neden hep omuzlarımda yükmüş şimdi anlıyorum.
İyileşmemiş aslında hep acıtmış içimdeki çocuğu. Ve ben bunu ilk defa ve sizin sayenizde fark ediyorum. Çok ilginç değil mi?
Utanmadan, çekinmeden açtım yüreğimi size.
Ne acı ki, hiç kimse açlığıma susuzluğuma ilaç olamamış bu yaşıma kadar...
Rahatladım. Sanki pamuk gibi, bembeyaz bir bulut kadar hafifledim.
Çok derinlerde bir yerlerde kök salmış zehirli bir yabani dikeni çekip çıkarmış ve fırlatıp atmış gibi oldum sanki... "
"Yooo, lütfen hiç çekinmeyin. Komik falan değil. Ayıp hiç değil. İnanın çok sevindim rahatlamanıza. Sahi isminiz nedir?
"Size ne diye hitap etmemi istersiniz?
"Sidikli; diyebilirsiniz mesela. "
İki yaşlı insan birbirlerine bakıp, kahkahayı basıvermişlerdi şimdi...
Gülmekten ikisinin de gözlerinden yaşlar akıyordu.
Az önce hıçkıra hıçkıra ağlayan kadının gözlerinden bu sefer gülmekten yaşlar boşalıyordu.
Çocukluğunda altını ıslattığı için adını ’sidikli ’ takmışlardı.
Ve bu kelimeden nefret ettiğini, kardeşlerinin hiç birisinin yaşamadığı bu utanç verici durumun, neden sadece on da olduğunun isyanı, ve tüm bunların ruhunda açtığı derin yaraları, hiç tanımadığı bu adama bir solukta anlatıvermişti...
Yetmemiş şimdi de kendisiyle dalga geçecek, içinde ur gibi düğümlenmiş bu lakaba katıla,katıla gülecek hale gelmişti.
Yaşlı adam tekrar uzandı ve yanaklarından süzülen damlaları kuruladı, ismini bile bilmediği park arkadaşının, titreyen ellerinde gözyaşlarının sıcaklığı var dı.
Soğuğun etkisiyle üşüyen ellerinden, yüreğine doğru ılık ılık, bir sıcaklık yayıldı.
Kadın sevgiyle baktı, bu kendi yabancı ama yüreği tanıdık muhteşem insanın gözlerine.
Gülümsedi güneş kadar sıcak, maviş maviş bakan gözlerin ta içine minnettarlıkla. Hafif mahçup ama çocuklar gibi şen...
Geç kalmak duygusu ne kadar acı olsa da...Garip bir mutlulukla titredi yorgun yüreği.
"Aşk değildir herhalde bu duygu? diye kafaları karışmıştı her ikisinin de...
Aynı anda konuştular. Aynı anda gülümseyerek...
"Tanıştığıma çok memnun oldum!
YORUMLAR
Yazıdaki tasvirler kayda değer güzellikte. Okuduğunuzu görmüş gibi oluyorsunuz. Bu da paylaşımın tarzı olan durum ve kesit öyküsünün belirgin özelliklerinde biridir.
Bu şirin ve sıcak anlatıma başka bir ad verilebilir miydi?... Belki!...
Kaleminize sağlık...
Sevgilerimle...
asude_vuslat
Kahraman içimizden biri ve küçüklüğunde "südüklü " diye isim takılmış.
aslında ben de çok kaba bir yazı ismi diye ikilem de kalmıstım
ama en önemli detay da o lakap takma durumu olunca kendime söz geçirememistim
sizi mi kırayım dedim ve değistirdim
nasıl olmuş?
Serap IRKÖRÜCÜ
Önerimi kayda değer aldığınız için ben teşekkür ederim. Yeni adı anlatılanlara çok da yakışmış üstelik.... :))
Sevgilerimle...