- 443 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Stratonikeia II
"Bazen insan anlamsızca hatalar yapar ve bunun farkındadır. Lakin engel olamaz artık aşkın esaretindedir."
Sarayın girişinde bir hareketlilik vardı. Anlamsızca bakıyordum bu hareketlilik ve muhafızlarda ki telaşın olumsuzluk değil de, bir karşılama için olduğunu az sonra anlamıştım. Beyaz bir atın üzerinde en önde görkemli giysileri ile bir kumandan vardı. Arkasından da ondan daha düşük rütbeli olduğunu düşündüğüm iki kumandan ve 6 atlı asker sarayın bahçesinden içeriye girdiler. En önde duran kumandan benim olduğum verandanın tam karşısından geçerken birden atı durdurdu. At güç bela dururken, ön ayakları hafifçe yukarı kalkıp başı bana doğru döndü, atın dönmesi ile beraber kumandan ile göz göze gelmiştim. Gözlerini dikip baktı, çok asil bir duruşu vardı, lakin neden bana bakıyordu ki? Birden kendimi ona bakmaktan alamadığımı fark ederek onun selamlamasını da görüp selamını aldığımı belirtmek için hafifçe başımı öne eğerek gülümsedim. Bu olanlar istemsizce gerçekleşmişti. Hemen yönümü hafifçe başka yere kaydırarak manzarayı izlemeye devam ediyordum, ama gözüm şehrin ufkunda doğan güneşindeyken aklım halen orada bana bakıp bakmadığı konusunda kararsız kaldığım atının üzerinde adeta bir kahraman gibi duran o kumandandaydı. Asil bir duruşu vardı tıpkı o savaş hikâyelerin de ki asil şövalyeleri andıran görünüşü ve bana bakışı aklımdan çıkmıyordu. Daha önce görmediğim bu adam kimdi? Belki Kral Selevkos’un uzak diyarlardan gelen savaşçı kumandanlarından birisiydi. Belki de başka krallıklardan gelen bir elçiydi. Belki de aklımın olmasını ihtimal vermek istemediği Prens Antiokhos’tu. Hayır, hayır bu Prens olamazdı eğer prens Antiokhos olsaydı. Kral Selevkos onu kapıda karşılamaz mıydı? En azından bildirir ve onun gelişinde herkesi ayağa dikerdi. Hayır, bu Antiokhos olamazdı? Diye aklım düşünürken bir taraftanda bunu bir olasılık olarak kenarda öylece tutuyordu.
Benim ise genç bir kız olmadığım ve içerde bir ülkeyi yöneten kocam ve henüz çok küçük bir kızım vardı. Hemen toparlanıp verandayı terk ettim. Verandayı terk ederken dahi bana halen baktığını düşündüğüm o adama hiç bakmadan içeriye geçmiştim. Bu adam benim kim olduğumu bilmiyor olmalıydı. Lakin giysilerine ve durumuna bakınca önemli birisi olduğu kesindi. İçeriye Phila’nın yanına gittiğimde henüz uyanmadığını gördüm. Akabinde Kral Selevkos’a göz attığımda kır sakal ve bıyığının arasında bir mağarayı andıran ağzını açmış horlayarak uyuyordu. Bu sevimsiz adamın eşi olmanın acısı ve gençliğimin henüz ilk zamanlarında olmanın verdiği buhran bir anda yüreğimi sızlatmıştı. Buna sebep ise az önce gördüğüm o şahsiyetti.
Nihayet Kral Selevkos uyanmıştı. Bir muhafız gelerek Selevkos’a, oğlu Prens Antiokhos’un geldiği haberini verdi. Kral henüz yatağından yeni kalkmıştı ve üzerinde yatak kıyafetleri duruyordu. İçimde bir his, bu Prens’inde kız kardeşi gibi beni kabullenmeyeceği doğrultusundaydı ki, Antiokhos’un içeri girmesi ile ağzım adeta şaşkınlıktan açık kalmıştı. Kral Selevkos’a hiç benzemiyordu. Selevkos açık tenli bir adamdı, oğlu ise aksine esmer ve babası ile hiç alakası olmayan bir adamdı. Antiokhos beni gördüğünde bir anda duraksamış ve babası Kral Selevkos’a ne diyeceğini şaşırmış olacak ki hiçbir an duraksadı selamlayarak durumu toparlamaya çalışsa da olmadı. Kral onda ki bu tutukluğu fark etti. “oğlum tahtımın varisi, bir sorunun mu var, seni iyi görmedim,” Prens Antiokhos ise yapmacık bir gülümseme ile “hayır sadece yol yorgunluğu” diyerek geçiştirdi. Kral Selevkos ise “ dinlenmelisin yorgun bir Antiokhos’u hiç çekemem” diyerek güldü. Antiokhos’ta “müsaadenizle” diyerek çekiliyordu ki, Kral Selevkos; “galiba yorgunluktan gözlerin kör oldu, senin yokluğunda yalnızlığıma son veren kraliçe Stratus ile tanıştırayım” diyerek eli ile takdim edercesine beni gösterdi. Prens ise gülümseyerek bana baktı. “afedersiniz Kraliçem sizi tanımak benim için onurdur” diyerek beni selamladı. Ben ise buruk ama güler yüzlü bir şekilde “olur, sorun değil Prens Antiokhos” dedim. Antiokhos odadan ayrıldıktan sonra biz konuşurken içeriye giren hizmetkârlardan birisi Phila’nın uyandığını söyledi. Phila’nın olduğu yere gittiğimde hizmetkâr kızımı almış “bak kim gelmiş biliyor musun? Ağabeyin gelmiş,” diyordu. Hemen elinden kızımı alıp ona sert bir tavırla odadan çıkabileceğini söyledim. Oda anlam veremeden yanlış bir şey yaptım, düşüncesi ile yüzünde üzgün bir ifade ile odayı terk etti.
Antiokhos odadan ayrıldığında sanki yüreğime bir şey saplanmış gibi acıyordu. Aman Tanrım, hayır! bu acı daha önce hissetmediğim çok kötü bir acıydı. Bu sıkıntı adeta yüreğimi avuçlarının içine almış acımasızca sıkıyor gibiydi. Aşk denilen duygu bu olmalıydı? Bakışları, gülüşü her hareketiyle aklımı işgal eden bu adamı unutmam gerekiyordu. Kralın yani eşimin oğlu aynı zamanda benim üvey oğlum ve kızımın üvey abisiydi. Belki de her şey düşündüğüm gibi olacak oda kız kardeşi gibi beni sevmeyecek ve uğraşacaktı. Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı. Akşam yemeğinde kız kardeşinin yerine o oturmuştu ve yine karşımdaydı. Gözleri öyle sakin ve derin bakıyordu ki, babası soru sormadıkça konuşmuyordu. Sadece arada sırada benim gözlerimin içine istemsizce bakıyor ve gözlerini hemen babasına kaydırıyordu. İlk kez yemekten o kalkana kadar yani yemeği son dakikasına kadar beklemiştim. Sanki bir şey beni oraya bağlamış gibiydi, bir türlü kalkamıyordum. Hizmetkâr ben kendisine işaret vereyim de beni çağırsın diye adeta bahçenin köşesinde ağaç olmuştu. Lakin benim kalkmaya niyetim yoktu. Neyse ki Selevkos yemeğini ve konuşmasını bitirerek hepimizin masadan kalkmasını sağlamıştı. Kimse bir şey demese orada karşılıklı sabahlayabilirdim. Kral Selevkos ayakta sendeleyince kolunun altına ben ve Antiokhos girdi onunla odaya kadar beraber Selevkos’u taşımıştık. Selevkos sarhoş ağzı ile bir şeyler mırıldanıyordu. “iyi ki oğlum ve güzel karım var, yoksa beni kim getirecekti” diyerek güldü. Yatağa yatırdım ve Antiokhos’un yüzüne bile bakmadan gerisini halledebileceğimi söyledim. Hiç konuşmadan odadan ayrıldı. Selevkos yatağında sızmıştı onu güzelce yatırdıktan sonra Phila’nın yanına geçtim. Oda çoktan uyumuştu, bende uyumak için biraz uğraştıktan sonra uyuyamayınca verandaya çıkarak anlamsızca bakmaya başladım. O gün sabaha kadar uyuyamamıştım. Gözlerimi kapatınca sanki onun belirgin kaşlarının altında ki iki siyah göz ile karşı karşıya geliyordum. Beni gerçekten çok zor duruma sokacak bir sevdanın başlangıcı mıydı onunla ilk göz göze geldiğimiz Yoksa sadece ben mi ondan etkilenmiştim. Aklımda ki sorular böylece uzayıp gidiyordu. Sabahın ilk ışıklarında yine verandaya çıkıp güneşin doğuşunu beklemeye başlamıştım ki, hafif bir ıslık sesi işitmiştim. Aşağıya baktığımda Prens Antiokhos bana bakıyordu ve bende ona bakınca “hey Kraliçem benimle bir sabah yürüyüşüne çıkmaya ne dersiniz?” dedi. Bende hiç itiraz etmeden “olur” diyerek aşağıya indim. Beni selamlayarak karşıladı ve beraber yürümeye başlamıştık. Hiç konuşmadan bir süre yürüdükten sonra bana “sizi daha önce görmüştüm” dedi. Ben hayretle ona bakıp “ne zaman,” dediğimde. Durdu ve bana bakarak “siz beni hatırlamıyorsunuz ama ben sizi çok iyi hatırlıyorum” dedi. Tekrar önüme bakarak yürümeye devam edip, “sizi gerçekten hatırlamıyorum,” dedim. Prens konuşmasına gülümseyerek devam etti. “on yıl kadar öncesinde babanıza Kral Selevkos’un elçileri ile bir haber getirmiştik. Sizi yine veranda da dışarıya bakarken görmüştüm. O zaman daha küçük bir kız çocuğuydunuz bende toy bir askerdim. Sizin elinizde ki ahşaptan oyma oyuncak bir atınız yere düştüğünde onu yerden alıp size doğru uzatmıştım, dedi. Bende böylece hafızamda belli belirsiz olan o kara kuru askeri hatırlamış oldum. “çok zayıf ve çelimsiz bir askerdi” dediğimde ikimizde gülmeye başlamıştık. Onun yanında yürümek bana huzur veriyordu. Hemen hemen her sabah çıkıp beraber yürürdük. O bana savaş hikâyelerini anlatırdı ben ise Herkül’ün dahi efsanelerini onu dinlediğim gibi dinlememiştim. Can kulağı ile onu dinliyor başkasının yaptığı saçma şakaları dahi o yaptığında gülüyordum.
Kral Selevkos’un varlığı her yürüyüş sonrasında kara bulut gibi üzerime çöküyor ve beni derin bir kasvetin içine hapsediyordu. Ay doğmamış zifiri karanlık bir gecenin sabahını bekler gibi bekliyordum Prens Antiokhos ile geçireceğimiz o kısacık yürüyüşü. Elbette ki istediğim yürüyüş yapmak veya bir dost ile vakit geçirmek değildi. asıl istediğim onunla zaman geçirmek onun yüzüne gözlerine bakmak onun gülüşünün ışıltısı ile kalbimin kasvetini dağıtmaktı. Belki bunu kendime bile açıklayamadığım bir sır olarak yüreğimin derinliklerinde sakladığım aşktı. Lakin Antiokhos’un bana yaklaşımına aşk anlamını vermek anlamsızdı. Ne kadar da arada gözlerimin içine baksa da henüz aramızda yaşananlar çok yüzeysel ve dostaneydi.
Bir gün yine yürüyüş yaparken, Kralın benim adımı verdiği bahçenin önüne geldiğimizde “hmm kral bu köşeyi size bahşetmiş olmalı” dedi. Bende gülümsedim ve “evet bunu ilk duyduğumda çok heyecanlanmıştım. Çünkü benim için güzel bir hediyeydi,” dediğimde, Prens Antiokhos güldü. Bende ona bakarak öfkeli bir tavırla, “sizce buna değer bir bayan değilim galiba,” dediğimde bana döndü ve ihtirasla gözlerimin içine baktı. “ hayır, hayır beni yanlış anladınız ben babamın yerinde olsaydım sizin adınıza mükemmel bir şehir yapardım” dedi. Gözünü güzümden ayırmadan bakıyordu ve adeta ruhumu içimden çekip alıyor gibiydi. Ondan ne gözümü çekebiliyor nede başka bir şey yapabiliyordum. Birden ellerimden nazikçe tutarak “neyiniz var, sanki bayılacak gibi oldunuz” diyerek beni yakınımızda ki süs havuzunun kenarına götürerek oturmamı istedi. Havuzun suyunda ellerini ıslatarak, yüzüme sürdü. Ben ise onun elimi tutan ellerini kavramıştım. Bir süre öylece kaldık. Ellerimi tutan ellerinin sıcaklığı bu anlamsızca uzun uzadıya ellerimizin bir araya gelmesini unutmuştum. Artık düşünemiyordum. Bir birimize o kadar yakınlaşmış ve öylece donakalmıştık. Bir ara gözlerimi yerden kaldırıp büyük bir cesaretle onun gözlerine baktım. Gözleri tekrar gözlerime kilitlendi ve dudaklarıma yaklaştı. Artık nefesimiz sıcaklı dudaklarımıza çarpıyordu. Ona, uzak dur benden, ben senin Kraliçen ve babanın eşiyim, sarayda bizi görenler olacak demek istedim, ama sanki dilim tutulmuştu. Bir anda dudaklarımız birleşmişti. Gözlerimi hafifçe kapattım, Ellerimiz öylesine kenetlendi ki sanki hiç çözülmeyecek gibiydi. Sabahın bu saatinde bahçenin bu köşesinde kimse olmazdı. Lakin görmeleri hiçte umurumda değildi. Dakikalarca dudaklarımız ayrılmadı. O benim çekilmemi bende onun çekilmesini istiyordum. Lakin bu kararsızlık üzerine gözüme kızım Phila geldi. Sonra bu haberin Krala ulaştığında ne yapacağını düşünerek kendimi çekip başımı yana çevirip. “bunu yapmamalıyız Kral ikimizi de öldürür” dedim. Antiokhos “umurumda değil seni ilk gördüğümden beri bir an bile aklımdan çıkmıyorsun, seni daha önce görmediğim için kendime çok kızıyorum,” dedi. Ben ondan kaçarcasına hiçbir kelime söylemeden uzaklaştım. Yüreğim sanki alev alev yanıyordu. Kalp atışlarımı hissedebiliyordum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.