- 1038 Okunma
- 7 Yorum
- 1 Beğeni
Sille
Zeynep ile Hüseyin aşk evliliği yapmamış olsalar da sanki ruh ikizini bulmuş gibi bir birlerini tamamlıyorlardı.
Evlendiklerinde tabir yerindeyse " evsiz yurtsuz" evlenmişlerdi. Aile büyükleri (!) öyle uygun görmüştü. Aileler, bir an önce başlarından kovmak için hiçbir hazırlık yapmadan evlendirmişlerdi onları hayatlarının baharında.
İlk zamanlar bir birlerine ısınamamış olsalar da yavaş yavaş bir birlerine alışmışlardı. İlk çocukları Serhat doğduğunda herşey tam olmuştu. Ondan sonra hayata sımsıkı sarılmaya, yeni birşeyler yapmaya başlamışlardı.
Ahşaptan yapılmış olan evleri; iki odalı, küçükten hallice holü, tuvaleti ve banyosu aynı olup evin su bağlantısı bulunmamaktaydı. Ev köyün en eski eviydi. Nereden bakarsanız yüz yıllıktı. Uzun zamandır evde oturan olmadığından binanın duvarlarındaki taşlar dökülmüş, ahşap kolanları çürümeye yüz tutmuştu. Çatının kiremitleri desen her rüzgarda yerle bir oluyordu ve esen rüzgarlar sonrasında gelen yağmurlar adeta başlarına yağıyordu. Anlaşılacağı üzere yuva diye başlarını soktukları ev onları taşıyacak güçte değildi. Ha bugün ha yarın yıkılacağım diye kendini gösteriyordu.
Baharda başlayan mevsim kışa kadar bir şekilde geçiyor; ancak kış coğrafyanın etkisiyle de yaşanılmayacak bir mevsim haline geliyordu. Kış, soğuk geçmesine soğuk geçiyordu ama Zeynep, kansızlıktan mıdır nedir bilinmez herkesten daha fazla üşüyordu. Kış ayları dert aylarıydı gerçekten. Kış geldi mi sorunlar bitmiyor bir yanda odun kütük ihtiyacı diğer yanda evin her bir yanından esen soğuk rüzgarlara karşı alınacak önlemler. Duvarlara kilim çakılıyor onun üzerine battaniye sarılıyor bu defa da zeminden gelen soğuk iflahlarını söküyordu. Bu şartlar altında doğmuştu ilk çocukları Serhat ve hastalıktan kurtulamıyordu.
Zeynep, evliliklerinin üç beş günü dışında evle ilgili sorunlarını eşine dile getiriyordu. Özellikle kış ayı geldiğinde konu, ev ve eve bağlı soğuktan başka bir konuya bağlanamıyordu. Serhat’ın doğumundan sonra bu sorun Zeytep tarafından zirve yapmış Hüseyin’e çıkış yolu bırakmıyordu.
- Uuu yine çok soğuk, donuyorum. Dışarıda ne varsa içeride de o var. Kardan adamı da içeri aldık mı tam olacak. Canım oğlumun da ağzından burnundan akıntılar bir türlü eksilmiyor. Çocuğu Zatürre etmesek iyi. Bu ev canavar canavar. Komşuların yaktığının üç katını yakıyoruz da bana mısın demiyor. Sen üşümüyor musun? Yeter artık! Yeni bir ev yaptırmamız lazım. Kendimi geçtim Serhat bu şartlar altında ne olur? Bir de su konusu var. Çeşmenin suyu bile soğuktan donuyor, kesiliyor....
Hüseyin, bu sorunları görmüyor değildi. Ailesinden evlenirken bir kuruş destek alamamıştı. Ailesi ona yüzyıllık evi layık görmüştü üvey evlatmış gibi. İş yok, aş yok ama yokluk sonuna kadar vardı.
Zeynep’in de hali ortadaydı ve bu haline daha fazla dayanamadı Hüseyin.
- Anasını satayım. Millet yaptırıyorsa biz de yaptırırız. Yokluk var ancak evelallah bileğimiz de var. Bugüne kadar bu bilek ile geçinmedik mi? Yediğimizi içtiğimizi bu bileğe borçlu değil miyiz? Borç harç bulurum başımızı sokabileceğimiz evi birlikte yaparız. Sonrasında da borçlarımızı öderiz. Oğlum hasta olmaktan, sen üşümekten ben de üzülmekten kurtuluruz. Demişti.
O gece Zeynep sevincinden sabaha kadar uyuyamamıştı.
Kış bitmiş ve bahar tüm ihtişamıyla doğaya hükmederken Zeynep ile Hüseyin yeni yuvalarının ilk temelini nisan ayının başında atmış ve nisan sonuna geldiklerinde binanın karkas inşaatı tamamlanmıştı.
Zeynep bir kaç gündür kendinden şüphe duyuyordu. Emin olmadan eşine haber vermek istememişti. Serhat da yaşadığı acemilikler ortadan kalkınca bir kaç gün sonra artık emin olmuştu. Kendine göre testlerini yapmış ve sıra eşine haber vermeye gelmişti.
Zeynep’e göre bu haber müjdeli haberdi. Herkes dünyaya rızkıyla gelirmiş ve Allah o aileye yeni yollar açarmış. Serhat’ın gelişiyle başta sıkıntı çekmiş olsalar bile yaptıkları ev onun vesilesiyle olmuştu. Serhat’ın varlığı onlara güç katmış ve evini temellerini atıp karkasını tamamlamışlardı. Beton atılmış yakında betonun kalıpları sökülüp ince işçiliğe bile başlayacaklardı. Yani güzellikler sanki Serhat ile birlikte gelmişti.
Hüseyin, yoğun inşaat işlerinden dolayı akşamları eve o kadar yorgun geliyordu ki kendini yatağa zor atıyordu o akşam olduğu gibi. Nisan uğurlu gelmişti. Hüseyin kendini yatağa kendisini dar atmasına atmıştı ama Zeynep’in muzip hali de gözünden kaçmamıştı.
- Canım biliyorsun Serhat artık bir buçuk yaşında. Allah’ın izniyle evimizde yapıldı yapılıyor. Soğuk derdimiz de ortadan kalkıyor. Kış mevsiminin sıkıntısını da yaşamayacağız. Allah senden razı olsun. Bir kaç gündür test yapıyorum. Sanırım ikinci çocuğumuz’a hamileyim. Der demez
Hüseyin bir anda yerinden sıçramıştı. O, yorgun argın bezgin adam gitmiş yerine cap canlı adam gelmişti. O kadar çok mutlu olmuştu ki Zeynep’i öptü öptü öptü.
Evlerini yaptılar. Yaparken yeniden borçlandılar evin içi dışı tam istedikleri gibi olmuştu.... Bu arada ikinci çocukları olmuş adını Ayşe koymuşlardı.
Derken günler günleri kovaladı. Bir kış günü Hüseyin aşırı şekilde hasta olmuştu. Bir hafta olmuşta iyileşememişti. Geçmiş yıllar da Hüseyin kış aylarında hasta olurdu. Çok da aldırmıyordu.
Zeynep’e
- Soğuk algınlığı, köy hastalığı gelir geçer. Sen bana bir turşu çorbası yap. Doğal antibiyotik yap" demişti Z
Bir hafta oldu geçmedi ikinci haftaya doğru ilerliyordu soğuk algınlığı.
- Bu böyle olmayacak canım. Kendine acımıyorsan çocuklara acı. Yarın doktora gideceksin. On gündür seni dinliyoruz. Artık ben anlamam geçer laflarını...
Hüseyin, Doktor’a gitmesine gitti ama döndüğünde yüzü gülmüyordu. Doktor şüphelenmiş ve röntgen sonrasın da da emar çektirmişti. Durum kötüydü...
- Yine de Allah’tan ümit kesilmez demişti doktor.
Çok geçmeden kesin teşhisi koymuştu doktor. Akciğer kanseri olmuştu Hüseyin. Sinsi hastalık kendini son evrede göstermişti. Hastalık kendini 4. Evrede göstermiş doktor hastalığın yavaşlaması ve diğer organlara yayılmaması için kemoterapi vermiş ancak bunda başarılı olamamışlardı. Maalesef çok geçmeden beyne sıçramıştı o melun hastalık.
Zeynep kahrolmuştu. Herşey yolunda giderken bir anda dünyaları altüst olmuştu. Ne yapacaktı şimdi. Hüseyin’siz hayat düşünemiyordu. Sığınacağı bir liman da yoktu. Anne baba desen Zeynep’i istemiyordu. Hüseyin’le evlendirirken bile onu başlarından atmak için evlendirmişlerdi. Sorumsuz anne babanın örneğini en güzel şekilde Hüseyin’le evlendirirken sergilemişlerdi.
Çok geçmeden Ayşe tam beş yaşındayken amansız hastalığa daha fazla dayanamayarak ölmüştü Hüseyin. Zeynep için öyle zor öyle anlatılmaz bir acıydı ki cümlelerin varlığı ortadan kalkacak nitelikte bir acıydı.
Ölen ölüyor gideceği yere gidiyor. Kalan öyle yalnız öyle garip ki can çekişiyor. Hayatın acı yüzüyle ölen değil kalan yüzleşiyormuş. Herkes bir bir çekilip gidiyor. İlk giden Hüseyin olmuştu son gidenler de matem avcıları.
Hayat bazılarına yalnızlar rıhtımında yolcu olmayı uygun görürken bazılarına da matem üzerinden avcılığı. Avcılar her bir yanı kolaçan ederken; Zeynep’e de sevgilisiz yaşamanın zorluklarına alışmak kalıyordu. Bir yanda acı ile yüzleşirken diğer yanda eşine bağlı ekonomisinin ona ne getireceğini düşünüp duruyordu.
Hüseyin gideli beş yıl olmuştu. Geriye Hüseyin’den güzel anıların yanında bir de yokluk kalmıştı. İki çocuk ve iş bilmemezlik de cabası. İki çocuğu yalnız başına büyütmek öyle kolay bir şey değildi. Her birinin ayrı ihtiyaçları oluyordu.
Hüseyin sonrası asıl sorunu kadın olduğu için yaşadı. Yoklukla bir şekilde baş ediyordu ama yalnız bir kadın olmakla mücadele etmek onu çok zorluyordu. Her gün yeni teklifler her gün yeni arayışlar onu usandırmıştı. Bir toplumda genç bir kadın olmanın zorluğunu sonuna kadar hissediyordu. Arada Hülya Koçyiğit’in "Kurbağalar" filmini izliyor kendinden çok şey buluyordu. O kadar erkeğin arasında yeni bir hayat kurmak ve değişmeyen bakış açıları....
Beş yıl onbeş yıl belki ellibeş yıl geçse yine değişmeyen bakış açılarıyla mücadele etmek zorunda kalacaktı. Söylentiler artık o kadar iğrenç boyuta gelmişti ki dayanamıyordu. " Kadın olmaktan" nefret eder hale getirmişti toplum onu.
Kendiyle konuşuyor kendiyle muhasebe yapıyor içten içe;
- Tüm mesele bir erkeğin egemenliği altında yaşamakmış. Erkek olunca herşey yolunda oluyormuş. Dokunan da olmuyor söylenen de olmuyor. Yokluğun da önemi yok. Şeklinde homurdanıyordu.
Zeynep vefa gösterdi. Hatıralara sahip çıkmak istedi. Herkesten kaçtı. Nefret dolu söylemlerden kaçtı. Köydeki kadınların kem gözlerinden, kötü sözlerinden kaçtı ama ahali yılmadı.
Hüseyin’in ölümünün üzerinden on yıl geçmişti. Kızı oğlu okullu olmuş ve okulu bitiriyorlardı. Söylentiler artık çocuklarının kulaklarına da gelince uzun zamandır peşinde olan Mahir adında birinin ısrarlarına daha fazla dayanamayarak görüşmek zorunda kalmıştı.
Herşey çok hızlı gelişti. Bir ay içinde Mahir isimli şahısla evlendiler ve Mahir, Hüseyin’in mirasına konmuştu. Zeynep, Mahir’i her gördüğünde Hüseyin’e ihanet etmiş duygusuna kapılıyor, bu durumu içten içe kabullenemiyor ve utanıyordu. Ancak hayatın gerçekleri içinden geçirdiklerini yaşamasına müsade etmemişti.
İkinci evliğinin ilk yılında çok da sorunları olmamıştı ama sonrasında Mahir bütün saklamış olduğu kötülükleri bir bir göstermeye başlamıştı. Bir yanda sabahlara kadar içip içip küfürler savuruyor diğer yanda çoluk çocuk demeden herkese şiddet uyguluyordu. Ayşe’yi dövüyor, Serhat’ı dövüyor ve Zeynep’i dövüyordu. Mahir, eşi yokmuş gibi başka kadınlarla gününü gün ediyor Zeynep bin bir zahmetle eve getirdiği evin rızkını alkole kumara kaptırıyordu.
Zeynep’in çilesi yeni başlamıştı. İş işten geçmişti. Ne kadar söylense de fayda etmiyordu.
- Ah akılsız başım sen bana ne yaptırdın öyle! Kim ne söylerse söylensin zaten dayanacağın kadar dayandın bu yaştan sonra bu kahır çekilir mi? Biraz daha dayanamadın mı!? Şeklinde söyleniyordu.
Serhat bu işkenceye daha fazla dayanamayarak onaltı yaşında evden ayrıldı. Sanayide bir oto tamircisi yanında çırak olarak işe başladı. Geceleri de bir köşede kıvrılıp yatıyordu.
Ayşe ise Zeynep’in tüm ısrarları neticesinde dedesinin yanına geçici olarak yerleşmişti.
Zeynep, çocukları gittikten sonra kendini biraz daha güçlü hisseder olmuştu. Çünkü adam ahlaksızın zorbanın önde gideniydi. Çocuklarına ha bu gece bişey olacak ha yarın bişey olacak korkusu taşıyordu. Ayşe’nin gitmesinden sonra annelik duygularını da arkasına alan Zeynep, Mahir’e papuç bırakmamaya başlamış ve onunla yaka paça kavga ediyordu.
Bardağı taşıran son damla Mahir’in bir gece oynaşını eve getirmesiyle olmuştu. Hüseyin ile bin bir zahmetle yapmış oldukları yuvaya oynaş getirmek Zeynep’i yoldan çıkarmıştı. Eline ne geldiyse Mahir ve oynaşına fırlatmıştı. Kadın korkudan neye uğradığını şaşırmış gerisin geriye geldiği yere kadar kaçmıştı. Bu duruma çok sinirlenen Mahir, o gece Zeynep’i o kadar çok dövmüştü ki Zeynep gözünü hastanede açmıştı. Gözünde morluklar bir yana, sağ kolu da alçı içinde kalmıştı.
Serhat on yedi yaşına gelmiş ve annesinin hastanede olduğunu sokakta karşılaştığı komşusundan öğrenmişti. Adeta çıldırmıştı. Gözü hiçbir şey görmüyordu. İş yerine tamir için getirilmiş olan otomobil ile dedesinin evine giderek kimsenin olmadığı bir anda dedesinin silahını aldı, oradan da arkadaşı Emre ile birlikte üvey babasının sürekli bulunduğu kahvehaneye gitti. Mahir’i gördü
- Ulan utanmıyor musun masum bir kadına dokunmaya. Utanmadan eve oynaşını getiriyorsun yetmezmiş gibi anamı hastanelik ediyorsun. Yetti artık bize yıllardır çektirdiğin. Yiyorsa gel bana da aynısını yap bakalım yapabilecek misin? Tabi yemiyor değil mi?
Mahir hiç istifini bozmadan" sktr.git. Kvt. Defol Lan. O... Çocuğu. Bunlar sizin iyi günleriniz daha neler göreceksiniz bak" der demez
Serhat dedesinin Silahını belinden çıkartarak gözünü hiç kırpmadan bam bam bam... Silahı olduğu gibi Mahir’in üzerine boşalttı. Mahir kafasından, kalbinden ve sırtından sekiz kurşunu yemiş ve orada gebermişti.
Mahir yere yığılır yığılmaz kahvede kim var kim yok köşe bucak kaçıştılar. Bir kişi de dönüp Serhat’e " Ne yaptın oğlum" demedi. Tıpkı yıllardır olduğu gibi...
Zeynep’e Haber erken ulaşmıştı. Apar topar hastaneden çıkmış hemen biricik oğlunun yanına koşmuştu.
- Ah yavrum, İlk göz ağrım! Ne yaptın oğlum ne yaptın sen! Kendini de yaktın geleceğini de. Değer miydi? Ben çözecektim bu sorunu.
- Nasıl çözecektin annem nasıl. Ne yapsaydım anne senin ölümünü mü bekleseydim? Yetmedi mi çilemiz! Bugün o ölmeseydi yarın ya da daha sonraki bir günsen ölecektin. Senin ölüm haberini mi alsaydım. Ben yandım ama bu saatten sonra sen ve kardeşim en azından kurtulursunuz. Devlete sığınacağım. Adelete güvenmekten başka çaremiz yok. Yeter ki siz mutlu olun.
Ağladılar ağladılar... Çok geçmeden jandarma gelip Serhat’ı karakola, oradan da adliye savcılık ifade derken mahkemeye sevk edilmiş ve haliyle mahkeme tutuklanmasına karar vermişti.
Serhat annesinin göz yaşları arasında jandarmanın kollarında bileklerine takılan kelepçe kelepçe ile ne kadar misafir kalacağı belli olmayan cezaevine giderken Zeynep kahroluyordu.
- Ah Hüseyin’im! Ah Canımın özü tam da gidilecek zamanı buldun. Herşeyi tam da yoluna koymuştuk değil mi? Bak şimdi hayat bana öyle bir sille yedirdi ki yerimden doğrulamıyorum. Senden önce yalnızdan senden sonra da yalnız kaldım ve şimdi yine yalnızım.... Anlaşılamayacak kadar yalnızım. Belki kaderin bir cilvesi . Hayal kırıklıklarım ve çırpınışlarım.... Sen mezarda, oğlun cezaevinde; ben...
Diye diye gözlerinden yağmur gibi yaş dökülüyordu toprağın derinliklerine...
Evet bazılarının çilesi hayat hikayesinde saklıymış. Zeynep’in hikayesinde olduğu gibi. Doğarken yalnız yaşarken yalnız belki ölürken de yalnız... Bilemeyiz.
YORUMLAR
Çok acı bir hikaye olmuş serkan bey ne yaptınız.Ama maalesef ki böyle hikayeler çok.kadınlar için değindiğiniz meselelerde fazlasıyla haklılık payı var.
Okumayı önemsiyorum bu bağlamda.Tek başına bir etken olmasa da güçlü bir etken.
Emek verilmiş değerli bir yazı.elinize yüreğinize sağlık.saygılar ve selamlar
Serkan BOL
Eğitim kadın için erkek için hakikaten çok önemli. Özellikle de kadınlarımız okumalı ayaklarının üzerinde durmalı. Durmalı ki zor günlerde kimsenin gözüne bakmak zorunda kalmasın.
Yorumunuza ve katkınıza çok teşekkür ederim Cemile Hanım.
Saygı ve selamlarımla...
Kadınlarımız geleceğini kendine bağlamalıdır. Bir başkasının egemenliği altında geleceğini var etmeye çalışırlarsa bir şekilde sorun yaşıyorlar. Onun için kız çocuklarının okuması çok önemli. Onun için kız çocuklarımıza sahip çıkmalıyız.
Zeynep'in başına gelenler kötü olsa da öykü okuyucuyu sıkmadan aktı. Yüreğinize sağlık.
Saygı ile
Ekonomik gücü olmayan kadınlardan beklenen bir erkeğe sığınmaları... Dedeleri, babaları, abileri, eşleri, oğlulları... hangisi varsa!... Ama asla kendine değil!...
O nedenle kız çocukları mutlaka okumalı, meslek sahibi olmalı, 'kim bana ne verecek' diye kimsenin boyunduruğuna girmemeli. Bu özgürlük içinde yapacakları seçkiler daha sağlıklı olacağı için kendileri ve evlatları da ezilmeden hayatta var olabileceklerdir.
Başlık, Zeynep'in hayatının özeti gibi olmuş.
Kutlarım Serkan Bey.
Saygılarımla..
Serkan BOL
Değerli yorumunuza ve katkınıza çok teşekkür ederim.
Saygılarımla....
Üzücü bir hikaye. Erkek egemen dünya'daki kadın olarak yaşamak çok zor. Güçlükler zorbalıklar ne yazık ki bakış açıları kadını sırf kadın olduğu için yargılamalar hayatın gerçeği. İşte sırf bu yüzden kadın çok güçlü olmalı. Okumalı. Ayakları yere çok sağlam basmalı.
Kaleminize sağlık, keyifle okudum.
Saygılarımla.
Serkan BOL
Değerli yorumunuz ile yazıya değer kattınız. Teşekkür ederim Fatma Hanım.
Saygılarımla....
Ülkemizde buna benzer bir çok hayat var ne yazık ki!
Hikaye oldukça uzun olmasına rağmen okuyucuyu sıkmadan kaleme almışsınız.. Konunun içeriği üzücü olsa da paylaşım adına güzel bir çalışma olmuş..
Saygı ve selamlarımla..
Serkan BOL
Hem içerik hem teknik olarak değerlendirmede bulundunuz çok teşekkür ederim Neslihan Hanım.
Saygılarımla iyi geceler.
İnsan bilemez hayatın ne getireceğini.Ne güzeldir sırt sırta vermek, böyle olunca da insanın aşamayacağı engel yoktur. Birde insanın dışında olan olaylar var ona da yapılabilecek birşey yoktur. Sabır etmek den başka.
gönlünüze sağlık saygılarımla........
Serkan BOL
Saygılarımla...