- 657 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Hastalık
SENDE BİR HASTALIK VAR
Ömer, haksızlığa asla tahammül edemiyordu. Yanında haksızlık yapıldığı zaman sinirleri tepesine çıkıyor, karşısındaki insana gereken cevabı hemen veriyordu. Bu yüzden çevresindeki insanlar O’nun yanında haksızlık yapmaya cesaret edemiyorlardı çok zaman…
Çevresinde haksızlık gördüğü zaman hemen müdahale etmekte , haksızlıkları gücü yettiği kadar eli ile düzeltmeye bakmakta, o da olmazsa haksızlıklara en şiddetli muhalefeti yapmaktaydı. Çaresiz kaldığı zaman dişlerini sıkarak haksızlıklara nefretini yüz ifadesi ile belli etmekteydi. Bu tutumu çok zaman çevresinde “Altta kalanın canı çıkar” diye düşünen ve güçlünün zayıfı ezdiği bir toplumda hoş karşılanamamaktaydı.
Ömer , bir kurumda çalışmaktaydı. Genelde arkadaşları onu sevdiğini söyleyerek herkesle olduğu gibi, onunla da geyik muhabbetleri yapmak istemekteler ama o geyik muhabbetlerini sevmez, işini zamanında yapar yeni iş gelene kadar kitap okumayı tercih ederdi. Ömer , şakalaşmayı sevmeyen cinsten değildi. Ama arkadaşlarının haksız bulduğu davranışlarına hiçbir zaman hoşgörüde bulunamamaktaydı.O’na göre şaka olmalıydı ama zamanında ve dozunda olmalıydı. Ama kendisine şaka yapan arkadaşlarına, Ömer şaka yaptığı zaman bozulmaydılar işte.
Ömer, bu davranışına neden tepki gösterdiklerini anlamakta zorlanmaktaydı. Sonradan anladı ki , toplum ortalama toplum kurallarından dışına çıkanları sevmemekte, kendilerine benzemeyen insanları anormal olarak görmekteydi. Haksızlıklara karşı toplum pek tepki göstermediğinden onun her haksızlığa tepki göstermesi de toplum tarafından anlaşılamamaktaydı. Olay bundan ibaretti.
Bir gün iş yerinde , daha önceden kendisini göklere çıkaran arkadaşının , kendisine kızdığı zaman ağza alınmayacak laflarla kendini yerlere batırdığını görünce “ Seni sende olmayan hasletlerle öven insan , zaman gelir sana kızdığı zaman da seni sende olmayan hasletlerle yermeye kalkar” atasözünü daha iyi anlamıştı. . Kendisine ondan bundan “ Senin hakkında toplum şunu , bunu konuşuyor” diyen arkadaşı , kendisini dert ortağı gibi göstererek ondan aldığı lafları da başkasına götürdüğünü anladığı zaman, iş yerindeki arkadaşları ile olan münasebetlerini biraz daha gözden geçirmekte gecikmemişti. Mecbur kalmadıkça artık kimse ile muhatap olmamak , ona en tutarlı tavır olmuştu iş yerinde. Artık iş arkadaşlarına karşı hem daha ciddi , hem de hazır cevap olmaya başlamıştı.
Bir gün iş yerinde arkadaşı ona çok tuhaf gelen bir davranışta bulunmuştu. Onun gözlerinin içine bakar “Sende bir hastalık var” deyince , biraz hayretle “ Ne hastalığı ya , her iş bitti birde doktorluğa mı başladınız ? diye sorunca arkadaşı biraz bozulmuş ve mahcup tavırla “Kendini beğenme hastalığı” deyince , Ömer’in kızgınlığı , tebessüme dönüştü. Tebessüm ederek “ Sende de bir hastalık var” dedi. Arkadaşı bunun üzerine biraz bozularak sormadan edemedi. Ömer’in ona sorduğu soruyu bu kez kendisi Ömer’e sordu “Ne hastalığı?”.Ömer bu sefer ona gülerek baktı ve “ Ne hastalığı olacak boşboğazlık hastalığı” dedi. Arkadaşı bozulmuştu. Ömer konuşmaya devam etti. “ Benim burnumun büyük olduğu konusunda yanılmaktasınız . Ben burnu büyük insan değilim ‘ Haksızlık karşısında susan tek dilsiz şeytandır’ sözüne candan inanmaktayım. Arkadaşım sizler beni ciddiye aldınız da ben hangi sorununuza cevap vermedim. Size yardımcı olmadım. Boş konuşmaktansa bir kenarda okumayı tercih ederim. Varsın kim ne derse desin” dedi. Sonra da arkadaşının yanından kalktı. Arkadaşı onun arkasından hayretle baktı.,O günden sonra Ömer ile olan ilişkileri artık başka türlü, daha ciddi bir yönde gelişmeye başladı.Ömer bu duruma memnun oldu. İş arkadaşlarının onu anlamasına sevinç duymaktaydı.
Ömer o gün biraz rahatladı. Bir arkadaşını daha yanlış düşünce ve duygularından , olumlu düşünmeye , O’nun duygularını pozitife çevirmişti.
Ömer, toplumda insanların kendi gibi düşünmeyenlere karşı sanki hasta imiş gibi önyargı ile yaklaşmasına bir anlam verememekteydi. İnsanlar farklı düşünebilirdi. Bu farklı düşünmeler insanların düşünce zenginliğinin bir belirtisi idi ama insanların birbirine , kendi gibi düşünmedikleri için hasta gibi bakmasına anlam verememekteydi. Ömer , bir arkadaşına “ kendi gibi düşünmediği için “Sende hastalık var” demeyi O’na karşı saygısızlık olarak görmekteydi.
Ömer, eve geldiği zaman , evde yemeğin hazır olmadığını görünce , haklı olarak eşine kızdı. Eşi ev hanımıydı. Ömer’in ne zaman işten geldiğini bilmekteydi. Ev hanımı olmak demek evin her türlü işlerini , yani yemeği zamanında yapma, çocuklarla ilgilenme, onların eğitimine bakma , ev hanımının görevi olmalıydı. Hanımı özür dileyecek yerde , beyinin kızgınlığına pişin pişkin “ Kızma ama beyim , sende bir hastalık var” demesi Ömer’in daha da sinirlenmesine sebep olmuştu. Ömer’e ilköğretime giden oğlu ve kızı da arka çıkınca hanımı susmak zorunda kaldı.Ömer’de evde fazla hır çıkmasın diyerek sessizce yemeğin hazırlanmasını bekledi.
Ömer, işte de , evde de böyle konuşulması karşısında kendinden şüphe etmeye başladı. Acaba kendisinde gerçekten bir hastalık vardı da yoksa farkına varamıyor muydu ? Biraz düşününce gördü ki, kendisinde hastalık olduğunu iddia edenler , sorumluluklarını yerine getirmeyen, kendisini sorgulamayan , kendi hatalarını göremeyerek başkalarının hatalarını araştıran insanlardı.
Ömer, olgunluk çağına gelmiş insandı. Daha önce ibadetlerini ara sıra yaparken , son zamanlarda devamlı yapmaya , bolca kitap okumaya ve çevreden yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştı. Bu uzaklaşma , kendisinin içinde yaşadığı toplumun değer yargılarından sapma anlamına gelmekteydi. Çünkü içinde yaşadığı toplum, okumak öğrenmek ve kitaplardan öğrenmek yerine , yaşlı insanlardan duydukları saçma saban şeylerle öğrenmekteydiler. “Yaşlı insanlar ne derse desin, doğrudur” inancı yaygındı. Ömer ise kitapların içine dalınca başkalarının hatasını görmeden , kendi hatasını görerek düzeltmek gerektiğine inanmış ve yaşamına bir çeki düzen vermişti.
Ömer , yemekten sonra havanında güzel olmasından faydalanarak biraz dışarı çıkmak, düşünmek için dışarı çıktı.
Kasabasını sevmekteydi. Kasabasında yaşayan saygısız ve büyüklere selam vermeyen, onları önemsemeyen, okumuş ve bir işi olmuş insanları çekemedikleri için onları sevmeyen gençlere okumalarını önermekteydi. Bu tabii ki eğlenmekten , başkaları ile oyun oynamaktan başka bir şeyi sevmeyen insanlara zor gelmekteydi. Bu da toplumla yabancılaşmasına sebep olmaktaydı.
Ömer, gezerek kasabanın tek çay bahçesine oturdu. Biraz sonra yanına çok yaşlı olan amcası geldi oturdu. Amcası her zamanki gibi emretmeye ve ona söylenmeye başladı. “ Yiğenim onca maaş almaktasın ama halana yardımcı olmuyorsun” dedi.Bunun üzerine Ömer gülümsedi. Amcasının ne demek istediğini anladı. Ama doğrucu Davut olarak konuşmasına gerçekçi olarak cevaplarına da devam edecekti. “ Amca halkamın kocası mı yok ki ,” dedi. Amcası sandalyeye şöyle yaylanarak oturdu “ Var olmasına varda kocasının evinde gözü yok ki hep dışarıda” dedi. “ O sorumsuzluğuna devam ederken , ben mi onun sorumluluğunu alacağım amca?” dedi. Konuşma oldukça komik hal almaktaydı. “ Kocası bakmazsa o zaman bizim bakmamız lazım değil mi ? “ dedi amcası. “ Amca bakması gereken insan eşine bakamıyorsa , insan boşanır ve dedemin maaşını da halam alır. Sıkıntı çekmez ki.” Bunun üzerine amcası yeğeni Ömer’”e bakarak “ Adam boşanmaya yanaşmıyor ki “ dedi.” Amca adam boşanmaya yanaşmıyorsa ben halama para versem , o da kocasına verir , kocası da kadınlarla ve kumarda yer “ dedi.Amcası biraz da ısrar ederek “Olsun gene de bakmak lazım halan o senin “ deyince. Amcasına kızgınlığı artarak “ “ Amca o kadar seviyorsan halamı sen baksana bana neye söylemektesin ? dedi. Amcası hiddetlenerek “Bende maaş mı var ya , sende deve yükü ile maaş var” dedi. Bunun üzerine Ömer “ Maaşımız kadar başına taş düşsün, senin gibi boş gezen adamın maaşı olmaz tabii ki, gençken çalışsaydın şimdi maaşın olurdu “ dedi. Amcası bunun üzerine hiddetle oradan kalkarak uzaklaşırken “ Sen kafayı yemişsin yeğenim, Allah seni ıslah etsin” dedi. Bunun üzerine öfkeden kendisini dövecek amcasına dönerek” Allah asıl seni ıslah etsin. Bunca yaşa gelmişin ama hala öfkeni yenemiyorsun” dedi. Amcası bunun üzerine küfürler ederek oradan uzaklaştı.
Ömer , hiddetlenecek yerde gülmeye başladı . Şu akrabalarını da kasaba insanını da anlayamıyordu . Onun bunun sorumluluğunu bile kendisine yüklemek istemekteydiler . Olacak iş miydi.? Birileri kazansın , birileri yesin zihniyeti hangi ahlak kuramlarında veya din kurallarında vardı . İnsanın çalışacak gücü varken , başkalarında yardım beklemesi sadece densizlik ve olsa olsa ahlaksızlıktı . Ama bu toplumda bu gibi insanlara acınmaktaydı. Maaşı olanlara karşı önyargılı olmalarını anlayamıyorlardı. Bizde çalışalım bizimde gelirimiz olsun diye düşünmek yerine başkalarının gelirinin dedikodusunu yapmak gerçek hastalıktı Ömer’e göre . Ama bu kasaba hastalığı ona yüklemeye çalışıyordu. Tam “ Ağlanacak halimize güleriz” misali. Bu durumun farkına varınca Ömer gülmeye başladı.
Garsona bir çay daha getir işareti yapmıştı ki “ Yav Ömer bey neşen yerinde maşallah” diye bir ses duydu.Sesin geldiği yere bakınca Kasabanın Müftüsünün masanın yanında ayakta durduğunu görünce hemen ayağa kalkarak müftü Ahmet beyin elini sıkarak oturmasını istedi. Müftü samimi hava ile yanına oturdu “Ömer bey , bu ne neşe “ diyerek sorunca , Ömer, son günlerde yaşadıklarını müftü Ahmet beye anlattı.
Ahmet bey bir kahkaha atarak “ İşte böyle Ömer bey, insan sıradan insan olmaktan uzaklaştığı ve dinin emrettiği olgun kamil insan olduğu zaman , sıradan insanların , olgun ve kamil olmayan insanların arasında kendisini yalnız hisseder . İnsanlar onu anlamadığı zaman , bunu bir hastalık olarak algılarlar. Tarih boyunca da ermiş insanlara yaşadıkları toplum çoğu zaman meczup insan gözü ile bakmıştır. Ben 30 seneden bu yana dini konularda araştırma yapan bir insan olarak seni olgun, kamil ve dini konulara bağlı samimi insan olarak görmekte , yaşadığın olgunluğa inanmaktayım. O kadar ki senin yaşadığın bu olgunluk inan ki, imam hatip lisesini okuduktan sonra bir daha kitap dahi okumayan imamlarımızın çoğunda yok. Okumanın önemini anlamıyorlar mı bunlar ? Yani imamlar ? Anlıyorlar tabii ki ama ,uygulamadıktan sonra bir şey olmuyor. Bakın Ömer bey, ben geçen bir imam arkadaşımızın evine geçmiş olsuna gittim . İnanır mısın evi sanki kitap evi gibi ama okuduklarını uygulamayan , ve din kitabı dışında kitap okumamış . Bu da gelişmesine engel olmuş. Sen okuyup ve uygulayınca gelişiyorsun çevren bunu anlamayınca sana “ Sende hastalık var” diyor işte dedi.
Ömer, aydın din adamlarına karşı içinde bir sevgi oluşturdu. Halkın sorunlarını anlayan, onlara karşı sempati besleyen insanlar aydın din adamları ülkenin kalkınmasına ve gelişmesine sebep oluyorlardı işte.
Ömer, Müftü beyle konuşmasına devam ederek saatlerce sohbet ettiler . Zamanı gelince müftü bey kalktı . Ömer çay bahçesinden ayrılırken avazı çıktığı kadar “ Asıl siz hastasınız ey insanlar asıl siz, okumuyor veya okuduğunuz anlamıyorsunuz “ diye bağırmak istedi. O zaman onu bu adam hakikaten delirdi diye beni tımarhaneye tıkarlar diye düşünerek gülümsedi. Garsona hesabı ödeyerek mutlu olarak evinin yolunu tuttu .
YORUMLAR
Adam, ormanda dolaşırken, çalıların arasında bir tilki görmüş. Ama bu tilkinin dört ayağı da sakatmış. Adam, bu tilki böyle nasıl yaşıyor, merak etmiş. İzlemeye başlamış. Birden çalıların arasından ağzında bir tavukla bir aslan çıkmış gelmiş. Aslan tavuğun yarısını tilkiye vermiş, diğer yarısını kendi yemiş ve çekip gitmiş. Adam bu mucize karşısında donmuş kalmış. ?Allah?ım? demiş, ?Sen kullarını nasıl koruyup kolluyorsun. Ben de sana teslim oluyor ve kendimi sana bırakıyorum.? Ve gitmiş bir ağacın altına oturmuş, beklemeye başlamış. Bir gün geçmiş, iki gün geçmiş hiçbir şey olmamış. Adam açlıktan ölecek. Ellerini açmış, göğe seslenmiş ?Allahım beni görmüyor musun?? Gökten bir ses gelmiş: ?Görüyorum da şaşırıyorum, neden sakat tilkiyi taklit ettin de, o yiğit aslanı taklit etmedin??
Sık sık kendinize bakın. Kimi oynuyorsunuz, tilkiyi mi, aslanı mı? Ne zaman birilerinden bir şeyler bekliyorsanız bilin ki siz topal tilkisiniz. Bırakın bu rolü, siz yiğit aslan olun.
yazınızı okuyunca bu hikayeyi hatırladım.