- 579 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kalp dalmaktan yorulmaz
İnsan farklı fiziklerin kesişme noktasıdır. İçimizin yasası dışımızınkiyle bir değil. Dışarıda derinlik boğar. İçeride sığlık. Ne bileyim, toprağa gömülseniz mesela, yahut bir denizin derinliklerine dalsanız, boğulursunuz. Evet. Kaçınılmazdır bu. Çünkü Rabbiniz cisminizi yüzeyde kalmaya uygun yaratmıştır. Semaya doğru yükseldiğinizde de akıbetiniz değişmez. Solunum sorunları yakalar sizi. Demek insan ancak yüzeydeyken yaşaması gereken yerdedir. Derinleşse sıkıntıları başlar. Âfâkımız için durum böyle.
İçerdeyse böyle değil. İçerde ’yüzeyde kaldıkça’ boğulursunuz. Farkında olmasanız bile yüzeyler sizi boğar. (Yüzeysel insanlar da aynı derecede boğucudur.) Maneviyatınızı öldürür. Buralarda nefes almanın şartı da derine dalmaktır. Dünyevileşmişler derûnu kendi kazmalarıyla ararlar. Felsefe böyle bir arayıştır mesela. Sanat böyle bir arayıştır. Eğlence dünyası böyle bir arayıştır. Ancak müslümanda derinlik anlayışı da arayışı da değişiktir. Felsefesi, sanatı, eğlencesi başkadır. Eşyanın Allah’tan öte derinliği yoktur. Varlığın hakikati yine Onun isimleridir. Sekülerizm böyle bir derinliği baştan reddettiği için, yokluğuna imanla kendi dinine girdiği için, derûnu yatayda arar. Yüzey hakkındaki bilgiyi derinlik sayar. Onda genişlemeye çalışır. ’Entelektüelliği’ ben biraz bununla tarif ediyorum. Bizimkisine ise ’âriflik’ derim.
Buradan şuraya geçeyim: Adaşım bir arkadaşım vardı vaktiyle. Kem bir huyundan epeyce şikayetçiydik. Nasıl? Şöyle: Mizahı çok sevdiği için bir mecliste söylenmiş herhangi bir sözü kötüye çekebilirdi. ’Kötüye çekme’yi size nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Teoriyle anlatması zor. Misal vermeyi de istemiyorum. Hasılı: Bu arkadaş en ciddi birşeyi konuşurken dahi oradan bir cümle/kelime çeker ve mesleğini icra edip dikkatleri dağıtırdı. Ders kaynatmada birebirdi. Öğretmenlere ’illallah’ dedirtmişti.
Küçümsemeyin lütfen. Böylesi bir mesleği sürdürebilmek için de epeyce genel kültüre(!) sahip olmanız lazım. En boş şeyler hakkında dahi malumatınız olmalı. Çünkü bir şekilde lafı oralara getireceksiniz. Başardınız mı iş kolaylanmıştır. Bu tür bahisleri konuşmayı herkesin nefsi/şeytanı sevdiği için birden dikkatler kayıverir. Kahkahalar atılır. Ciddiyetler dağılır. Daha toparlayabilirsen toparla. Aşkolsun. Ama illa ki mantıklı bağlantıyı bulmanız lazım. İlgi ’cuk’ oturmalı. Doğru kapıyı açmazsanız saçmalarsınız.
İşte bu arkadaşımı bir cuma namazı çıkışında düşünceli bulunca sordum: "Ne oldu?" Sıkkın bir şekilde cevap verdi: "Bırakacağım artık!" Namazı mı? Yok değil. Kötü huyunu. Allah Allah! Aksakallı dedeye falan denk geldi desek, aynı camideydik, hepimizin görmesi lazım. Yok. Ondan değilmiş. Meğer bizimkine tevbe fikrini aşılayan imam efendinin hutbesiymiş. Sakın bir nasihatten çok etkilendiğini falan sanmayın. Öyle de değil. Bizimkini tevbeye iten hutbeyi dinlerken aklına hep mesleğinin levazımatının gelmesiymiş. Söylediği şöyle: "Hoca konuştukça aklıma kötüye çekilecek şeyler geliyor. Kendimi tutamıyorum. Başıma birşey gelmeden bırakacağım." Hakikaten de yaptı bunu.
Bazı şeyler yapıla-edile insanda meleke haline geliyor. Sadece el sanatlarında değil zihinde de bu iş böyle. Çağrışımlarınızı sebatla alışkanlık haline getirebilirsiniz. Arkadaşımın kendisinde farkettiği arıza da buydu aslında. Çağrışımlarının alışkanlık haline geldiğini anlamıştı. İş kontrolünden çıktığı için olmasını istemediği yerlerde bile böylesi çağrışımlardan sakınamıyordu. İmam efendiyi dinlerken dahi alay edilecek, makaraya sarılacak, hutbeyi kaynatacak malzemeler hatırına geliyordu. Evet. Bu böyledir. Fazla meşgul olanlarda yüzeyin çağrışımları bağımlılık haline gelir. Derinliği sevenlerde derûnun çağrışımları kalbe dolar. Yeri gelmişken diyelim: Risale-i Nur’u okumakla bir nur talebesinin yaşadığı değişim de az-çok budur. Tefekkür egzersizdir.
Sürekli ’kainat-Kur’an-insan-esma’ gibi âlemlerin bağlarını okuyan/okutan bir mürşidin önünde diz kırdığınız süre, sırf hoş vakit geçirme değil, bir tür alışkanlık eğitimidir de. Onunla meşgul oldukça çağrışımlarını alışkanlığınız haline dönüştürürsünüz. Gide gide iş öyle bir noktaya varır ki, artık her ne işitseniz, izleseniz, okusanız, onda Allah’a bir şahit bulursunuz. Hep bu tetiktelikle aranırsınız. Yazdığınızda/söylediğinizde şahitleriniz de bunu anlar. Aktardığınız Cenab-ı Hakkın zaten eşyaya yüklediği bir sırdır. Orada durmaktadır. Egzersizlerle açılır. Şüphesiz her nimeti gibi bu da Onun fazl u ihsanıdır. Dilencinin duası dilenmekteki sebatıdır.
Buradan da şuraya geçelim: Nesil Yayınları Enbiya sûresinin 2-3. ayetlerine şöyle bir meal vermiş: "Onlara Rablerinden yeni bir ayet gelmeyedursun alaya alarak dinlerler. Kalpleri de boş şeylerle doludur. O zalimler gizliden gizliye fısıldaşarak derler ki: Bu da sizin gibi bir beşerden başka birşey değil. Yoksa göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?" Meal olması itibariyle sadece ’kısa anlam’ sayılsa da ’kalplerin boş şeylerle dolu olması’ ile ’alaycılık’ arasında kurulan bağ beni düşündürüyor. Yukarıda zikrettiklerim de bu düşünüşün malzemeleri haline geliyorlar. Evet. Galiba kâfirliğin de zihinsel alışkanlıkları var. Beşerî düzlemde sahip oldukları çağrışımlar hakikate karşı onları kapatıyor. Köreltiyor. Tıpkı arkadaşım gibi, kendilerine ne söylense, düzlemlerindeki çağrışımlar zihinlerine koşuyor. "Bu da sizin gibi beşerden başka birşey değil!" Onlar alay edilmeye layık anlamlar. Kendi boşuboşunalıklarıyla dolu anlamlandırmalar. Ve bu düzlemde tebliğ karşılığını bulamıyor. Çünkü kendi çağrışımlarını yapamıyor.
Meşguliyetlerimizin etkilerinden büsbütün kurtulabildiğimizi savunmak zor. Elbette her yüzey bizi bir parça yüzeyselleştiriyor. Kesretle meşgul oldukça kesirleşiyoruz. Derinlikle meşgul oldukça da oraya bir yatkınlık kazanıyoruz. Vahdetle meşguliyet kendi temayüllerini kazandırıyor. Yüzümüzü her olayda Allah’a baktırıyor. Elhamdülillah. Demek varlığa baktığımızda ancak ’kalbimize doldurduklarımızı’ buluyoruz. Kalbimize doldurduklarımızı da yine ’varlıkta arandıklarımız’ belirliyor. Bu döngüde ağırlık noktasını hakikatten yana kaydırmamız boğulmamamız için gerekli. Başta namaz olmak üzere devamlı olmamız gereken ibadetler de bu anlamda önemli. Evet. Başta demiştim: Buranın fiziği başka türlüdür. Burada batarsak çıkarız. Çıkarsak da batarız. Nefes almamız için daha derinlere sokulmamız lazım. Cenab-ı Hak bizi, 3. Söz’deki ifadesiyle, bir batman ağırlıktan kaçmayanlardan eylesin. Âmin. Âmin. Âmin.
YORUMLAR
Bir sorunun gerçek nedenini ve kalıcı çözümünü bulabilmek için en derinine bakmak icap eder. Yüzeydeki nedenlerle oyalanmak ve onlara gerçek neden muamelesi yapmakla ancak kısa vadeli ve yüzeysel çözümler üretilebilir.
Çağrışımlar hususundaki tespitinizi yerinde buluyorum. İnsan hangi yöne bakıyorsa, o yönden elde ettiği çağrışımlarla bilinçaltında inanç kalıpları oluşturmaya başlıyor. Yüzeyde ve lokal örneklerle yaşayanların, bir meselenin bütününü ve derinliğini arayanları alaya almak istemeleri bu yüzden. Cevizin özünden haberi yok, lezzetini tatmamış. Gördüğü ve tattığıyla yetiniyor. Dolayısıyla yeşil kabuğundan aldığı tadı yegane tat sanıyor. Ya da sert kabuğu kırılamaz gördüğü için, içinde bir öz olup olmadığından habersiz yaşıyor. Buzdağını görünen kısmıyla yorumlayabiliyor sadece.
Bu durum en çok da kendini yönetme kaabiliyeti kazanacak kadar derinliğine inememişlerin, daha büyük oluşumları yönetme kaygısı ile ileri atılmalarına neden oluyor.
Güzel bir yazıydı Ahmet Bey. Yazılarınızdan kendi derinliğimi artırmak adına istifade ediyorum. Allah razı olsun. Saygılarımla.