GÖRÇEKİN ÖĞRETTİKLERİ
GÖRÇEK’İN ÖĞRETTİKLERİ
ÇEK’in ( Bursa Çağdaş Eğitim Koop.) 3 Mart etkinliğinde ortak ve velilerine sunduğu Sunay AKIN’ın GÖRÇEK oyununu izlerken; " bu yazarı/oyuncuyu tanıyorum" uyarımı ile eve gelir gelmez kitaplığımı taradım. Belleğim yanılmadı, uyarımın da haklıymış. Akın’ın "Bir Çift Ayakkabı" yapıtı kendini gösterdi rafın birinde. Çektim aldım yerinden. Daha ilk deneme de aşağıda sözü edilen "saygınlık/aşağılama" anımı yerinden söktü gün yüzüne çıkardı.
Yazın tarihimize köy yaşamı Mahmut Makal’ ın Bizim Köy romanı ile yer aldı. Böylece Bizim Köy, yazınımız tarihinde "ilk köy romanı" olarak ünlendi.
Mahmut Makal, Türkiye Cumhuriyet’inin dünya uygarlığına kazandırdığı markamız Köy Enstitülerinden yetişen yazarlarımızdan biridir. Görev yaptığı köye jandarma karlar erir erimez ulaşıp,"sen misin ülkemizi dosta düşmana karşı küçük düşüren" diye der des ederek tutuklar.(1952)
Yıllar sonra görev yaptığım köyde tanış olduğum İlçe Belediye Başkanının Köy Enstitüsü çıkışlı olduğunu duyunca içim harladı adeta. Lise edebiyat derslerinden edindiğim bilgiyle; başkanla kahvede sohbet anında yazar ve kitabın adından söz edince; başkanın bakışı çiçeği burnunda öğretmeni ürküttü.
O kızgınlıkla;
"Köy kadınlarına, çocuklarının başında ki bitleri kırdığı karalamasıyla ülkeyi aşağılayan adamı anmayın genç hocam. Komünist olduğunu da unutma!..."
Tehdit miydi?....
Öğütleme miydi?....
Gerçeklerin saklanması!..
Saygınlığı artırır mı?...
Ülke, Köy Enstitülerinin on dört yılda (1940-1954) yaydığı aydınlıkla ayağa kalktı. O aydınlığın direnciyle de günümüzde direniyor.
Gerçeklerin saklanışına devam edelim.
1952 yılında Metin Erksan, Bedri Rahmi Eyupoğlu’nun senaryosunu yazdığı Aşık Veysel’ in yaşamı konulu Karanlık Dünya adlı filimi çevirir. Filimin adı birilerini rahatsız eder, Aşık Veysel’in Hayatı’na dönüştürttürülür. Anladığım; "karanlık" sözcüğü sıkıntı veriyor.
Yine filimde Şarkışla’nın görülen tarlalarındaki başaklarının zayıflığı, cılızlığı rahatsızlık vermeyi sürdürür ki "ülke koruyucularında..." O sahneler Amerika’nın Hudson Ovası görünümü ile değiştirttirilerek "son derece gür ve bereketli" topraklara dönüşür, Şarkışla’ nın tarlaları. Dosta düşmana karşı Amerika ovaları, Anadolu toprağı diye sunulur seyirciye. Şarkışlalılar izlediğinde nasıl övünç duydular acaba? Aldanan ve Şarkışla’yı bilen izleyicide ki güven ikilemi!......
GÖRÇEK oyunu anılarımda yer almasaydı Sunay Akın’a güdülenir miydim? Türleri arasına dinlenmekte olan Bir Çift Ayakkabı yapıtı yerinden çıkar mıydı?..
"Ay’da ayakkabı varlığının" şaşkınlığını yaşayabilir miydim?
Aya 1969’da ayak basan Armstrong’un, aya ayak basışını, tek radyo olan kasabamda meydan mitingi izler gibi coşkuyla izlediğim liseli yaşlarıma gider miydim?
Armsrong’un aydan topladığı taşlara karşılık ayakkabılarını bıraktığını bilebilir miydim?
Yine Amerika’ da ki özgürlük anıtında büyük büyük dedelerimin alın terlerinden damlaların olduğunu nereden öğrenecektim?
Okurluk edinimi edinemeseydim. Ya da Sunay Akın, aydınlanıp aklına takılan soruların ardından koşup, bilgilenip, yaratısını biz okurlara sunmasaydı.
Meğer, o anıtın ilk tasarımı Süveyş Kanalı içinmiş. Osmanlı padişahı Abdülaziz zamanında yontucuya ısmarlanır. Yontucu çalışmaya başlar. Aydınlıkçı padişahı parasızlık, amacına ulaştırmaz. Yontucu da tasarımını bir kenarda bekletmeye alır. Bu bekleme sürecinde Fransa’nın, Amerika’ya hediye sunacağı tutar.
Rastlantı bu ya!...
Fransa, hediyesini aynı yontucuya ısmarlar.
Frederic Auguste Bartholdi’de bekletmekte olduğu "deniz feneri" tasarımını "Özgürlük Anıtı"na dönüştürerek Amerika’daki bugünkü yerine diker.
Böylece padişahın ödediklerinde mutlaka değindiğim gibi o yontuda bizim dedelerin vergilerinden pay olduğunu düşünmeği hak olarak gördürdü, bana.
Oldu olacak Abdülaziz’le devam edeyim, şaşkınlığıma:
"Abdülaziz’e Her Yer İstanbul" Başlığını okuyunca öğrenme isteği yaratmaz mı insanda?
Nasıl yani?
Bu her yer nere?
Meğer III.Napolyon, padişah’ı Fransa’ya davet eder/ettirilir. Asıl amaç padişaha Avrupa’daki gelişimi göstermek, incelemesine ortam yaratmak.
Abdülaziz, yurt dışı geziye zar zor ikna edilir. Kabul ettirim de sorun olan; "halifenin Müslüman toprakları dışına ayak basmaması gerekirliliği," geziyi önerenleri yorar. Sonunda padişahın ayakkabısının tabanında pençenin arasına İstanbul toprağı koyularak," İstanbul’da geziyor algısı ile kendi kendilerini avutur olmaları" çözümü bulunur.
Her sorunun çözümüne Kutsal Kitap’ta yer bulunur.
Aya insanın ayak basışında,
Bugünkü korona salgınında camilere kilit vurulması gibi...
Yeter ki karşı görüş akıl yürütümüne olanak verilmeden kapıları kapamak. Bunu hep yapıyorlar. Dün de bu gün de.... Yeter ki kendileri önersin...
Hazırlık yapılır. Deniz yoluyla yola çıkılır. Fransa’nın Toulon Liman’ında 101 pare top atışı ile padişahın karşılanışı; "benimle dalga geçiliyor diye," geri dönüş emrinin verilişi de ayrı bir sorun olur. Geziyi planlayan Dışişleri Bakanı Fuat Paşa; " padişahim, kulunuzu şu direye astıktan sonra geri dönüş emrini veriniz" direnci ile sorun aşılır.
Bu Avrupa gezisi; (28 Haziran-7 Ağustos) Varna’da Sultaniye yatına binerek İstanbul’a dönüşle tamamlanır. Fransa’da görülen memnuniyet diğer ülkelere gidişle uzayarak tamamlanır.
Sanatçı gözü ile, iğneyle kuyu kazar gibi Osmanlı tarihini taramak...
Ortaokul günlerime savruldum. Anımsadığım kadarıyla çarşamba günleri öğleden sonra yapılan bütünsel eğitim (konferansımsı) anın da, tüm öğrenciler giriş kapısı önünde toplanmışız. Türkçe öğretmenimiz Zigertvar Kale kuşatmasını anlatırken gözlerimizden şıpır şıpır yaşlar akıtarak ağladığımızı anımsadım. Osmanlı’nın savaş dışında da kuşaklara aktarılacak kalıtları varmış.
Yeter ki, öğrenmek için okumasını bil!..
Yeter ki, öğrenme istenciyle yüklü ol!....
Mutafa Balbay’ın bir yazısında Deniz Kavukçuoğlun’ dan alıntısı ile öğrenme ve okuma aracını tanıtayım. Aklımızı, " akllı telefona " tutsak verdiğimiz zaman diliminde....
"Merhaba sizi yepyeni bir cihazla tanıştıracağım. Biyooptik bilgi merkezi olarak tasarlanan bu ürünün marka adı KİTAP.
Kitap, teknolojide devrimci bir çağ başlatan, yeni bir buluş. Kablo yok, elektrik devresi yok, pil yok, hiçbir bağlantı yok. Küçük ve taşıması kolay kitap her yerde, her zaman kullanılabilir, şarz edilmesi, fişe takılması gerekmez.
Kitap, asla çökmez. Kitap yeniden başlatma ihtiyacı duymaz. Muhteşem özelliklerinin keyfini çıkarmak için kapağını açmanız yeterli. Bu kadar basit çalışır. Kitap sıralı sayfa numaralarıyla üretilir ve her biri binlerce bilgileri doğrudan beyne kaydeder. Tek bir parmak dokunuşuyla sonraki sayfaya geçebilirsiniz."
Okuma, düşünmenin anahtarı.
Son söz, Thomas JEFFERSON’un " Okuma, bilgisizliği ve kör inançları yenen tek güçtür."
10.03.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.