- 988 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
HZ. MUHAMMED VEBANIN İNSANDAN İNSANA BULAŞAN BİR HASTALIK OLDUĞUNU NEREDEN BİLİYORDU
Korona virüsün tüm dünyada on binlerce insanın canını aldığı şu günlerde özellikle karantina konusunun kadere iman noktasında doğru bir karar olup olmadığını tartışıyor bazı vatandaşlar.
Bazılarına göre alnımıza korona virüsten ölmek yazılmışsa bundan kaçış yok. O halde karantinaya, izolasyona, temas mesafesine gerek yok. Bu yüzden camilerin, iş yerlerinin kapanmasına hatta maskeye, kolonyaya, dezenfektana ve her yeri dezenfekte etmeye gerek yok.
Bazılarına göre ise biz öncelikli olarak her türlü tedbiri alacağız ama aldığımız her türlü tedbire rağmen eğer yine de korona virüs bizi öldürürse işte buna kader diyeceğiz. Yani kader, kasabın bıçağına hiç direnmeden boynunu uzatan koyun gibi olmak demek değildir.( Benim kader inancım da budur.)
Peki neden her türlü tedbiri alacağız?
Çünkü peygamberimiz ta 1400 sene önce Tebük Seferi esnasında orduya ‘’ Veba olan şehre girmeyiniz.’’ Demişti.
Evet, bu hadisi bilmeyen yoktur sanırım.
Yine Peygamberimizin elini tutarak kendisine biat etmek isteyen bir cüzzam hastasına ‘’ Biatın kabul edilmiştir. Derhal geri dön’’ Diyerek onunla temas etmediği de bilinir.
İşte bu hadisler sebebiyle yine bizim vatandaşlarımız, özellikle de dinle ilgili olan vatandaşlarımız, hocalarımız ‘’ Peygamberimiz ta 1400 sene önce, henüz daha dünyada mikrop ve virüs diye bir kavram yokken Vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu biliyordu.’’ Derler.
Sorarsınız: ‘’ Nereden biliyordu?’’
Cevap şudur: O ilm-i ledün sahibidir. Bilir.
İlm-i Ledün nedir peki?
İşte bu soruyu sorduğunuzda ayvayı yersiniz. Çünkü hiç kimse size bu sorunun cevabını bir iki cümleyle izah etmez. İnanmazsınız Google a girip ‘’ İlm-i Ledün Nedir?’’ diye yazın ya da kütüphaneleri karıştırın. Sayfalarca yazı okursunuz ama Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi bir dirhem bal için bir çeki odun yersiniz de yine de doyurucu,net bir cevap alamazsınız.
Cevap alamazsınız çünkü konu tasavvufîdir ve tasavvuf da size neredeyse hiç bir şeyi direkt anlatmaz. Ümraniye’den Kadıköy’e nasıl gideceğinizi sorsanız, size kısaca ’’Atla şu yeşil başlıklı minibüse, en fazla otuz beş dakikada kadıköydesin.’’ demez. Ya ne der? İşe minibüsün icadını anlatmakla başlayıp Kadıköy’e niçin Kadıköy dendiği ile devam eder ve sizi Avrupa yakasında bir tur attırdıktan sonra bir yerlere bırakır ki o yerin Kadıköy mü Üsküdar, Beşiktaş mı olduğunu hayatta anlayamazsınız.
Peki nedir Süleyman Çelebi’nin Mevlidinde bile ‘’ Bu gelen İlm-i Ledün sultanıdır.’’ Diye bahsedilen İlm-i Ledün?
Ben anladığım kadarıyla kısaca izah edeyim, eğer öyle değilse bilenler – lütfen benim gibi kısaca, ayrıntıya boğmadan- izah etsinler.
İlm-i Ledün: İnsanların daha önce hiç duymadıkları, bilmedikleri bir bilgiyi Allah’ın, peygamberlerine veya veli kullarına ilham yoluyla bildirmesidir ilm-i ledün. ( Vahiyden çok farklı...Biz şairlerin ilham gelip de şiir yazmasının bir kaç mertebe yukarısında bir şey anladığım kadarıyla.)
Yani hiç okuma yazmanız yok, herhangi bir tahsiliniz yok, hayatınızda iki kitabın kapağını kaldırmamış biriyseniz bile Allah dilerse size o güne kadar kütüphaneler dolusu kitaplar yazmış, araştırmalar yapmış bir bilim insanın bile bilmediği bilgiyi kalbinize ilham olarak aktarıyor????
Nitekim okuma yazması olmayan(Acaba?) cahil bir insan olan ( Hâşa) Peygamberimize de bu yolla öğretmiş Rabbimiz vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu, ondan uzak durulması gerektiğini.
Evet, peygamberimiz o güne kadar hiç kimsenin duymadığı, bilmediği bir gerçeği (!) ilm-i ledün sahibi olduğu için öğrenmiş ve ordusuna ‘’ Veba olan şehre girmeyin ‘’ diyerek onları bulaşıcı bir hastalık olan vebadan uzak tutmuş.
Kısacası Peygamberimize kadar vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu bilen yokmuş?
Peki işin gerçeği bu mudur?
Hayır değildir.
Veba ve benzeri pek çok hastalığın bulaşıcı hastalık olduğu peygamberimizden asırlar önce de biliniyordu. Mesela Hz. İsa biliyordu. Hz. İsa’dan asırlar önce yaşamış olan Hz. Musa ve Hz. Davut da biliyordu.
Dahası Kur’anda salgın hastalıklarla nasıl mücadele edeceğimize dair bir tek ayet bulunmazken Kur’andan önceki kitaplar olan İncil ve özellikle Tevrat’ta oldukça geniş bölümler sırf bu konuya yani salgın hastalıklardan nasıl korunmamız gerektiği ile ilgiliydi.
Mesela: Tevrat’ın Levililer bölümünde şöyle denir:
‘’RAB Musa’ya ve Kâhin Harun’a şöyle dedi: 2 “Bedeninde deri hastalığına dönüşebilecek şiş, kabuk ya da parlak leke bulunan kişi Harun’a, ya da Harun’un kâhin oğullarından birine götürülecek. 3 Kâhin derideki yaraya bakacak, yarada kıl ağarması varsa ve yara derine inmişse, kişi deri hastalığına yakalanmış demektir. Hastaya bakan kâhin onu kirli ilan edecektir. 4 Derideki parlak leke beyazsa, derine inmemişse, üzerindeki kıllar ağarmamışsa, kâhin hastayı yedi gün kapalı bir yerde tutacak. 5 Yedinci gün yaraya bakacak; yara ilerlememiş, deri yüzeyine yayılmamışsa, hastayı yedi gün daha kapalı bir yerde tutacak. 6 Yedinci gün hastaya bir daha bakacak; yara solmuş, deri yüzeyine yayılmamışsa, hastayı temiz ilan edecek. (Levililer, 13/2-5)[Bahsedilen hastalık cüzzam tabii ki ]
Yine Eski Ahit’in ‘’Çölde Sayım’’ ( Sayılar Bölümü de deniyor bu bölüme) bölümünde Midyan Savaşından dönen Hz. Musa’nın bu savaş sırasında Midyan ( Veya Medyan) halkında veba salgını görülmesi sebebiyle şöyle bir emir verdiği görülür
19 “Aranızda birini öldüren ya da öldürülen birine dokunan herkes yedi gün ordugahın dışında kalsın. Üçüncü ve yedinci gün kendinizi de tutsaklarınızı da günahtan arındıracaksınız. 20 Her giysiyi, deriden, keçi kılından, tahtadan yapılmış her nesneyi arındıracaksınız.” 21 Bundan sonra Kâhin Elazar, savaştan dönen askerlere, “RAB’bin Musa’ya buyurduğu yasanın kuralı şudur” dedi, 22-23 “Altını, gümüşü, tuncu, demiri, kalayı, kurşunu –ateşe dayanıklı her nesneyi– ateşten geçireceksiniz; ancak bundan sonra temiz sayılacak. Ayrıca temizlenme suyuyla da arındıracaksınız. Ateşe dayanıklı olmayan nesneleri sudan geçireceksiniz. 24 Yedinci gün giysilerinizi yıkayın. Böylece temiz sayılacaksınız. Sonra ordugaha girebilirsiniz.” ((Sayılar, 31/16-24).
Yani salgın hastalıkların bulaşıcı olduğu, bulaşıcı hastalıktan ve bu hastalığa yakalanmış olanlardan uzak durulması gerektiği bir İlm-i Ledün değildi. Peygamberimizden asırlarca önce de biliniyordu. Bilinmekle de kalmıyor ne gibi önlemler almamız gerektiği de belirtiliyordu.
Bugün korona virüse karşı önerilen en etkili önlem ellerin sık sık yıkanmasıdır değil mi? Ve bizler de ‘’ Müslümanlar bunu zaten asırlardır günde beş defa yapıyorlar abdest alarak.’’ Diyoruz.
Evet gerçekten de günde beş kez ( daha az da olabilir) ellerini, ayaklarını, yüzünü yıkar Müslüman. Ancak İncil’de( Markos İncili ) geçen bir bölümden anladığımız kadarıyla Musevilikte de vardır ellerin yıkanması. Şöyle ki:
‘’Yeruşalim’den gelen Ferisiler ve bazı din bilginleri, İsa’nın çevresinde toplandılar. 2 O’nun öğrencilerinden bazılarının murdar, yani yıkanmamış ellerle yemek yediklerini gördüler. 3 Ferisiler, hatta bütün Yahudiler, atalarının töresi uyarınca ellerini iyice yıkamadan yemek yemezler. 4 Çarşıdan dönünce de, yıkanmadan yemek yemezler. Ayrıca kâse, testi ve bakır kapların yıkanmasıyla ilgili başka birçok töreye de uyarlar.5 ( Markos 7. )
Tüm bu yazdıklarıma bakarak şimdi ‘’ Hz. Muhammed, genel inanışın aksine okuma yazma biliyordu. Haydi diyelim ki okuma yazma bilmiyordu ama okuma yazma bilen zamanının bilginlerini, bilgili insanlarını çok iyi dinlemişti ve onlar vasıtasıyla Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de ( Hrıstiyanlara göre Eski ve yeni Ahitte ) neler yazdığını biliyordu. ‘’ Veba olan şehre girmeyiniz.’’ Emri de Allah’ın kendisine özel olarak bildirdiği bir bilgi değil, Tevrat ve İncil’den duyup ( ya da bizzat okuyup ) öğrendiği ve mantık süzgecinden geçirerek doğruluğunu tasdik ettiği bilgilerdi ‘’ Diye bir iddia ortaya atmış olsam ( Ki attım ) pek çok itirazların geleceğine eminim. Çünkü pek çok insanın ezberine ters yazdıklarım.Ama ne kadar ezberlere ters olsa da en azından salgın hastalıkların varlığı ve onlardan nasıl korunmamız gerektiğinin Peygamberimizden asırlar önce de bilindiği, asırlar önce indirilmiş kutsal kitaplarda var olduğu inkar edilemez bir gerçek olarak ortadadır ve bana göre Peygamberimiz – okuma yazması olmasa bile- asla cahil bir insan değildi. [ Elimde bir delil olmasa da bana göre Peygamberimizin okuma yazma bilmediği de doğru değildir. Zira ilk emir olarak ‘’ Oku’’ Diyen yüce Rabbimiz en azından elçilik ve tebliğ görevi verdiği ve tüm insanlığa her şeyi ile örnek olarak seçtiği son peygamberinin -ölünceye kadar -okuma yazma bilmeyen bir insan olarak kalmasına asla razı olmazdı. ]
SONUÇ: Korona virüsün dünyayı tehdit ettiği bu günlerde hem fikren hem bedenen temiz olalım.
Evde kalmaya ( Çok geçerli mazeretler dışında ) Son derece önem verelim.
Kurallara harfiyyen uyalım.
Herhangi bir konuda bir şeyler söylemeden ya da yazmadan önce lütfen araştıralım ki ‘’ Aaaa bak Peygamberimiz taaa 1400 yıl önceden biliyormuş veba ve cüzzam gibi hastalıkların bulaşıcı olduğunu, İlk kez o bildirmiş. ‘’ Gibi yanılgılara düşmeyelim.
Ve son olarak: Bu yazının bazı vatandaşların tepkilerine yol açacağını, ‘’ Hrıstiyanlık, Yahudilik propagandası yapmışsın’’ Diyeceklerini şimdiden duyar gibiyim. Ben beni biliyorum. Gerisi hiç önemli değil.
YORUMLAR
Ya Rabbim Beraat kandili hürmetine üzerimizden bu hastalığı kaldırsın inşallah, konusu güzel yazıydı, saygılar selâmlar
sami biberoğulları
Evet çok güzel yazmışsınız. Tedbirimizi alalım, koronadan öleceksek de Allah'ın takdiri.
Bugün tv de Amerikalı kadına soruyorlar;
-Neden kiliseye girip ayine katıldınız?
-Ben, Hz. İsa'nın kanıyla yıkandım. Bana birşey olmaz .
Koronanın aşısı bulunmuş, Hz. İsa'nın kanı. Zavallı kadın :(
Teşekkürler.
sami biberoğulları
Evet, maalesef cehalet sadece bir ulusa, bir dine, bir ırka, bir millete ait değil, beynelmilel bir şeydir.
Selam ve saygılarımla hayırlı kandiller.