Bekleyişlere adanan düşlerin de döngüleri var, ıssızlığı da coşkun çalkantılarla savrulduğu anları da...
Ölçüsüzlüğün içinde hangi istenç daha ağır basar ki
Ağlak bir gün batımında
Ah Caraco Ah!
‘’Kimse kurtulamayacak ‘’derken
Bir kez baktın mı hiç şu gökyüzüne?
‘’…Sokaklar bir su oluğu gibi boşalmıştı… Maddeler kalmıştı, el değmemişçesine ama demetleri çözülmüş kocaman sarkıtlar gibi gökten iniyor, masal sarayları gibi kişiliksiz göğe doğru yükseliyordu. Tüm o alışılagelmiş yakarışlar, günlük, basit gevezelikler havada eriyip susmuştu.
Artık yalnızca bir insan geleceği vardı, ruhsuz maddelere doğru atılan ve onların aynasında bin bir ayartıcı imgeye dönüşen bir insan geleceği…
Gelecek ölmüştü.’’
Sartre’nin ’Özgürlük Yolları’ndayım günlerdir. Odaklanabildiğim kadarıyla Sartre’nin Özgürlük yolları, çayım ve balkonumda seslerini yitirmemeyi dilediğim kırlangıçlar…Özlemini çektiğim çoğu ayrıntıdan bana kalan en değerli lüksüm bunlar. İnziva günlerinde çoğu insan gibi bireysel ve hayata dair gerçekliği daha fazla düşünme ve fikir yürütme imkanı bulduğumuz günler..
Pirandello bir eserinde şunu söylemiş: ‘’Bizler hepimiz bir kişiyiz, hiçbir kişiyiz yüzbinlerce kişiyiz.’’ Tüm dünya ortak bir gerçekliği duyumsayıp bu gerçekliği farklı açılardan yorumlarken ,İçinde bulunduğumuz süreci nasıl da tanımlıyor bu cümle.
‘Özgürlük Yolları’na ara verdiğim zamanlar Simone de Beauvor’ın tutkuyla bağlandığı Largen’e yazdıkları mektupları okuyorum:
‘’…ama sevdiğin adamla aranda şu korkunç Atlas Okyanusu varsa başka ne yapabilirsin? Sana bir şeyler yollamak istiyorum; ama ne yollayabilirim ki? Çiçekler bile soluyor yolda; öpücükleri, gözyaşlarını gönderemezsin bile. Sadece sözcükler var, bense İngilizce bile yazamıyorum. Sen ne kadar acı veren bir adamsın ki sevgilin senin için bütün Atlas Okyanusu boyunca ağladı!’’
İnsanların gerçekliği algılayış biçimleri kadar aşka yaklaşımları da bambaşka olabiliyor. Simone De Beauvor’un Sartre’ye sevgisi, aşkı, elli yıl süren birliktelikleri gibi…Simone’nin Sartre’ye sevgisini kendisinde bıraktığı etkileri anlattığı mektupları da okuyorum bu aralar.
İnsan yaşamını bireysel tutkuları , kararları belirliyor diyor Sartre. Ona göre insanoğlu özgür olmak zorundadır. Bireyin hayatındaki hiçbir olay ya da durum ilahi bir güç tarafından önceden belirlenmemiştir. Sartre’a göre bireyin karar verme gücü ve iradesi nasıl bir hayat yaşayacağı konusunda doğrudan etkilidir. Sartre’nin tüm kitaplarını okumalı, üzeine çokça düşünmeli insan onu en iyi şekilde anlamak için.
Aklıma bugünlerde hep şu soru takılıyor: İnsan sosyal, ekonomik, politik konular dışında kendisi için kendine dair de düşünmeyi biliyor mu acaba?
Charlie Chaplin’lik bir coğrafya bu… Çokça yoksul, pejmürde bir yaşamın içinde kendi varoluşunu ve bu varoluşun anlamını arayan Şarlo’ya dönüşüyoruz her geçen gün. Charlie Chaplin yaşasaydı nasıl anlatırdı halimizi acaba? Sanırım şunu derdi karısına:
‘’Oana, güzelim…Oana… bak bak dünya nasıl da hâlâ bir sessiz sinema.
Her şey her an biçim değiştiriyor her an her şey yeni bir anlam ve boyut kazanıyor ; fakat değişmeyen ritüeller de var her şeye rağmen. Asıl tuhaf olan ise değişene değil değişmeyene dair şaşkınlık sarıyor artık bizi. Şaşkınlık kriterlerimiz bile değişti.
Tam karşı balkonda oturan Hediye Teyze’ye bakıyorum...Tüm dünya bir salgının yaşamsal etkileri, sürerliliği ve salgından kurtuluş çarelerini ararken tek derdi suyun kesilmesi olan Hediye Teyzeme. Tam da bir imgenin ya da düşüncenin ortasındayken telaşla sesleniyor bana:
‘’Sizde de sular kesilmiş mi kızım?’’
Yerimden doğruluyor, mutfağa geçiyorum, suyun olup olmadığına bakmak için.
‘’bizde de yok’’ cevabını alınca yüzü daha da geriliyor altmış yaşlarındaki Hediye Teyzemin. Kaygıyla soruyor karşı apartmanın balkonundan:
‘’Peki, şimdi nasıl yapacağım bunca temizliği?’’
‘’Suyu bekleyeceğiz Hediye Teyze’’ diyorum.
Önemsediğin suyu bekleyeceğiz ,diyorum içimden…Suyu bekleyeceğiz, tıpkı yaşadığımızı ve soluk alabildiğimizi hissettiğimiz ‘’hayatı’’ her gün bekler gibi..
Belki de bekleyişi öğrenmek için tam da uygun zaman. İçimdeki yıkıcılığını yok sayıp bekleyişlere adadığım ne çok şey var.
Oysa ‘’Bir ağaç gibi olmayı öğrenmeli. Olduğu yerde rüzgâra aldırış etmeden durup beklemeli insan. Bir kuş gibi olmayı öğrenmeli. Hayatına göğüs gererek hareket etmeli.’’
Dağ yamaçlarında özgürce uçuşan güvercinleri seyrediyorum. Yolun ortasında umarsızca oturan kediyi, evlerinin önünde coşkuyla oynayan çocukları, apartman duvarlarının kenarında boy veren beyaz - sarı çiçekleri…Maria Farantouri’ye kulak veriyorum, bazen kendi dilimle ona eşlik ederek:
…
‘’Öğrenmeyi arzulayacaksın
Susuzluğunu gidereceksin yeryüzünün kaynağından
Bildiğin, öğrendiğin şeylerle sonu yok şafağın.
Hayatın içinde , sadece orada bulacaksın ne bulacağını.
Bu ipliklerle dokunan, bizi bunaltan ruhu.
Eğer kararıyorsa gün,
Doğuyor bir yerlerde uyan!
Ve bulutlanıyorsa gün korkutmasın seni
Işığı tut kalbinde!’’
YORUMLAR
Merhaba sevgili hena çok güzel, kapsamı geniş ve çabuk anlaşılamayan fakat ara ara duraksadığım duraksamayi sevdiğim onu kıymetli bulduğum bir yazıydı. Bundan onceki yazıyı okuyamamıştım. Tabi ki ona da bakacagım
Siz ve bir kaçınız burada ne büyuk iyilik ettiğinizinizin farkindamısınız yazarak...
Okudum. Zaman zaman farklı hislere kapıldım. Yaşami sorguladım. Biz insan olmanın onurunu sorguladım
Aslında su cok kıymetlidir hena su en tatli şerbettir bize fakat asil durduğum yer orasi değildi bu yazıda....
-Hizlıca yazıyorum curetimi mazur gör lütfen-
Beklemek adina, sadece beklemiyorduk aslında. İpi göğüslüğüyorduk. Dediğin gibi yakıcıydı yikıcıydı. İzlerin giderek kaybolduğu. Hissesleştirilen bir dunya var artik karşimızda. Eskiyi istemek geçmişle oyalanmak sadece hüsran olur bence.
Zaman kalbimize doğrulmak vaktidir.
Zaman alemlelerin Rabbine kulak vererek revan olmak vaktidir. Tüm çalkantilari aslinda nimetten varsayarak...
Susuzluğumu giderdiğin için bu emek dolu yaziya ve sana müteşekkirim.
Saglicakla
Inandığıma emanetsin
Kalben... 🥀
-Mahvash- tarafından 4/6/2020 11:37:46 PM zamanında düzenlenmiştir.