- 835 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Herşeyin bir secdesi var
Birşey taşıyanında asıl değilse onda aczde düşer. Evet. Acz bir ayraçtır. Bir turnusoldur. Asıl ile gölgeyi birbirinden ayırır. Bu eşikten seyr ile: Mürşidimin mesleğini tarif ettiği dört hatveyi (dört adımı) aczden başlatmasını ayrıca manidar bulurum. Birçok yazımda da bu hikmetin kırıntılarını avlamaya çalışmışımdır. Kabımca kararınca aktarmayı denemişimdir. Bu defa da yine bunu deneyeceğim. Afacan bir serçe gibi somundan bir gagalık rızık tırtıklamaya çalışacağım. Tevfik Allah’tan. Hamd yalnızca Ona. Gagamızın gücüne güvendiğimiz yok. Yine somunun sahibinin çabamıza acıyıp ekmeğini ufalamasını bekliyoruz. Haddimizi biliyoruz. Tevhid esbabın tesir-i hakikiden el çekmesini ister. Demek gayretimiz de ancak bir şefaatçidir. Bir dileyiştir. Fiilî bir yakarıştır. Dilimizdeki dua ne yapıyorsa elimizdeki kalem de ancak onu yapar.
Biz de gölgeyiz. Fakat gölgeliğini unutabilen gölgeleriz. İmtihan da buradan başlıyor. İnsanoğlu, bir tecell-i esma/sıfat hediyesi olarak Cenab-ı Hakkın taktığı bazı süsleri üzerinde görüyor, beğeniyor, benimsiyor ve ilâ misafirlikte ’oyalansın’ diye verileni yanında götürmek isteyen çocuk gibi işi karıştırıyor. "Bu benim!" diyor. "Bana ilmimle verildi!" deyu Karun gibi şımarıyor. İddialaşıyor. Dünyanın ’oyun ve oyalanma yeri’ olduğunu hatırlatan vahyi unutuyor. Esasında bu ve benzeri bütün nisyanlarda ilk unuttuğu şey acizliği oluyor. Evet. "O Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki Allah da onlara kendilerini unutturmuştur!" hakikatinin ihtar ettiği gibi: Allah’ı unutan esasında kendisinin de ne olduğunu unutmuştur. Kendisinin ne olduğunu unutan da evvelemirde acziyetini unutmuştur. Çünkü onda varlık olarak görünen her ne varsa acziyeti ile katıktır. Karışıktır. Yaralıdır. Bu arızîliğin unutulduğu her yerde ’şeyler’ gölgeliklerini unutup aslolma iddiasına başlarlar. Tıpkı yansıtıcı olduğunu inkâr eden bir aynanın üzerindeki ışığı kendisinin sayması gibi. Halbuki hariçteki güneş bir an çekilse ayna ışığında acze düşer. Böylesi bir sapma sanrı ile başlayan yolculukların selametle hitama ermesi hiç mümkün müdür?
Allah da biliyor biz de biliyoruz. Allah da işitiyor biz de işitiyoruz. Allah da görüyor biz de görüyoruz. Fakat aman-sakın bu tabirlerdeki benzerliklere aldanma! Allah herşeyi hiçbirşeyi öğrenmeye muhtaç olmadan, hatırlatılmadan, unutmadan biliyor. Sense çok azıcık şeyi, hem de öğrenmeye muhtaç olarak, bir de üstüne üstlük sık sık unutarak biliyorsun. Allah herşeyi kulağa-sese-havadaki dalgalara vs. muhtaç olmadan işitiyor. Sense çok azıcık şeyi, hem de duymaya muhtaç olarak, bir de üstüne üstlük birçok araç-organ-vasıtayla işitebiliyorsun. Allah herşeyi hiçbir ışığa, göze, göstericiye muhtaç olmadan görüyor. Sense çok azıcık şeyi, hem de görmeye muhtaç olarak, bir de üstüne üstlük birçok araç-organ-vasıtayla görebiliyorsun. Yani işin özü arkadaşım: Sen bunları asıl olarak kendinden üretmiyorsun. Taşıyıcısın. Yansıdığı kadar yansıtıyorsun. Aslolmadığını da sınırlarından, yani onlarda acze düşmenden, anlıyorsun.
Kusurlu bir temsille azıcık daha sana yaklaştırmaya çalışayım: Güneş dünyanın ne kadarını aydınlatabilir? Her yerini değil mi? Yani, eğer bütün dünyayı güneşin önüne serebilsek, güneşin tamamını aydınlatmakta acze düşmediğini görürüz. Fakat güneşten gelen ışığı bize yansıtan birşey, mesela küçük bir ayna, belki yüzümüzü aydınlatır. Ancak karanlık bir odaya tutulduğunda sınırlarıyla tanışmış olur. Odanın ancak birazını aydınlatabilmektedir. Gerisinde acze düşmektedir. Böylece acizliği, başta belirttiğimiz gibi, ayraçlık/turnusolluk vazifesini görür. Ona onda olanların aslolmadığını; arızî, gölge veya emanet; dolayısıyla yansıma olduklarını bildirir.
Bu biliş insanın kendisine dair bilişlerinin başıdır. İlk adımıdır. "La ilahe illallah!" diyen mü’min bu bilişle/kuşanışla âleme ve kendisine bakmaya azmeder. Allah’tan başka ilah olmaması, asılların tamamının Onun olması, Ondan gayrısında görülenlerin de aslolmaması sonucunu verir. Zatî olan sonsuzdur. Arızî olan sınırlıdır. Allah’tan başka ilah olmadığının kabulüyle insan kendi nefsine de bir hatırlatma yapmış olur: "Dolayısıyla sen acizsin dostum!" Allah’ı unutmanın insanın kendisini/nefsini unutmasıyla cezalandırılması işte biraz da bundandır. Allahu’l-a’lem. Aslın nereden geldiğini unutan yansımalara asıllık atfetmeye kendini mecbur bilir.
Çok dallandırıyorum ama baldır. Dilimi çekemiyorum. Buna da akla yaklaştırıcı bir misal vermek istiyorum. Önümüzde bir bardak su ve üç bez olduğunu düşünelim. Bunlardan birisini suya hiç dokundurmayalım. Kuru kalsın. Diğerini masaya dökülmüş birkaç damlayı silmek için kullanalım. Azıcık ıslansın. Ötekisini ise büsbütün suya batıralım. Sırılsıklam olsun. Şimdi bu üç bezin ne kadar ’ıslak’ olduklarını kendimize soralım. Makul cevaplar: Birincisi kuru. İkincisi azıcık ıslak. Üçüncüsü ise sırılsıklam. Peki ben bu soruya bir soru daha eklesem ve desem: Bardaktaki su ne kadar ıslaktır peki? Bu soruma muhtemelen gülersiniz. Çünkü su için "Ne kadar ıslaktır?" diye birşey sorulmaz. Su sonsuz derecede ıslaktır. Islaklık ondandır. Diğer şeylerin ıslaklığı ona kıyasla ölçülür. Ancak onun ıslaklığı ölçülemez. Temsildeki kusurlara bakılmasın.
İşte İslam’da Allah’ın isimleri/sıfatları konuşulurken de durum budur. Bizdeki tecelliler Ondandır. Sınırlıdır. Ölçülür. Yumruğumuzun bastığı kilo bu kadardır. Belimizin kaldırabileceği yük şu kadardır. Kulağımızın duyabileceği desibel o kadardır. Peki Allah’ın kudreti ne kadarını kaldırır? Hâşâ. Allah için böyle sınırlar konuşulamaz. Onun kudreti sonsuzdur. Kur’an’da sıkça hatırlatıldığı şekilde ’Herşeye gücü yeter.’ Allahlık ancak böyle olur. Evet. İlahlık asıllıktır çünkü.
Buradan şuraya gelmek istiyorum: Yine Kur’an’da ve Aleyhissalatuvesselamın sünnetinde ’istişare’nin sıklıkla emredildiğini görüyoruz. Bunda da insana had bildiren bir taraf var bence. Zira insanda Cenab-ı Hakkın sonsuz/sınırsız hâkimiyetinin nümuneciği, Onu anlamaya vesile, Onun kemaline bakmaya küçücük bir rasatçık olarak ’hâkimiyet bilinci’ var. Âdemoğlu/kızı da kendi mülkü/bölgesi saydığı yerlerde bir hâkimiyet davası güdüyor. "Benim bedenim ve de benim kararım!" diyebiliyor. Ancak bu hâkimiyet arzusunda yine acziyetin tadı eksik kalıyor. Körleştiriyor. Bize aslında ne olduğumuzu hatırlatır bir bilince/eğitime ihtiyacımız var.
İşte, kanaatimce, istişare böylesi bir eğitimdir. Evet. İnsan birşeylere hâkim olduğunu iddia edebilir. Kendisini tek yetki sahibi gibi görebilir. Fakat diğer bütün sıfatları gibi bunda da acziyetle yaralı olduğu için isabet edemez. Her zaman doğruyu göremez. Her zaman adaletle hükmedemez. Her zaman herşeye yetişemez. Burada hâkimiyetinin secdesi istişaresi ile olur. Yani istişare de bir tür secdedir. Bir kabulleniştir. Kendini olması gereken yere koyuştur. Herşeyin bir secdesi vardır. Herşeyin sınırlılığını öğrendiğimiz anı, yani bize aczimizi hatırlatan yeri, onun secdesi olur. Namaz nasıl secdelidir oruç da öyle secdelidir. (Acizliğinizi farkettiğiniz yerinde secde ettirir size.) Oruç nasıl secdelidir hac da öyle secdelidir. Hac nasıl secdelidir zekat da öyle secdelidir. Sınırlılığımızın farkındalığına dokunduğumuz her yerde bir secde izi var bize. Cenab-ı Hak alnımızı secdesinde daim, secdeyi de hayatımızda kaim, aczimizi fikrimizde sabit eylesin. Âmin.
YORUMLAR
"Allah’tan başka ilah olmadığınını kabulüyle insan kendi nefsine de bir hatırlatma yapmış olur: "Dolayısıyla sen acizsin dostum!"" yazınızdan alıntı;
Evet, gözle görülmeyen virüs insanları ne hale getirdi.
Uçağı, yatı olan bile dünya turuna çıkamıyor.
Dün tv de doktorun biri, 3000 tl parfüm kullananların, 5 tl kolonyaya muhtaç olduğunu söyledi.
İşte değişik durumlar. Teşekkürler