- 799 Okunma
- 5 Yorum
- 5 Beğeni
Gelmeyen zaman yoktur
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hayatta gelmeyen zaman yoktur. Herşeyin bir zamanı vardır. İyiliğin de kötülüğün de. Sorunları halının altına süpürmek yerine yerinde çözümlemek en güzeli olurdu. Lakin daha önce yapmış olduğu hukuki hataları bugün tolere etmeye çalışıyor ama hareket ettikçe daha da bataklığa saplanıyordu.
Alacaklılar kapıya fiziksel olarak dayandıkları gibi hukuksal olarak da dayanıyorlardı. Alacaklıların biri gidiyor biri geliyordu. İcra memurları ve avukatlar onun için gündelik yaşamın bir parçası haline gelmişti. Hukuk mevzuatını bilmediği için günü kurtarma adına gelen evraklara imza atıyor o günü kurtarmaya çalışıyordu.
Avukatlar, avukat katibi, haciz memurları, sarı taksi ve onlarca evrak. Anlat anlat bitmiyor.Üzerindeki icra baskısı hayatını yaşanılmaz hale getirmişti. Çaresizlik insana bile isteye hata yaptırıyor. Başı sonu doldurulmamış senetler neden alacaklıya verilir ki?!.Sanırım bu sorunun mantıklı cevabı yok. Belki de günü gelince bulunamayan para belki de mahcubiyet duygusunu yenme arzusu. O da en sevdiği arkadaşına borçlanmıştı. Ödeme günü gelmiş ve ödemesini yapamamıştı. Arkadaşından biraz anlayış bekliyordu. Kendisini biraz daha idare etmesini istiyordu. Aynı durumda olsa o kesinlikle arkadaşını idare ederdi.
İlk defa darbeyi en sevdiği arkadaşından yemişti. Vurulan ilk darbeyle sarsılan bünye diğer darbelerle yerle bir olmuştu. Ah o ilk ödeme emri yok mu?! Anlatmaya kelimeler cümleler yetmiyordu. O ödeme emrini gördüğünde hissettikleri anlatmaya ne kelimelerin gücü yeterdi ne de cümlelerin.
Ve sonrasında diğer ödeme emirleri, haciz tutanakları ve icra taahhüt evrakları. En son da mahkeme celpleri....
2015 yılı 2016 yılı 2017 yılı derken yıl olmuş 2020. Sorunları nereye kadar tolere edeceksin. Çözülmemiş sorunlar sonrası mahkeme celplerinin biri gidiyor biri geliyor. "Duruşmalara gitme" demişti bir yakını. O da duruşmalara gitmekle sorunlarını çözeceğini zannetmişti. Deve kuşu misali. Başını kuma gömünce sorunlarda çözülecekti. Oysa gerçekler bambaşkaydı. Ah o ilk karar yok mu?! Postacı " Tebliğ Mazbatasını " kendisine bizzat teslim ettiğinde o güne kadar duymadığı, okumadığı kavramla tanışmıştı. Kararın hüküm kısmında " borçlu sanığın ödeme şartının ihlali suçuna uymadığı anlaşılmış olup, eylemine uyan kanun gereğince 3 AYA KADAR HAPSEN TAZYİKİNE" yazıyordu. Şimdi ne yapsın ne etsin, kimlerin kapısına gitsin de aman dilensin. Sonrasında diğer mahkeme kararları peş peşe tebliğ edildi.
İş işten geçmişti. Şehirdeki tüm avukat ofislerini dolaşmış bir çıkış yolu arıyordu. Lakin bütün avukatlar ağız birliği etmişcesine aynı şeyi söylüyorlardı. " mal varlığın yoksa, her hangi bir gelirin yoksa gelen icra memurlarının evraklarına imza atmayacaktın. Ya borcu ödeyeceksin ya da alacaklı veya vekili şikayetlerinden vazgeçecekler. Başka türlü kurtuluş yolun yok. Mahkeme kararında yazılı cezayı çekmek zorunda kalacaksın" diyorlardı.
Bir makalede " Cezanın amaçları suç işlenmesinin önlenmesi, toplumun korunması ve kişinin ıslah edilmesidir. " yazıyordu. Amaç suçlunun uslandırılması yani ıslah edilmesi ise zaten kendisi de uslanmıştı. Islah olmuştu. Mahkeme kararlarında yazılı cezayı çekmese ne olurdu?!
Artık işin içinden çıkamıyordu. Mahkeme kararları bir bir tebliğ ediliyor bazı mahkeme kararları kesinleşiyordu ve infaz bürosuna evraklar gönderildiği bilgisi kendisine alacaklı vekilleri tarafından bildiriliyordu. " Borcu öde aksi takdirde yakalama emrin çıkacak" diyorlardı. Diyorlardı ama borçlarını ödeyecek durumu yoktu.
Günler geldi geçti. Hakikaten gelmeyen zaman yokmuş. İş yerinin önüne gelen " sarı rengine" alışmıştı. Umursamıyordu. Artık hukuksal mevzuatı öğrendiğinden gelen geldiği gibi gitmesini biliyor diyordu. Ancak bu defa gelen sarı renkli taksi değildi. Hem giyimleri de kravatlı gömlekli de değildi gelenlerin. Dünyası başına yıkılmıştı. Kapının önünde " Mavi rengi" görünce dünyası başına yıkılmıştı. Gelenler üniformalı devlet memurlarıydı. Elbet herkes görevini yapıyordu. Komutan mahkeme kararını yüzüne okuduğunda beti benzi atmıştı. Şimdi neye yansın bilmiyordu. Bütün iş arkadaşlarının gözünün önünde derdest edilip özgürlüğünden olmasına mı yansın yoksa itibarının zedelenmesine mi yansın bilemiyordu.
Hayatın gerçekleri onu yerle yeksan etmişti. En çok hayata karşı güven duygusunu yitirmişti. Hayatına aldığı dostlar bir bir silinirken maddi ya da manevi gücü elinde bulunduranları düşünüyor, dünlerine ve bugününe hayıflanıyordu.
Cezaevi görevlileri onu demir parmaklıkların ardına koyarken yeni hayatına istemeden de olsa merhaba diyor ,demir parmaklıklar ardında kendisine gösterilen ranzada gelecek zamanı beklerken " hayatta mucizeler yoktur. Mucizeler soyut kavramlar için üretilmiş palavralardır." diye kendi kendine telkinde bulunuyordu.
YORUMLAR
Serkan Bey bu yazıyı kaçırmışım kusura bakmayın. Ama geç de olsa okuma imkanı bulduğum için mutlu oldum.
Yazı hepimizin başına gelebilecek türden.
Zamanında "Bir şey olmaz" mantığından hareketle bir arkadaşımın yaşadıklarını hatırlattı. Evet bir şey olmadı. Bu günkü parayla 1 milyonluk dairesi gitti. 1 yıllık hapis cezasından zor sıyrıldı.
Selam ve saygı bıraktım buraya.
Serkan BOL
Haklısınız üstadım. Herşey zamanında yapılmalı aksi takdirde arkadaşınız gibi kayıplar büyük olur.
Saygı ve selamlarımla...
Dün okumuştum ve tahmin etmiştim bugünkü yerini... O kadar gerçek ki yazdıklarınız! Güzel anlatımınızla birleşince de doyulmaz lezzette oluyor.
Kutlarım...
Serkan BOL
Yorumunuza desteğinize çok teşekkür ederim Eflatun Hanım. Yorum yapan gönlünüz var olsun.
Saygılarımla...
Serkan BOL
Saygılarımla...
Biraz hayatın getirdiklerinden, biraz bilmezlikten, biraz dost bildiklerimize gözü kapalı güvendiğmizden, belki biraz sorunları ötelediğimizden, biraz ondan biraz bundan ne geliyorsa başımıza.
Paylaşımdan herkes kendine bir ders çıkarabilir.. Örnek olabilir bu yaşananlar adımını bu yönde atanlara..
Yüreğinize sağlık..
Saygılar..
Serkan BOL
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla....