KRALLAR DA ÖLÜR
Ölüm, herkese istisnasız her bireye eşit muamele eden bir sondur.
Kimsenin herhangi bir sebepten; makam, mevki, rütbe, zenginlik gibi hiçbir imtiyazının geçerli olmadığı,
bedenlerinin beyaz bir kumaş parçasına sarılarak toprağa çürümeye bırakıldığı bir hakikattir, ölüm...
Çoğu ölümlü kendinden sonraki 4. nesil tarafından anımsanmaz. Tanınmayan yabancı yaşam-sızlar olurlar.
Mevcudiyetleri geldiği günlerindeki kadar enteresan bir şekilde yokluğa dönüşür.
Sahip olunan her şeyin ardımız sıra bırakıldığı,
dünya hayatından inanca göre değişiklik gösterse de genel kanıya göre
ahiret yurduna iltica ettiğimiz bir yolculuktur ölüm.
İnsanoğlunun fani bir yapı şemasının içinde fani bir varlık olduğu
ve ruhu üzerine giydirilen geçici elbisesinden sıyrıldığı o an,
geride bıraktığı yaşamından sadece “yapıp ettiklerini” yanında götürebildiği sonsuz yolculuktur, ölüm.
Dini değerlere bakılarak denilebilir ki
Kabir hayatından sonra yeniden haşrolunarak
mahşer yerine toplandığımızda,
sonsuz yurdumuzdaki yeni “yaşamımızın” belirleneceği
imtihan saati de gelmiş demektir.
Ölüm gerçeğini “yok olmak” olarak algılamak iç kaosa sürüklenmemize neden olur.
Üzerinde durmaktan kaçındığımız bu gerçek, belki de hakikatin kendisidir.
Yine dini öğretilerimizin verdiği güvence ile
Yeniden dirileceğine inandırılanlar sanırlar ki sonraki serüvende hiçbir muhasebe yapılmayacaktır. bu da elbet kaos kadar ürkütücüdür. Çünkü inancın rahatlamasına neden olduğu insan için yapabileceği olasılık katlanmıştır.
İnanç ve bilinç sistemi teorik olarak kendisini gönül rahatlığı ile suç işleyebilir hale getirmiştir.
Ancak ölüme ve ahret gününe inanan özellikle Müslümanlar için,
dünya hayatının bir geçiş güzergâhı olması ve “tuli amel” içermemesi gerekmez miydi?
İyi bir kul olmak veya yeryüzünün halifesi olarak “hak ve adaletin tesisi için” mücadele etmekten
başka bir bağımızın olmaması gereken dünya hayatı,
bizim için nasıl olur da bir ihtiras alanına dönüşebilir?
Ölümün elle tutulan tek gerçeği saklı tuttuğu gizidir. Gizlerle dolu bir yapısı olması onun gerçekliğini örtbas etmez.
Ürkütücü hale getirir. Pek çok insan çocukken toprak altında kalmaktan korkmuştur.
Bu hakikatin farkında bireyler için hep burada kalacakmışcasına dünyaya sımsıkı sarılmak ne büyük gaflettir.
Bu gafletin içerisinde yuvarlanıp giden insan
tarihi sürecinde günahın, haramın, zulmün ve ihtirasın kurbanı olmuştur.
Kaldı ki, makam, mevki, güç, ihtiras âdemoğlu ve havva kızlarına
daima “kul” gerçeğini unutturarak şeytanın tuzağına düşürmüştür.
Hani nerededirler?.
Dünyayı titreterek büyüklüklerini, güç ve kudretlerini(!) ispat peşine düşen bu adamalar ve kadınlar şimdi neredeler?
Toprağın altında çürüyen cesetlerinden başka varlıklarından geriye ne kalmıştır?..
Hasılı, bir kişinin ölümünden geriye ne kaldığıdır önemli olan.
Yaşı, makamı, kim olduğu değil, ardı sıra bıraktıklarıdır.
Bir yanda yeryüzünü fesada uğratan zalimler,
diğer yanda varlığı ile etrafını kandiller misali aydınlatan güzel insanlar.
Bir yanda hakkın aydınlığı diğer yanda zulmün karanlığı..
Ölüm her nefse uğrayacak mutlak bir hakikattir!
Önemli olan ölümün uğradığı kişinin,
genç, yaşlı, kadın veya erkek ,kral,sultan,padişah olması
nerede yaşadığı, nasıl göründüğü değil,
geriye ne bıraktığı, beraberinde ne götürdüğüdür...
Bundan 5 6 yıl önce şair birini tanıma şerefine nail olmuştum.
Henüz kitabını yayınlamamıştı. Birazda tuhaftı işin doğrusu. Şöyle dedi;
Adına ister Tanrı diyelim, istersek kader veya tesadüf
Yarın ne olacağını bilmek zor, tek bir hayatımız ve onu yaşamak için tek bir şansımız var.
O yüzden hiçbir hayali başka bir dünya inancına bırakmamak gerekir.
ELLİL-ŞUSIN
YORUMLAR
Güzel bir yazıydı... Üzerine söylenebilecek fazla bir şey yok..! İnsan iki şey'de hatadadır...
İlk'i geçmiş'e dalarak yarını kaçırır. Ömrü bardağa benzetirsek, dolu tarafını düşünmekten, boş tarafını ne ile dolduracağını pek hesap etmez.
Dünya hesabına çalışırken ruh'unu beslemeyi, duygularını, kendini unutur gider...
Yıllar sonra bir emekli kahvesinde, balkonda beş çay'ında... Ne boş bir hayattı der.
Aslında aradığı veya bulamadığı boşluklar dışarıda değildir. Kendi içindedir. Ruh'unu bir yerde hayat'ın müşkülpesent koşuşturmacasında unutmuştur... Küçük avuntular da kendi olmasına müsaade etmez..!
Her insan geride bir şeyler bırakmak ister, hayal gücü nisbetinde kimisi evlâtlar bırakmak için uğraşır, kimisi dünyayı değiştirecek büyük erdemlerin peşindedir..
Sevgiyle, toleransla ve merhametle yani pragmatist bir tutumla gelişmeyen dünya kıyamet'e yürür. Son 10 - 15 yılda Nükleer-Tıp denemeleri ve sonuçları bugün insanları evlere hapsetti.
Dünyanın mimari dokusuna zarar vermeyen ama patladığı yerde 25bin km kare alanda organik canlı bırakmayan bir nükleer denemeden bahsediyor. Ödül alması planlanıyor... Müthiş..!
Yarın ki şiir'imde,
Eskiden kır'da gezerdik... bir ağaç vardı diye yazmaktan korkuyorum...
İki çaba'da güzeldir... Einstein der ki;
- Siz yaptıklarımdan dolayı bana dehâ diyorsunuz. Ama ben dehâ ve aptallık arasındaki çizgiyi fark edemiyorum. Madde'nin çekirdeğini bulmuş olabilirim, ama hayatımın çekirdeğini bulamadım..!
Nacizane yorumla, Hayat dengeyi sever, Dünya'lık için uğraşmak kadar ruh'u beslemek...
Sevgiyle, sevgiliyle doyurmak, muhabbetle gönüllerin kapalı pencerelerini açmak sanırım bırakacağımız en değerli miras...
İnsan'lığımızın özünü oluşturan kadim değerlere dönmezsek, yarın kızıl bir güneş, genzimizi yakan bir atmosfer ve bin pişmanlıkla öleceğiz... Ve geride bu sefer hiçbir şey kalmayacak..!
Saygılarımla
Han AKÇADAĞ
Yaşamı ve sonsuzluk özlemini ölüm üzerinden analizlemeniz iyi olmuş ancak yine sonuç yok...
Tesadüf; var olmayı açıklayamıyor, dinlerin de tam açıkladığı söylenemez. Hele ki yobazlık bulaşmış zihinlerden çıkanlarla.
Tanrı neden gizliyor kendini bilinmez. Üst düşünceyi, insanın sahip olduğu alt düşünceyle anlamak zor.
İnanmak güzel şey rahatlatıyor insanı...biz de inanıyoruz.
Yazı daha deruni yazılabilirdi. Alanı müsait çünkü... yine de eline sağlık.
Selamlar olsun.
Arkeolog
Yazı daha deruni yazılabilirdi. Alanı müsait çünkü... yine de eline sağlık.
Elbette daha derin bir kazı yapmak isterdim. Ancak yazı ağır eleştirilere maruz kalabilirdi. Üstelik belirttiğiniz gibi Tanrı kendisini görüngelerin ötesinde gizlediği için açık bir adrese yazabilmek zor.
Dilinize sağlık! Farklı başlıklarla derinleşeceğine sizi temin edebilirim.
Teşekkür ederim.
Hangi hayalden bahsedilebilir ki hayalden öteye gitmedikten sonra...Herkesin öleceği doğru..İnsanın aklının ve kapasitesi olduğu diye bir şey var..Az koyarsın dolmaz çok koyarsın almaz.Yaratılışında her şey şifreler halinde ..Havva'nın kızlarının veya ademlerin peşinden koşanlar birazcık da olan akıllarını yitirdiklerinden küçücük hafıza da zaten karıncalanıyor.Gerçek İnanç ve bilinç sistemi teorik olarak insanı gönül rahatlığı ile suç işleyebilir hale getirmiyor.Atalardan gelen hatalarda diretmek Allah'ın dininin gereklerini yerine getirmemek insanı suça yönlendiriyor.Felsefenin fazlası insanı gerçeklerden uzaklaştırır.Çünkü Felsefenin temeli cahiliye dönemine dayanır.Saygıyla..
neneh. tarafından 2/25/2020 2:37:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
neneh. tarafından 2/25/2020 2:38:12 PM zamanında düzenlenmiştir.
Arkeolog
Gerçek İnanç ve bilinç sistemi teorik olarak insanı gönül rahatlığı ile suç işleyebilir hale getirmiyor.
Genel olarak söylediklerinize katılıyorum. Ancak burada bir parantez açmak istiyorum. Bir önceki cümle de böyle olmaması gerekirken öyle yapıyoruz'u yazdığım için aynı şeyi söylemiş bulunuyoruz.
^^..^^
İnsanın insana gördüğü revadır da
Tanrıdan sanırlar
İnandırılanlar küser insafsız İlah'a
Açgözlü insanlığın elinde
İnanç bile döner vicdansız bir silaha
Han Akçadağ
^^..^^
Felsefe'ye yakalşımınız sizi ilgilendirir ama şunu belirtmekte fayda var. Din'ler tarihine bakarsanız felsefeden önceye gittiğini görürsünüz. Ne diyeceğiz şimdi?
Dogmatik her bilgi doğru mudur?
Hâlâ dünya'nın tepsi gibi olduğunu düşünen hristiyanlar var...
Ön-yargılarımızı kenara itmeli ve gerçeğin içine süzülmeliyiz.
Elbette bu inançsızlığa sürüklenelim demek değildir.