- 594 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ŞIK BİR İSTANBUL HÜZNÜ...
Kabristanın düşlerinde, ölü bir perdeden yayın yapıyor geceden firar etmenin ancak yazmakla mümkün olacağı…
Soru eki almayan bir günün de zorbası iken miadı tükenen şiirler ve o tükeniş.
Lav edilmişliğin verdiği hicapla yüklü kurmalı mıyım alarmı varlığıma yoksa yokluğun titrine bandığım mehtabın öcünü mü almalıyım protesto ettiğim yalnızlığın belki de yazmak için bir lütuf olduğu sanrısıyla.
Dikdörtgen vücutlu kadınlar cirit atıyor televizyondaki moda programında ve Moda’nın terk edilmiş çay bahçesinde yorgun bekçiler nöbette belli ki yazın ahkâmlarından kurdukları o kulübede tetikliyorlar kışın yasını.
Göğe kement atan bir göçmen kuş hayali ile fıtratıma yağdırıyorum tüm ulvi yüklemleri ve mehtap çekilip de aradan gecenin karanlığında donanımlı bir hüzün katsayısı ile düşüyorum yollara.
Hala gözden düşmediğim mi?
Hala içimde en derinde saklı tuttuğum o tek hece mi?
Latif bir rüzgâr diliyorum evrenden ve sokak sokak gezmek Moda’dan çıkıp da yola varmayı ertelediğim Avrupa yakası mı yoksa Anadolu yakasındaki izdihamı yok sayıp köprünün ayaklarında minik adımlarla boğazı geçme gayretindeyim.
Şık bir İstanbul hüznü ve mevsimlerden kış.
Şık bir rüzgâr nihayetinde organlarımın yer değiştirdiği.
Yüreğimle ağlarken…
Dudaklarımla çömüyorum hazana.
Göğe minnet etmeyen kaplumbağa adımları ile şekillendiremediğim hayatıma sitem ediyorum ve külbastı yetileri matemin ve şimdi bir örüntüyü tasarlayıp görmezden gelindiğimi de umursamadan mavi tenli su aygırını gözlemliyorum.
Tüneği olmayan bir kuş gibiyim ve tepelerde şahin bakışlı hazin bir kış rüzgârı.
Nöbet geçiren iklim ve şahikası kayıp doğa…
Biliyorum da bir ütopyaya denk düştüğümü ve şakıyan kuşların ahenkli mozaiğinde bir alt kültür belliyorum dünden miras örgün eğitimim ve devasa kehanetlerde hörgücüne kelimeler boşaltıyorum kırmız başlıklı kızın da köhne alın yazısında bir miktar da olsa içimdeki yılgıyı boca ediyorum yola.
İstanbul’un taşı toprağı değil de insanı.
İnsanların ikiyüzlülüğü değil bilakis kalp gözleri.
Yanılgılar temenni ediyor zaman ve ben kapıyı aralıyorum en azından ihanete uğrarsam firar edeyim diye kendimden belki de ayracı olması gereken o noktada ben sadece takoz görevi görüp mimlenen doğamda mil çekiyorum gözlerine yaslı şehrin hatta yassı adanın.
Nankör serzenişler kimi zaman yolumu kesen ya da kepenkleri kayıp yüreğim yine de sevilmeye itiraz edip sessizce sevmeyi sürdürüyorum ve aşkın taşkın ruhunda elemle sırdaş ve her nasılsa özlemeye programlıyorum kalemimi belki de kendimi özlemek ya da önceme öykünmekle anımı lav etmek.
Tüten dumanlar.
Rehaveti çöreklenmiş bir nida ne de olsa örülü saçlarımda ölü kelebeklere taziyelerini sunuyor kuşlar ve içimi mütemadiyen didikleyip kallavi bir acıyla da baş başa bırakıyorlar.
Pencereye konan bir kumru acısın dişisinden çıkarırken ve kimi zaman kuş tayfasında minnacık serçelerin kocaman sesleri ile şaşa kaldığım tıpkı kararsız iklimin merceğinde ben bir bozkırda yürüyüşe çıkmışçasına kâh aklımın koridorlarında kâh İstanbul’un tenha sokaklarında arıyorum kalan yarımı belki de yarın odaklı bir mizansen kurgulayıp yalpalayan geceye çemkiriyorum.
Uzvu olmayan bir köpek gibi.
Solungacı olmayan bir balık belki de.
Ve kimi insan balık hafızalı ve kimi insan uykusunda dahi komplo teorileri üreten.
Haşmetli gölgeler, vakur yetiler bir de süt liman olmasını dilediğim yeni günün özlemi aslında değişmezliğin de mucidi iken içimdeki sivri dikenler nihayetinde yaşadığım çiçek bahçesi an geliyor cehenneme dönüyor ve aydınlık addedilen karanlık zindanımda volta atıyorum acıların da dokunulmazlığı olsa keşke, demenin bile yeni bir acı olduğunun farkında bile değilken.
Umut tezgâhında unuttuğum dünüm ve yenilgi karşıtı türettiğim hayallerim düşüyor aklıma oysaki üşüyen imgelerin haricinde içime düşen bir ateş de yok: belki de olmasını arzu edip sessizliğimi koruyorum ve sevecen yüreğimde hala kımıldayan bir çöl çiçeği gibi zambaklarımı da görmezden gelemiyorum.
Çam ağacında tırmanan Mart kedisi belki de acelesi ile az sonra düşecek dört ayağının üzerine ve zemherilerde unutulmuşluğun da tasviri iken yazmaya dair her cümle ve alıntı ve sözcük enflasyonunda yüzde kaç indirim yapılıyor bilmeden, tüm cümlelerimi müzayedede teşhir ediyorum tıpkı ayağımı sıkan rugan ayakkabılardan kurtulup özgürce koşup yeniden sevmem gerekirken belki de içimdeki gizi muhafaza etmek adına sözcüklerde indirim yaparken.
Öznesi olmayan bir gülüşün ıskartaya çıktığı.
Emir kiplerinin de ayyuka çıkıp emir eri sıfatıma binaen selam verdiğim tümden gelen yitimler ve askeri disipline olan aşinalığımla esefle de yargılarken iç sesimi elbet dış sesin müdahale etme ihtimalini göz önünde bulundurup taziyelerimi sunduğum bir kaos ne de olsa yazmanın bereketi huzura dönük yüzünde özlemin aslında içimdeki isyana da bir başkaldırı iken.
Ütopyalardan dolunaya tayin olduğum.
Göğün kırık kiremitlerinden sekip de kaygan zeminde takla attığım.
Türevi olmayan bir problemde ben hala neyin ölçümünü yapıyorsam.
Kalıbımı b/astığım hangi hayal kırıklığı ise etkisinden kurtulamasam da sözcüklerin diyaframında notaların rüştünü ispat etmek adına bir şarkı tutturduğum ve görünmezliğin indinde taşkın bir nehirde çırpınan bir nida gibi belki de çapkın imgelerin tefekküründe aslında asılı kaldığım o darağacında yeniden doğuşumun da müjdecisi iken ayağımın altında unutulmuş kırık tabure.
Kıyama durduğum her günün minvali illa ki öykündüğüm umudun da taslağı elbet karanlığın hicvine yenik düşsem de safran sarısı bir düello duyguların ringe çıkıp aslında asma katında ömrün taslağını hazırlayacağım bir hayatın da ilk cümlesi iken şükre dönük yüzünde satırların bir biblo kadar hareketsiz kalmanın isyanı ile içimdeki coşkuyu tetikleyen bilinmezin teğet geçtiği o farkındalık ile azıcık da olsa yanaklarımın pembeleştiği.
Şiirler çığ gibi büyürken.
Sözcükler hurafelerden azat edip da gözyaşını.
Dalya dediğimiz kereviti belki de masal kahramanlarından bize uzanan o el tıpkı yazmaya durduğum her hikâyenin kahramanına duyduğum hayranlık ile ben bile inanırken hayal gücündeki o çekime tıpkı aşkın ve umudun sarmalında dönendiğim bir minval sırtımda asılı tabelanın da çağrışımı iken öykündüğüm bol sıfırlı huzur tıpkı askıya aldığım her rakamdan payıma düşen de bir doğaçlama imkânsızlığın seyrinde en azından ortak paydada buluştuğum insanlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.