- 304 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Derinlere iman etmeden dalgıç olunmaz
Yamuk Bakan Öyküler’de şöyle deniliyor: "Bilgi artan bir hızla çoğaldığı için anlamlı soruları saptayabilmek giderek daha zor hale geldi. Mantık tek başına yeterli değildi. İhtiyaç duyulan şey az bulunur türden bir sezgiydi." Bazen vahyin/ilhamın mü’min hayatlarda tuttuğu yeri anlatabilmek için bu hikmete başvuruyorum. Evet. Öyledir. Tek başına bilginin varlığı hakikate ulaşmaya yetmez. Çünkü hakikatin giysisi aynı zamanda perdesidir. Koridoru aynı zamanda berzahıdır. Yanlış odaklanmalar yansıtıcıları duvarlara dönüştürür. Yani bilgi, eğer ardındaki hakikatine dair bir sezişle karılmazsa, pekâlâ engele dönüşebilir.
Ahirzamanda yaşadığımız ’bilgi obezliği’ bu açıdan tekrar tekrar düşündürmelidir. Hatta sordurmalıdır: Acaba bu kalabalıkla özdeki hakikate mi yaklaşılmaktadır? Yoksa duvarlar mı çoğaltılmaktadır? Tamam. Kabul. Artık herşeye dair malumatımız var. Evet. Herşey hakkında birşeyler biliyoruz. Söylüyoruz. Fakat nehrin üzerindeki süprüntülerle oyalanmak gibi bütün bunlar. Bir saat sonra eskiyorlar. Bir gün sonra önemsizleşiyorlar. Bir hafta sonra ölüyorlar. Bir ay sonra unutuluyorlar. Bir yıl sonra ’hiç söylenmemiş gibi’ oluyorlar. Eskimeyene dair konuşmayı unutuyoruz. Ömürlü cümlelerimiz azaldı. Kelebeklerse kıyamet. Değişim hiyerarşideki üstünlüğünü öylesine kuvvetle dayattı ki değişmeyenin üstü kapandı. Enkazdaki süslere dalıp sağları kurtarmayı unutanlar gibiyiz.
Patikalar kalktı. Yollar otoban. Arabalar fiyakalı. Ne güzel. Fakat menzilleri yok. Yolcuların sılayı gösterecek sezişleri yok. Ağızları var. Sesleri var. Dilleri yok. Gözleri var. Görüşleri var. Aradıkları yok. Tam A’râf sûresinde anlatıldığı gibiler: "Onların kalpleri vardır, anlamazlar; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, işitmezler." Çünkü sezmezler. Yüzeyden ötesinin dilini bilmezler. UNESCO’nun ’tehlikedeki diller’ listesinde bu dil bulunmuyor. Lakin bu dilin varlığını önemseyen birisi hep var: Rahmanımız. Rabbimiz. Allahımız. O bu dilin unutulmasını istemiyor. Zira kainatı bu dil üzerine yarattı. Sebepleri bu dille aşılacak/anlaşılacak bir perde kıldı. Nedenlerin ardını görmek bu dilin öğreteceği bakışla mümkündü. Bu yüzden insanlık nübüvvetsiz bırakılmadı. Varlığı, kendisiyle arayanları arasına ’gösterişli bir ayna’ olarak yerleştiren Zülcelal-i ve’l-İkram, eserinin ’celal’inden başını kuma gömenlere ’cemal’inden ikramlar/öğretmenler bahşetti.
Hani Bediüzzaman’ın talebesi Refet abiye ’mana-i ismî’ ile ’mana-i harfî’nin farkını anlattığı bir misal var. Anımsayanlar olmuştur ya yine de alıntılayalım: "Sen âyineye baksan, eğer âyineyi şişe için bakarsan, şişeyi kasten görürsün. İçinde Re’fet’e tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksat, mübarek simanıza bakmak için âyineye baktın; sevimli Re’fet’i kasten görürsün (...) Âyine şişesi tebeî, dolayısıyla nazarın ilişir. İşte birinci surette âyine şişesi mânâ-yı ismîdir; Re’fet mânâ-yı harfî oluyor. İkinci surette âyine şişesi mânâ-yı harfîdir, yani kendi için ona bakılmıyor, başka mânâ için bakılır ki, akistir. Akis mânâ-yı ismîdir."
Bütün imtihan bunun üzerine dönüyor: Nereye bakıyorsun? Neyi arıyorsun? Bakalım kendisine ’Güzeller Güzelini seyretsin diye’ verilene bakan âdemoğlu/kızı aynasının işlemelerine takılacak mı? ’Okusun diye’ verilen kitabın mürekkebine/kağıdına meftun olup gayesini unutacak mı? Evet. Bugünlerde yüzeyin bilgisi çoğaldı. Detaylara dair kavrayış bir yara gibi patladı. Herşeye ulaşabiliyoruz. Herşey de bize ulaşabiliyor. Merakımızı da rendeliyor dikkatimizi dağıtanlar. Bilgi kardeş yalnız takılmaz ki. Her bilgi kendi sorusuyla birlikte geliyor dünyamıza. Dolayısıyla asıl cevaplanması gereken soruları bulmak da zorlaşıyor. Kalabalık. Kalabalık. Kalabalık. Yemekten alınacak lezzeti öldüren bir oburluk.
"Kur’an niye var?" veya "Peygamberlik niye var?" diye sorulduğunda dönüp dolaşıp geldiğim yer de burası: "Asıl soruları unutmayasın diye var. Asıl cevapları arayasın diye var. Kesretin içinde her an dağılan herbir yanını toplayasın diye var. Bak diye verilen aynanın sarhoşluğundan kurtulasın diye var." Yazıktır. İnsan yüzeyde boğulsun diye yaratılmamıştır. Dipten ne inciler çıkaracak yetenekleri vardır. Fakat dibin varlığından haberdar edilmeden kaç dalgıç yüzeydeki şıpıltıyı terkedebilir? Bak ki Kur’an bu makamda kimleri övüyor: "Onlar ki gayba iman ederler!" Yani dalgıçlar ancak derinlere iman ederler. Derinlere iman edenler ancak dalgıç olurlar. Bu onları yüzeyden, parıltısından, şıpıltısından, boğulmasından, tahakkümünden, körleşmekten kurtarır. Sen de kurtar kendini. Kollama sağını-solunu. Arkasını görmedikçe bu sulardan çıkamayacaksın. Sahili ardındadır çünkü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.