- 440 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SAPAN TAŞLARININ ACININ DİLİYLE KONUŞTUĞU BELDE: KUDÜS!...
M. NİHAT MALKOÇ
İlk kıblemizsin ey Kudüs, rükû ve secdeye vardığımız ilk kutlu mekânsın. İlk göz ağrımızsın. Rabbimize yönelişin ilk kutlu adresisin sen. Miraç’tan evvel ilk duraksın kâinatın serverine. Sidretü’l Münteha’ya açılan ilâhî kapının altın anahtarısın. Gök merdiveninin ilk basmağısın. Bir nehir misali mecrasında akıp giden zaman seni eskitememiştir. Dünya yaşlandıkça sen gençleşmişsin ağır zemherilere rağmen.
Şanlı mâzisi altı bin sene evveline kadar giden kadim bir şehirsin ey Kudüs! Sen bize Selâhaddin Eyyübî’nin mirası ve hatırasısın. Tarih boyunca nice istilâlara, acılara, el değiştirmelere ve yağmalara maruz kalmışsın. O tılsımlı adını duyduğumuzda heyecana gark oluruz. Sen pas tutmuş vicdan kapılarını açansın. Müminlerin has ipeğisin; İslâm’ın gözbebeğisin. Müminlerin ortak paydasısın.
İslâm’ı bir vücut kabul edersek o vücudun şahdamarı sensin ey Kudüs! Senin ayakların üzerinde durur, senin gözlerinle görür, senin kulaklarınla duyar, senin dilinle konuşur, senin elinle barışa uzanırız. Mekke ve Medine’den sonra üçüncü ilâhî ziyaretgâhımızsın sen. Sana bir iğne batsa acısını biz duyarız. Üzerinde patlayan kirli bombalar en çok da bizi yaralar.
Zifiri karanlığa gömülen dünyayı tevhit ışığıyla aydınlatan peygamberler şehrisin Kudüs! Onların Hakk ve hakikat mücadelesinin tanığısın. Bu yüce şahsiyetlerin izi silinmemiştir mübarek topraklarından. Zira gül kokan Nebi’nin rayihasını alıyorum senden. Vahdet kapılarının aydınlık eşiğisin sen. Günde beş vakit huzurun Müslümanlara hediye edildiği kutlu beldesin. Ümmetin yetim coğrafyasısın, mahzun ve masum şehirsin.
Ulû’l Azm’dan Hz. İbrahim’in, nam-ı diğer Halilullah’ın çile ve hafakanlarla dolu tevhid yolculuğunun, Hakk ve hakikati arayışının kilometre taşısın ey Kenan diyarı! Sapan taşlarının acının diliyle konuştuğu mübarek beldesin sen. Ölümün kol gezdiği diyarsın. Senin ikliminde taş taş olmaktan çıkar adeta bir ruha bürünür, zaferin simgesi olur minik ellerde.
Her gece rüyalarıma düşersin ey Kudüs! Uykularım ikiye bölünür orta yerinden. Gecenin yarısında kan ter içinde kalkıp seni düşünürüm. Zamanın tenhasında akrep sokar yelkovanı. Zaman sanki buz kesilir. Kirpiklerim nemlenir seni an(la)dığımda. Gözyaşlarım direnemez yerçekimine. Taşında ve toprağında insanlık tarihinden derin izler vardır senin. Her gün beş vakit dualarımdasın. Zifiri karanlıkların bastığı demlerde umudun çerağısın sen.
Hasretin hasretimdir, acın acımdır, yaran yaramdır, umudun umudumdur ey şehirlerin annesi! Sen bizim için bir toprak davası değilsin, aksine bir kıble davasısın. İlk kıblemizin o kirli düşman çizmeleri altında kalması bizi incitir, yaralar, tarumar eyler. Senin boynun bükülse biz elif gibi dik duramayız. Sana acziyet değil, vakar yakışır. Sezai Karakoç’un deyimiyle sen "Gökte yapılıp yere indirilen şehirsin. Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehrisin”
Sen Müslümanlığın, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın kutsal şehrisin ey Kudüs! Sen ki nice peygamberin tevhit mücadelesine ev sahipliği yapmışsın. Üç semavî dine merkez olmuşsun. Adınla ve muradınla mukaddes kılınmışsın. Hz. İbrahim’den Hz. İsmail’e, Hz. İshak’tan Hz. Yakup’a, Hz. Yusuf’tan Hz. Davud’a, Hz. Süleyman’dan, Hz. Musa’ya, Hz. Harun’dan Hz. İsa’ya ve son peygamber Hz. Muhammed Mustafa(sav)’ya kadar nice peygamberlerin mübarek uğrağı ve toprağı oldun. Peygamber kokuyor dört bir yanın. Fakat son demlerde barut kokuları bastırıyor gül kokularını. Dön artık o şanlı mâzine, dön ne olur! Artık o simsiyah ufuklarından doğsun beklenen güneş. Müminlerin yüreklerini yakmasın kor ateş. Vahşi Batı’nın ve onun şımarık çocuğu İsrail’in nefret kılıçları çekilsin kınına.
Dolunayın yıldızlarla halvete girdiği demlerde o zifiri geceden taşansın ey Kudüs! Nebevî hatıraların altın beşiğisin.Göklerden yeryüzüne indirilmiş gibisin. Kadim duvarların hüzün sarmaşıklarıyla çepeçevre kuşatılmıştır. Miş’li geçmiş zamanların tenhasında zamansızlığı biteviye yaşayansın sen. Senin hürriyet ve selâmetini özlemek özlemlerin en şiddetlisidir. Bu hasret kurşundan daha ağır bir yük misali çöker cılız omuzlarımıza.
Ey Kudüs, sen ümmetin atan kalbisin! Senin sancın tutsa bunu bütün Müslümanlar bedenlerinde ve yüreklerinde hisseder. Çünkü bizler seninle bir bedende iki can gibiyiz. Madden ve manen Müslümanlara zimmetlisin. Dağılan tespihin imamesisin. Sen işgal altında kaldığın sürece gönüllerimiz de işgal altındadır. Ayaklarımıza vurulan prangaları ancak senin hürriyet anahtarın çözer. Senin başın diklenmezse bizler boynu bükük kalmaya mahkûmuz.
Zıtların tanığısın ey Kudüs! Bir yanın yara bir yanın şifa, bir yanında kanlı bir savaş bir yanında uhuvvet meltemi, bir yanın alabildiğine yaşlı bir yanın körpe, bir yanın harabe bir yanın bayındır, bir yanın mütebessim bir yanın abus, bir yanın yorgun bir yanın dingin, bir yanın sırlarla dolu bir yanın aşikâr, bir yanın tevazu bir yanın kibir, bir yanın simsiyah, bir yanın sütbeyaz, bir yanın utanç bir yanın gurur, bir yanın sevgi bir yanın nefret...
Zamanın yekpare bir ân’a dönüştüğü yüce bir diyarsın ey Kudüs! Minik ellerin tuttuğu sapanlarla gerçekleştirilen kutlu direnişin, istiklâl ve istikbal mücadelesinin sembolüsün sen. Kalplerimizi titreten ateşîn bir haykırışsın. Ömer’in öfkesi, Selâhâddin Eyyûbî’nin cesareti, Yavuz’un ferasetisin sen. Sen İslâm bedeninde can, kalplerde dinmeyen heyecansın.
Ey Kudüs senin esenliğe çıktığın gün bizim için düğün bayram olacaktır. Senin böyle paslı esaret zincirleriyle bağlı hâlini görmek bize acı ve keder veriyor. Fatih’in olan Selâhaddin Eyyûbî’nin "Allah’ın evi esaret altındayken, Selâhaddin nasıl kendi evinde yatar?" sözü yankılanıyor kulaklarımızda. Yine onun gönül lisanıyla "Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki?" diyorum. Sana dair her acı haber bizi bin kere kahrediyor.
Sen dünyaya adalet dağıtan Osmanlı’nın bizlere emanetisin ey Kudüs! Yavuz Sultan Selim’in hatırasısın. Bu kutlu emanete hakkıyla ve lâyıkıyla sahip çıkamadığımız için hicap duyuyoruz. Osmanlı’nın huzur ve sükûn dolu o bahtiyar günlerini özlediğini biliyoruz.
Ey Kudüs, unutmamak gerekir ki sen bu ümmetin manevî sigortasısın. Sen bağımsız olmadan İstanbul, Mekke, Medine, Bağdat, Kahire, Şam, Taşkent, Bakü, Aşkabat gerçek anlamda bağımsız olamaz. Sen özgür olmadıkça bütün İslâm şehirleri tutsaktır.
Ey istikbâlin Selâhaddin Eyyûbî’si!... Nerdesin Kudüs’u tağutlardan kurtarıp tekrar fethedecek yiğit! Çıkar kılıcını kınından. Sür atını Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren terör devletinin üzerine. Ümmeti çağır cihada. Kaldır üzerimizdeki ölü toprağını. Bizler Kudüs’ü esaretten kurtarmadıkça boynu bükük çıkacağız Rabbimizin huzuruna. Unutulmamalıdır ki Mescid-i Aksa ayaklar altında kaldıkça şeref ve haysiyetimiz de ayaklar altındadır.
Ümmetin korumayı beceremediği namususun ey Kudüs! Bu utanç bize yeter. Bilinmelidir ki Müslümanların yüreklerindeki işgal bertaraf edilmedikçe sana özgürlük yok. Bütün saatler senin özgürlüğüne kurulmadıkça hürriyet çölde bir seraptan ibaret kalacak.
Ey özgürlük düşleri gören Kudüs! Sen işgal altında inim inim inlediğin müddetçe bize rahat ve huzur yoktur bu dünya gurbetinde. Senin ufuklarından kara bulutlar dağılmadıkça bizlere bahar yoktur. Sen tutan elimiz, gören gözümüz, aklımız, kalbimiz ve idrâkimizsin.
Ey Kudüs, seni esenliğe çıkarmak bir imkân meselesi değil, aksine bir iman meselesidir. Cahit Zarifoğlu’nun deyimiyle “Kudüs… Bir sınav kâğıdı… Her Mümin kulun önünde…” Bu sınavdan geçer not alamamak bizi kahrediyor. Affet bizi ey Kudüs, bizi affet!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.