- 753 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Tarihsel 2
Köleci sisteme gelene kadar doğada alçak ayı, salak kertenkele, namussuz maymun, şerefsiz arı, müfteri inek, vicdansız bir sincap, çok vicdanlı bir kurt gibi en aşırı uçlar içinde alçalan; en aşırı uç içinde yükselen veya yalancı olan hemcinslerimiz de yoktu.
Kolektif birim zamanlı süreçler, köleci sistemle birlikte; alçaklık, yükseklik, vicdanlı, vicdansız, edepli, edepsiz, şerefli, şerefsiz gibi kavramların söylem dili eşliğinde kendi öznel çelişkileriyle ortaya çıkmıştı.
Şerefsiz doğan kimse olmadığı gibi şerefle doğan kimse de yoktu. Ama kişiler içinde yaşadığı köleci sistem ile birlikte şeref kazanıp şeref yitiriyordu. Genelde, zenginlikle, efendi olukla davrananların tutumu şerefliydi. Şerefi zengin ve fakir olana da yaysalar genelce bir söylemle de söyleseler bu doğru değildi.
Şeref ve şerefsiz oluş; soylu ve soysuz oluş, asil ve asil olmayan, öznel dünya anlaması içinde ve görünüşte zenginlik ve fakirlik karşısında bir ayrışma bir seçme ayıklamaydı.
Tıpkı veren el ile alan el gibi tıpkı sadaka veren sadaka alan gibi. Tıpkı zekât verip kurban kesen ile zekât veremeyip kurban kesemeyen gibi varsıl ile yoksulluğun ayrışmasıydı. Davranışların tutumların ayrışmasıydı. Tarih sel olan bu durumu belirlemişti.
İzole, steril, tecridi totem grupların totem alanları diğer gruplardan kendisini ayıran totem kültür olması gibi bu tarihsel süreç te köleci biçimde üreten sistem içinde mal sahibi ile maldan mülkten yoksun olanı birbirinden yalıtan, ayıran bir durumdu.
Totemi sistemler; bir totem grubu dıştaki diğer totem gruplardan kendisini yalıtıyordu. Oysa köleci sistem içinde veya üreten köleci bir ilişki içinde ya da üretim ilişkisi içinde olanları birbirinden yalıtıp ayırıyordu. Mal sahipleri ile mal sahibi olmayanları birbirinden ayırmakla, biçimciydi.
Günümüzde bile zenginlerin fakirlerin yaşadığı üreten yaşam ilişkilerini, sahipliği belirten kantonlar ayrı ayrı değil mi? Üstelik siz istemeseniz de zenginliğe ve fakirliğe bağlı satın alma, satın alamama gibi yapabilirlikle yapamaz oluklar zaten kişileri tasnif edici. Sınıfsal kılıcı kişileri birbirinde ayıracaktır.
Kişileri daha baştan sahip olanla sahip olmayan efendi ve köle diye dışlanıp eleneceklerdir. Siyaset ve dinler temelde bunlar için vardı.
Üreten iradelerin ahitleri yerine şimdi; sınıfsal çelişkilerin siyaset-din dediğimiz ideolojiler vardı. Kolektif birim zamanlı üretim, kullanımın ve iradesi olan özgür belirme yerine şimdi biat, itaat ibadet içinde teslimiyet ve sığınma vardı. Allah devlete millete zeval vermesin dedirtmekle, üreten kişileri kolektif birim zamanlı üreten emek sahibi kişileri itaat içinde kendisine, sisteme yabancılaştırma vardı.
Bu nedenle köleci sistem içinde köleci sisteme özgü sıçrayan süreç ve olgular nedenle de başka başka ilişkilerle siyaset ve dinler efendi köle tarzı bu ana temaya göre oluşmakla salt sınıfsal öze indirilemez olan bam başka durumları da üzerlerine alıyorlardı. Siyaset ve dinler biriken ve girişen tarihsel olanla geri indirilemez karmaşık ilişkiler biçimlenmesine dönüşmüşlerdir.
Şerefsizlik, siyasetler, dinler, bir nehir deltası gibi bir şimşek balkımasındaki dallanmalar gibi bir yol ayrımı çatallanmaları gibi kollara ayrılan kırıklı (fraktal) yapıları; kuşkusuz ki içteki biyo kimyasal öze ilişkin kişinin kendi dışında gelişen üreten toplumuyla kazandığı sahipli sahipsizlik ilişkinleriydi.
Bugünden baktığınızda alakalı alakasız davranış girişmelerinde doğup yansıyan ilişkilerdi. Dallanıp çatallanan kendisini tekrar eden kesikli sürekli düğüm bağıntıları ve yol ayrımlarının biyo kimyasal süreçlerle hiçbir alakası yoktu. Gerçekten de geri indirilemezdi. Ancak anlatmak, daha iyi anlamak için zihinsel bağlamda bir geri indirme çözümlemesi yapmak olasıydı.
Oysa geçmişten günümüze doğru geldiğinde her biri diğeriyle belirip, belirlenmekle; kendisi (sonuç olmakla bir neden gibi) belirleyen, bir neden gibi davranmakla adım adım inşa olan bir gerektirmeler sarmalıydı. Yalancılık, şerefsizlik, vicdansızlık gibi sıfatları kişi karakteri olarak yansıtmanın tümü de üreten köleci ilişkilerle ilgili süreçlerdi. Üreten toplum içinde özelleşen davranışlara sahiptik.
Kolektif süreçler, zıttı olan özel süreçlerle hem birbirinin belirleyeni hem birbirinin belirleneniydiler. Böyle olunca uyuşan özel süreçler kolektif süreçlerle, kolektif süreçler de uyuşan özel süreçleriyle birlikte birbirleri ile kontrol edilirler.
Uyuşmaz bir çelişki olan sınıfsal tutumla belirlenen özel yaşamlı süreçler de kolektif süreçlerle belirlenir, geliştirilir sınırlanırlar. Oysa geliştirici özlü olması gereken ve kolektif süreçle uyuşan kolektifi denetleyen özel kontrol süreçleri; hiçbir zaman sömürü ilişkisi vermemelidir.
Kolektif olan süreçler ile uyumlu özel olan süreçler, üreten kolektif yapı içinde birbiri ile daha bir belirmiştiler. Kolektif ligi, birliği oluşan inşa temeli kişi özeliydi. Kişi özeli bağlamıyla birlikte, kolektif sağlama yapıyordunuz.
Birlikte olanı da ayrı ayrı hazla, kişi özeli tüketiyordunuz. Kişi özeli de beden olarak birlik ve kolektif örgütlenmeydi. Beden özeli de doğa bütünlüğü karşısında yalıtımlı bir organizasyonlar entegresiydi. Bu şu demekti. Kolektif olanın hemen yanında ve dinamosu olarak içte özel oluş, yalıtım vardı. Özel oluşun yanında ve dışında; zorunlu birlikte belirip girişen dinamo ile kolektif beliriş vardı.
Avcı toplayıcı kolektif yapı içinde bir ilke vardı. Bu ilke tarihsel olukla önce şöyle söylendi. Avcı toplayıcı yaşama katılmayan, avdan ve toplanandan yiyemez, demekle kolektif olanın, kişi özel yanı vurgulanıyordu. Sonra ki üreten dönem içinde de üretmeyen yemez, denmekle kolektif özne kolektif sürecin özel yanını belirtiyordu.
Kolektif öznenin kolektif süreci belirleyen söylemiyle; katılmayan yemez veya üretmeyen yemez dediği tarihsel süreç, aslında sizleri kendi özeliniz dışındaydı. Ama kendi özeliniz dışında olan, kendi özeliniz nedenle dıştaki etkilerin de katılımıyla bir girişmeydi. Dışta sizler kendi dışınızda nedenlerle elmaya yöneliyordunuz. Siz elma toplarken yanınıza aynı nedenle başka bir düşman kişi geliyordu.
Bu hemcinsler arası bir rekabetti. Aynı zamanda beliren bir ayı ikinize de ortak bir rekabet ve tehditti. Siz ayı tehdidine uğramakla refleks olarak ayrı ayrı ama birleşen süre durumla aynı ayıya veya aynı tehdide yöneliyordunuz. Ayrı ayrı da saldırsanız birbirinize katılım veren ortak gayreti sizler fark etmeseniz de sonuç ikinize de aynı etki ile yansıyacaktı.
Yapığınızı, yaşadığınızı düşünüp hayal etmenin sonucu, giderek size yardımlaşan mana algısını veren imge tekrarları olacaktı. Sizler, kendi dışınızda; kendinizden bağımsız rast geleli davranış ve rast geleli sonuçlara yönelmenizi birleştiren süre durumlar içindeydiniz.
Bu tür rast geleli oluşan yardımlaşmanın verdiği sonuç düşünmeleri bizler, şimdiki sistemin başına alıp söylemekteyiz. Tüm yanılgı buradaydı. Halbuki kendi özelimiz nedenle ve kendi özelimiz dışındaki nedenle zorunlu girişmeler vardı. Bu girişmeler istemli istemsiz rast gelelerin entegrasyonlarıydı. Bu tür entegrasyonların, kişi benci haz ve elem değerleri üzerindeki seçme ayıklamaları yapılacaktı.
İstemli istemsiz rast geleli yardımlaşmaların seçme ayıklamalar tekrarlı birlikteliği ve beraberliği sosyal veya kişi-kişi ya da kişi-kişiler ortaklaşması olan kolektif birim zaman; kendi kişilerini yardımlaşmanın iş ve uğraşı içinde olmalarını öngörüyordu.
İstemli istemsiz rast geleli yaşanmışları düşünce davranış kodlarına çeviren kolektif düşünmeli sistem bu öngörü ile kişilerin sistem içine katılmalarını şifahen onlara söyleyen anlama bir öngörüydü. Bu tür tutumlar tarihsel süreç boyunca yerleşip kural olmuştu. Ama kuralı veren nedenler şimdiki üreten süreç içinde bilinmez olmuştu. Yardımlaşmayı, insana yardım etmeyi El ’in rızk veren bir lütfu olarak söyleyip sistem öngörüsü olarak kurulu veya kurulmuş olan sistemin başına alıyorlardı.
YORUMLAR
hocam eleştiri değil, haddim de değil, ancak çok üst perdeden yazılarınız. insan kaç şekilde anlamaya çalışır? akademik bir anlatı değil mi yazılarınız.ihtimal akademia öldü toplumumuzda??
ezbere (öğretilmiş ve şartlandırılmış bir anlama)
mantiki ( değerlendirerek anlama)
duygusal ( en önemli anlama)
elbette farklı anlama türleri vardır. aklımda ilk belirenler üç madde..
anlatılarınız, ezbere değil, ekseri mantiki lakin duygusallık hiç yok.
bir çok yazınızdan çıkardığım sonuçlar;
eşitlik, özgürlük, özzgürlüğün izin verdiği bir öznellik...
peki sevgiyi nasıl anlatırsınız? insanları, birey olarak görmeyen bir anlatımınız var , en çok çıkardığım sonuç bu??
yanlış anlaşılmamak dileğimle..
saygılar.
Bayram KAYA 1
Sevgi neyin unsurudur? Önce onu görmek gerkir? Ya da şöyle söyleyim. İçinde su olan bardağı dökülecek şekilde çevirin. Su dökülür ve biter. Bardağı tekrar çevirin belki bir iki damla su daha düşer.
Bardağın boşalması yerçekimi kuveti nedeniyledir. Ama bardağın içi hala ıslak ve nemlidir. Su tümden dökülmemiştir.
Yine 10 üssü 18 metrelik bir mesafe içinde yerçekimi değil güçlü kuvvet yasaları devreye girer.
Sevgi nedir. Ne zaman devreye girer. Sevginin inşaca bir gücü var mı? Üstelik doğa sevgiyi bilmez. Enerji dönüşümü sevgiyi bilmez. Doğada sevgi inşacı değildir. Sevgi doğanın değil özellikle de üreten ve kolektif insan öznesinin bir gerçeğidir.
Bu nedenle insan öznesnin gerçeğini insanın dışına alıp insan dışında inşaca bir unsurmuş gibi doğa içine kor isek yanılırız.
Bardak cam bardak olduğu için emme de olmaz. Soru şu; madem yer çekimi var, bardaktaki kalan su ve ıslaklık neyin nesidir? değil mi?
Bu haklı ve doğru bir sorudur. Bir süreç biteviye değildir. Kesikli süreklidir. Yer çekimi ve su bağıntılı girişme bir noktaya geldiği zaman, yer çekimi girişmesi devre dışıdır atıl kalır.
Bir elmayı yerçekimine karşı dalda tutan güç yerçekiminin elmaya duyduğu sevgi değildir (elektro statik yasanın geçerli olmasıdır).
İşte bardak içindeki ıslaklıkla olan sürecinde o noktadan itibaren Van der Walls yasası geçerli olur. Bu nedenle bardakta su ve ıslaklık kalır.
İşte sevgi de hangi öznel yasalara bağlı ve hangi öznel süreçlerin hangi aşamasından sonra ortaya çıkıp girişir? Tüm sorun bu!
Bunu şunun için söylüyorum. Sevgi inşa malzemesi değildir. Ama sevgi de insanın inşacı üreten ilişkileri içinde her yerde değil üreten insana özgü noktalarda Van der Walls yasaları gibi devreye girebilir.
Avcı toplayıcı olduğunuz dönelerde "sevgiden ötürü pandaları korumuyordunuz". Kendinizi koruyamadığınız dönemlerde istisnalar baki olmak kaydıyla, sürekliliği olmayan tavırlarla sevgi nedenle doğada korumacı olamazdınız.
Biz de sevgi olsa bile, sevgiyi ortaya koyan (üreten ilişki, kolektif birim zaman, kültür vs gibi unsursentezi) belirmeler olmadığı için inşaca olacak bir sevgi varsa da ortaya çıkamıyordu.
Böyle bir inşa yok. Olamaz da. Eğer salt sevgi nedenle köpek, kedi barınağı yapıyorsak, kışın vahşi hayvanlar için doğaya yem vs. bırkıyorsak bunlar sevgi kadar daha fazla olarak teknik teknolojk ve üreten bir yapabilirlik ile olmalı değil mi? Aksi halde yapmak istyor ama yapamaz olurdunuz ki bu da yer zaman bağıntısızlığı nedenle akla muhaldir.
Ki bu koşıullar eşiliğinde sevgimiz devreye girebilsin değil mi? Şunu unutmayaım ki balığı tavada da severiz, akvaryum da da severiz. Sevgi bunun neresinde? Ve hangisi sevgi tavadaki mi? akvaryumdaki mi? Kime göre sevgi vs. ne yaman çelişki...
"insanları, birey olarak görmeyen bir anlatımınız var , en çok çıkardığım sonuç bu? diyorsunuz.
Birey söylemi ile neyi kasdediyorsunuz? Bilmiyorum. Biyolojik birey mi? Günümüzdeki gibi üreten bir yetenek olmakla bahsedilen birey mi?
Ben kendimce ikisine havi bir cevap vermeye çalışayım. "insanı görememekle" neyi gördüğümü belirtmemişsiniz. Ama kastınız sanırım toplum ya da kolektif birim zamandır.
Bir kere toplumun ve kolektif birim zamanın öznesi; insandır. İnsan olmadan bu düzeyde bir toplum hemen hemen yoktur.
Toplum insanla ve insan öznesiyle vardır. Ama toplum da insan değildir. Toplum da insan öznesinin kendsi değildir. İkisi farklı farklı çalışan öznel yasalardır.
Kolektif özneyi (kolektif insanı) kişi özneyle (toplumdan yansıdığı kadarla) kişi insanla karşştırmayınız. Kişi öznesi kişi sevgisi insan da değildir. Kişi öznesi ve kişi sevgisi insan sevgisi de değildir.
Tümü değil se de yayınladığım kadarla insan yazı dizilerimi de şiddetle öneririm. İnsan bir varlık değildir. İnsan olma süreci bambaşka özelliklerle kazanılan adeta kültürel bir gendir.
Biz türümüze de insan diyoruz ama bu insan: 30 000 yıl önce 200 000 yıl önce inşaca bir sevgi ile davranamıyordu. Demekki günümüz insanı ittifakların ilk insanı olmakla 300 000 yıl öncesinin biyolojik insanı değil. İnsan biyolojik çatı dışında bir insan olmakla uzayda.
İnsana, biyolojisi dışında insanlık özelliği veren çatı; sosyla yapılı, üreten ilişkli kolektif birim zamanlı toplumsal bağ enerjisidir. İnsan üreten ilişkileriyle, toplımsal tasarımıyla salt bir biyolojik tür olmaktan; homo sapyens ve pirimat olmaktan ayrılmıştır.
Bir süreç neyden sonra, nne zaman devreye grip etkin oluyorsa, bunun çözümlemesini iyi yapmak gerekir. Şindiki insanın sevgisini alır 200 000 yıl öncesine götürürsek, bu süreçler içinde hem sevgi inşalı durumlar olanaksızdır.
Hem bu süreçler içinde tür olan insanı, hayali bir sevgi açlığına mahkum eder; türümüzü açlıktan kırıp geçirdik. Sonda alanı, olmayan zamanların başlangıç koşulu içine götürürsek, başlangıç koşulu içinde olmayanı başlangıç koşulu içinde var gibi yaparız.
Ayıdan kaçarken ayıya yem olmama, ayıyı aç bırakma gibi taş yürekli olmanın sevgisizliği düşünülemez değil mi? Ya da ceylanı avlarken sevgi ile avlamıyorduk değil mi?
Bu zamanlar içinde sevgiyi ortaya çıkaracak davranışlarla olmamız için ne üreten ilişkimiz, ne kolektif birim zaman ne totemi sosyal iliki henüz ortada yoktu. Üstelik karıncayı ezerken bunu sevgiden veya sevgisizlikten yapmıyorduk!
Nasıl günümüz insanı, biyolojik insan olmak dışında; 40 000 sene önce yoktu. Günümüz biyolojili insan da şimdiki kültür tanımlı içinde kolektf birim zamanlı insan olmakla; 40 000 yıl öncesinin insanı değildir.
Ki zaten böyle bir şey de yoktur. Üreten, ittifakı ilişki bağıntıları içindeki insanın sevgisini yeri ve zamanına göre ilişkilerle ele almayıp; bu bağıntılarında sıyrılan kişi zaten insan da değildir.
Bu ilişkilerden kopan kişi etkin bir sevgi belirmesi içinde de olamaz. Günümüz belirmeli etkin insanı ve insan sevgisini en başa alıp en başa insanı ve insan sevgisini kor isek duygusal ve subjektif olmakla biz bilim yapamayız.
Ve dahi gerçeği ortaya koyamayız. Sanırım sevgi, başka bir çalışmayla ele alınacak ayrı bir çalışma konusudur kanımca. Üreten grup tapınakta takas içine gelirken, bu takası sevgiden ötürü yapmıyordu.
Ya da üretemeyen barbarlar hala hemcinslerini yerken sevgisizlikten yemiyorlardı. Olaya böyle bakmak tarihsel olan süreci külliyen ters yüz etmektir.
Sevgi kere sevgilerimle...