- 531 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Elli Yıla Dair
Şimdi; ne kadar çok isterdim bilseniz elli yaş şiiri yazmayı bu gece. Kıskanmadım değil, zamanında da Cahit Sıtkı (Tarancı)’yı ’’Otuzbeş Yaş’’ şiiriyle. Şöyle okkalı bir şiir de ben yazmalıyım şimdi diye düşünürken, Ümit Yaşar (Oğuzcan)’ın ’’Elli Yaş’’ şiiri çıktı karşıma. Yapmıştı yine yapacağını usta. Saygı duyuyor insan, kıskanmak ne mümkündü ki? ’’Galata Kulesi’’ şiiriyle, evladının intiharını yazan bir şairi.
Can Yücel ’’ Boşver be yaşı başı’’ dese de, boşverip geçemiyormuş insan, yaş elliye geldiğinde. Şöyle dönüp de arkasına bakıveriyormuş gecenin en sessizinde. Ne avlara çıkmıştı oysa bu yürek, kalp atsa da zamanın akmayacağı anlardayım diye diye, sabahlara kadar sürüklenmişti, yalınayak bir imgenin peşinde. Oysa zaman durmazmış, gelip çarparmış işte, acı gerçek insanın yüzüne. Hiç kimsenin gücü yetmezmiş, kum saatinin gırtlağını sıkıp, kum tanelerini yukarıya haps etmeye. Gözünün önünden geçip giden film şeridinin karelerinde, bir arayış ki; teselli etsin diye ’’ Yaşadım ulan dibine kadar diyemiyecek misin?’’ [Can Yücel] sorusuna cevap arıyorsun, dönüp baktığında yaşadığın onca güne.
Hayat bu nereden nereye? Şöyle çekip de kendini karşına, elli yılın muhakemesini yaptırıyor insana kendisiyle. Pire için yorgan yakardın bir zamanlar. Nasıl da kızardın, öfkeliydin düşünsene? Köklerinin, derinlerde kaynayıp, coşan nice kaynaklara ulaştığını bilmeden, dibine bir bardak su döküp de, minnet duymanı bekleyenlere. Dallarına salıncak kurup sallanarak büyüyen, sonra elinde balta ile kesmeye gelenlere. Tırmanıp yükseklerine ufka bakan ve ufkundan çaldıkları türküleri, kendilerine aitmiş gibi söylemeye çalışırken, ciğerleri yetmediği için detone sesler çıkaranlara. Ne kadar kızardın? Meyvelerinin tadı halen damağındayken, göğsünün içinde ki kovana çomak sokanlara.
Oysa; kızmamak gerekliymiş. Bu yaşta anlıyormuş insan. Bir bardak suya ram olmamak adına, geceler boyu daha derinlere kök salmak için, çalışan, isteyen, çabalayan sendin. Sen istiyordun yürekten, başın göğe yükselsin, yükselsin ki, haber verebilesin gelecek güzel günlerden.
Taç yapraklarını atıp meyveye dönen sendin. Dalların meyveyle dolsun, öyle bir dolsun ki; yerlere değsin isteyen sen. Ve değsin ki; gölgene sığınan, kendi boyunca, yetiştiği daldan koparabilsin, meyvelerimden yesin, yesin ki; güç olsun kaslarında, daha dirençli olsun, hayata karşı, diyen sen. Onun için artık, kızmamalısın öyle kolay kolay gördüklerine. Çevrendeki insanların, o küçük ayak oyunlarına, bilmişliklerine, kıskançlıklarına, kandırdım, aldattım sanışlarına. Gülüp geçmelisin artık onlara.
Evet birçok şey değişiyor, yavaş yavaş insanın hayatında. Yokuş yukarı çıkar gibi, ağır ağır, temkinli yürüyorsun mesela artık yolda. Yüreğinde ki; o görünmeyen yükün ağırlığıyla. Anlıyorsun ki; hızlı yürümenin de bir faydası yokmuş zaten, hep bir yerlere yetişme telaşıyla. Bir yerlere yetişmene de gerek yokmuş aslında hayatta. Hatta, hızlı yürüdüğünde, güzellikleri fark edemeyip, ıskaladığını anlıyormuşsun hayatı, yolun sonuna vardığında. Bakma gözlük takdığına da, göz işin bahanesiymiş oysa. Gözlerinin feri kaybolsa da inan, daha iyi görüyormuş insan bu yaşta.
Yani anladım ki; milyarlarca parçadan biri sana düşecekmiş. Birileri o parçayı bütün sanacak, birileri kendini fark edip, bütüne koşacakmış. Ve bütüne koşan hiçbir zaman kendini tamamlayamayacak, hep eksik kalacakmış. Bu arayış, nice ’’Kayıp Anahtar’’lar doğuracakmış.
Hep birlikte, sağlık ve huzurla nice yıllara...
Sevgi, saygı ve selamlarımla...
YORUMLAR
“Duvarın Kovuğu”ndaki aklıma yazılan cümleler silinmeden daha, “Elli Yıla Dair” yaşanmışlıkların o güzelim anlatımı çıktı karşıma. Dupduru bir ışıltı var sizin satırlarınızda, imrenmemek elde değil!
Teşekkürler sunduğunuz şölen için. Mutlu, sağlıklı, huzurlu nice yıllarınız olsun!
Saygıyla