- 884 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
22 Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 22.
Senin yoksun, olacağını da hiç düşlemedim, sadece senle kalabalıklaştığım zamanları özlemişim ki hissettiğim bu duygu düşürdü tüm öfkemi son deniz suyunun durduğu kıyılığına…
Zaman sevgili zamanı, çok şeyi alt üst etmiş, bir zamanlar gözlerine bakarken yorulduğum sen, şimdilere öfke çarpmasındaki yaşamımın içinde kalmamdır hayatımın zamanlarını dağıtan…
Sensizlik bir küskünlüktü yaşama, bir boyun eğmeydi düşüncelere, bir öfkeydi ıssızlaşmış düşlerle yaşamın son karelerine, unutmaktı sevgili sesini, bakınmaktı geçmiş yılların ardına, oysa en büyük öfkeydi sen varlığının çaresizliklerine ve küsmeydi geçen zamandaki zavallılaşmış düşüncelerimle sana olan öfkelerin limiti aşmasına…
Yolculuk zamanı geldiğinde herkes her zaman birbirine veda edemezdi…
Ama gerçek yaşamda nerede ve hangi şartlarla nefes alıyoruz?
Ve kimler kalabildi sağ tarafımızda?
Şimdilerde beklentisiz sen varlığının dönüşüne, limit üstü kırgınlıklarla yaşama nefes almalara…
Artık, suskunluklarım bedensel direncimi aştı…
Kısacası sabrım taştı artık, senli düşüncelerle yaşadığım zamanlara…
Beklenen, diye düşündüm bir anda, kimi bekliyordum? Cevapsız bir soru…
Uzansan tutunabilecek misin elimi?
İster miydin tutunmayı veya tutunup düşmemeyi
Gece sevgili karanlık bir kuytuluk nefes aldığım bu anlar…
Hapis hayatlar derdim kendi kendime, gidemediğim, görmediğim yerler veya düşünüp de yan yana olamadığım, özlediğim, özlemini içime sindiremediğim can dediğim kimse ise kimselerde kalmış ise, daha da büyümüştür özlemim ve hasretin omzuma dokunuşları daha bir o kadar çoğalmış, ağırlaşmıştır yaşamımla beraber…
Her birinin ayrı bir hikâyesi var, oysa bendeki sen hikâyesi ne dokunmalı ne de dinlenmeli, yaşamı zora sokan şartları iç içe koysak ki koca bir hiç çıkar…
Aslında her günümüzün bir hikâyesi vardı, kimisi özleme dahil, kimisi de öfke ile çamurlaşmış düşünceler…
Sana ne anlatsam sendeki benleri döksen ortaya sadece zift kokusuna bulanmış bir hayatın en az gülmeleri ile dağılmış düşlerin içinde kalmış umutlar çıkar ortaya…
Umut ve ümit aslında dağılım belirtisi iki yaşam.
Of ki of ile düşer darağacından…
Hiç bahsedilmez kaybolmuş yaşam umutlarında, kimse bilemez bendeki umutlanmaları, sadece dışa düşmüş garipsenecek bakışların içinde kalan pişmanlıkların gölge sızılarını…
Sen bilir misin sevgili, umudun içindeki yanılmaları, yanılgıları, yanıltılmışlıklarımı, kaç zamanın ertelenmesi bu ömrün ve kaç umudun terk edilişi bu yaşamın…
Uzansan tutunabilecek misin uzaktaki düşlerine derken bile hasretin çaresizliğini gömeriz içimize…
Her şey kendince değişti, çok şey döndü durdu yaşamımda, kuşlar bile uçuşlarının dairelerini değiştirdi, sevdim kelimesiyle hoş kal denmiş gibi soğuklaştı, ben ve sen neredeyiz sevgili?
Uzaklar çekti artık düşüncelerimi, uzak düşlerin içinde yalpaladı artık her umut…
Bir eski düşünce demeti, bir sonra ise yeniden peydahlanan düş kurmalarla gelecekten kopmadan, eskitilen çok şeyden vazgeçme zamanları bu düşlerin içinde öncelikli olan…
Yarın dedim bir anda yarın çok geç artık düşünmeye, düş kurmaya, sadece özlem aldı tüm düşünce boşluğunun yerini…
Sen sevgili, sen, özlemi öğretirken bana yalız kalacağımı hiç söylememiştin…
Bu bir boşluğa düşmesi idi sahipsizlik çaresizliği ile…
Sen sevgili sen, çaresizliği bana öğretirken hiç de sen de yaşayacaksın demeden saklandın içime…
Yaşam bu yarınlardan önce çok nefesler var alacağımız…
Bazen kendi kendine selam veresi gelir insanın yalnızlık damarından, oysa yaşam o kadar yük verdi ki omuzlarıma, sadece nefes almakla yetiniyorum...
Can pazarı bu, nefes alma zamanlarındaki düşler...
Yol ve yolda bakınırken uzaklara...
Bir vapur geçer, “dalgasında savrulan ben” diyor araçtan gelen sesle “Onur Akın..."
Kendi kendime boş ver diyorum acılanmalarım var ya yeter bana... İçimden gülmek geldi ve haykırdım, yıldızlara selamım olsun...
Bazen insan zamana kızar, günlere, aylarla gelen yıllara.
Öyle çok şey var ki kızılacak. Sonra dönüp arkanı boşa alırsın her şeyi, en sevdiğini, en nefret ettiğinle eş kalır görüntüde.
Sonra üzüntü başlar yıllara uzayarak. Ama arkasından hasret yapışır gizline.
Haykırmak da ister insan ama sessiz seslere dönüşür düşünceler…
Ve ertesi gün başlar acılanmışsan, yüzünde kabarcıklar oluşur sanırsın.
Sevinçli bir ansa unutur gidersin anlık her şeyi ki kendine yabancı olursun sessiz seslerle konuşurken.
Ardı arkası bir döngü olur ki, bir ertesi gün artık, umutla, umutsuzluk arasında başlar ki kendini bir gölgelikte bulursun.
Yaban bir ortamsa eğer sadece rüzgârı dinlersin uzaklardaki sesleri düşünürsün ki artık yarınlar, hep bir birine benzer...
Ardından buruk nefesli zamanlar başlar ki bunun sonu acılanmalardır artık yaşamın karanlığına sarkan...
Ve bir soru başlar zamanın neresindeyim ve sağımda kim vardı derken yaşamın burukluğu başlar artık...
Gecenin boşluğunda da hayat var...
Deme sakın bana bu yolculuk bir biterse diye, demiş olma sakın bir günle başlayan ayrılık cümlelerinden bir kaçını, hatta sensiz yaşamazdım ile başlayan sonu "dimi" ile biten kelimelerden oluşan cümleleri veya eskidendi derken susmalarındaki akışları hiç gösterme bana, ayrıca senden sonra ile başlayacak cümlelerden hiç bahsetme bile ki bilesin dayanılası ayrılık öncesi cümlelerdir onlar ki, dayanası bir yürek gerekti onlarla yaşamaya ki ayrılık be can, ayrılık insanın içini oyar ki, yaşama bakmakta yönün karışır...
Kocaman laflar gerekti bize kocaman acılar verebilenlere usta... Esas olan dayanma gücü gerekti kocaman ki onlar her gün susacaklardır bir, bir gün, gün günden sonra...
Gecelere hükmetmek bir hayâl olmuşken, kendi kendinde kaybolduğun zamanlarda yaşama muhtaç iken, sabahın seheriydi tüm umutlar...
Zorladığımız yaşamın sevgi adına olan zamanlarıydı, kendine yetemeyen bir bedenin altında kalmaktı sevgideki hüsran, oysa kanatlanıp uçmak istediğimiz bir yaşam vardı, ayrılık cetveli gözlerimizin önüne düşmeden, sadece yaşam deyip kurtulmaya çalıştığımız bir andı dost sesi öncesine boyun eğmek...
Şimdi zaman sadece beklemek, seslerinin arasında kaybolandı içinde kaybolduğum...
Biz birbirimizde ömre uzayacak zamanı yaşamaya kavlimiz vardı, ama gerçek olamadı...
Kaybettiklerimle, kaybedecek ne kadar çok şey varmış ki her gün eksilenlerle, geride neler var ki, boş vermişim artık şartlanmalara...
Yaşamda var olmanın ötekileri vardı...
O kadar çok şey kaybettikten sonra elimde kalanlara bir bir baktım ki kalan bir hiçti...
Önceleri suskunluğun, sonraları sessizliğin, daha sonra da susuşlarındı beni sana doğru çeken güç…
Önceleri düşünürdün, sonra dişlerini, ardından dudakların sıkıştırıp bir an sonra verdiğin kararla suskunluğunu bozardın…
Çok düşünür, düşler kurardın sessizliğinde. Ben o anlarda sana yazılar yazar gibi uzun uzun içimden cümleler kurar, senin düşlerini bozmamak için, sessizce kendime konuşurdum…
Zaman en büyük korkularımızdı, her şeyin yarım kalacağı zamansızlıktı baş edemediğimiz anlar ki işte o anlarda ikimiz de birbirimize uzun uzun bakarak içimize konuşurduk…
Sonraları bir anda senin gözlerinden ıslaklık akardı, eğerdin başını dizlerine doğru, omuzların titrerdi, konuşamamaktan sarsıla sarsıla ağlamak istediğini bilirdim…
Ve ben, hiç konuşmaz, sadece yutkunarak gözlerimle, gözlerine konuşurdum.
Bilirdin ne diyeceğimi ve ne demek isteyeceğimi…
Bir anda haykırıp, “hadi ana sevdiğini söyle” derken, omuzların sarsılarak titrerdi sesin ve bir anda adımı iki defa tekrarlayıp, başını omzuma kayarken, feryat ederdin.
Ve “seni bu kadar sevmesem” dedikten sonra yarım kalmış cümle ile yığılırdın omuzlarıma var gücünle…
İşte o an anlardım yıkılmak ve yığılmak arasındaki farkı tüm edeninin basıncını ve ıslaklığını gözlerinin omuzlarımda hissettikçe “sevgi tüm gözyaşları ile anlatılır” diyordum ki sevgi aldanılmış bir sevme duygusu değilse…
İşte o andan sonra ağlamak istediğinden de fazla yüksek sesle bağrınıyordun, her şey senin için, her şey senle kalabilmek için derken, gecenin sessizliğinde sanki çatılarda baykuşlar kanat çırpıyordu ve bir diğeri de o uğultulu sesi ile haykırıyordu…
Zaman bizi yuvarlıyordu, sevgiye doğru güçlendirerek, oysa biz her an sonrası yığılıyorduk, derinlere düştükçe gözyaşlarımız çoğu zaman dizlerimizi ıslattı ve “gerçekten beni seviyor musun” derken bile sesinin titrekliğiydi yüreğimde u günlere sarkan yanıklar bırakan…
Telef olduk, yığıldık, yıkıldık derken geçmişten gelerek geleceğe doğru yıllarca, arda kalan tüm yaşam yıllarını hüzne boyadık.
Oysa maviydi sevmenin öz rengi, bizse koyulaştırdıkça koyulaştırdık. Ve koyu siyah zamanlara ulaştı nefeslerimiz, ayrı ayrı şehirlerin gece yıldızlarına bakarken…
Mustafa yılmaz