Eflatun Teşkilatı 2
Havaların ısınmasıyla bahar gelmiş, dallar yeşillenmişti. Köyüne doğru geriye baktığında iyice küçülmüş gördüğü evlerin pencerelerinden yansıyan güneş ışıkları perilerin dansını hatırlatıyordu. Yer yer küçük taşların olduğu, çimenlerin kara toprağın üzerine bir halı gibi nakşedildiği, yulkuların azaldığı meşe ağaçlarının çoğaldığı bir bayırı adımlıyordu. Yukarıdan bir kaya parçası yuvalanır korkusuyla hiç sevmediği çamurun ayaklarını ağırlaştırdığı düşünüyor, amcasının hızla yürüdüğüne imrenerek nefes alıp veriyordu. Neden bir hafta daha beklememişlerdi, hem çamur ortadan kalkmış olur otlar daha iyi büyümüş olurdu.
Kendi sessizliği içinde yürürken amcasının iyice uzaklaştığını gördü. Oysa keçilerle karışık koyun sürülerinden çok uzaklaşmıştı. Nereye varmak istiyordu ki amcası, koyunlar gibi yavaş yavaş yürüseler olmaz mıydı? Bir de çamur yetmiyırmuş gibi katırı vermişti eline. Üzerine binseydi ne olurdu ki.. Kızar mıydı amcası. Hem çamurlardan kurtulmuş olur hem de biraz dinlenirdi. Keçilerin rahat hareketlerini gördükçe de sinirleniyordu. Hiç yorulmaz mıydı bu hayvanlar, hem otluyorlar hem kendi aralarında koşup duruyorlar hem de çamur ayaklarına yapışmıyordu işte. Ne vardı ayakları keçi ayakları gibi olsaydı. Küçük bir taşın başında ayakllarını taşa silerek çamurlardan kurtuldu, az sonra yine çamur birikecekti. Ne faydası vardı ki çamuru silmenin. Kararını vermiş katırın üzerine binecekti, hem heybelerini taşıyan hayvan kendisini de taşıyabilirdi. Fazla kilolu da değildi ki. Boyu anca katırın üzerinden bakmaya yetiyor yetmiyor gibi, nasıl bineceğini düşündü. İleride büyükçe bir kaya gördü ve o kayanın yanına katırı çeker, kayanın üstünden de katıra binerim diye kayaya doğru hareket etti. Ayakkabılarını yeniden silmek istemediği için de çamura basmamaya çimenlerin ve küçük taşların üzerinden yürümeye çalışıyordu..
Kayaya 10 15 metre mesafe kala katırda gelmek istemiyor gibi diretiyordu. Sanki anlamıştı üzerine bineceğini. İleri de amcasının en çok sevdiği çoban köpeğini de kendisine bakarken gördü. Birden korkmuştu. Oysa daha sabah ekmeğini amcasıyla birlikte vermişlerdi. Başını okşamış onunla konuşmuştu. Şimdi niye ona suçlu gibi bakıyordu ki. Onun görevi değil miydi sürüyü ve çobanı korumak, hem de küçük çobanı. Katırla iş birliği içinde miydiler, kendi aralarında mı anlaşıyorlardı bunlar. Köpek saldırırsa ne olur olmaz diye elindeki sopasını biraz daha sıkıca tuttu. Hele bir saldırsındı kafasında kırardı sopayı. Kırabilir miydi, sopanın uçu yumruğu kadar tombalaktı, bir vurdu mu kaçardı köpek herhalde. Sonunda kayaya yaklaştı katırı kayanın alt yanına yanaştırdı. Yularını da elinden bırakmadan kayanın üstüne doğru yürürken köpeğin yanına daha çok yaklaştığı gördü. Yerden bir taş alarak köpeğe doğru atınca köpek birden durdu. Kendisine doğru kulaklarını dikerek bakmaya başladı. İçinden kuyruk sallaması için tanrıya dua ediyordu. Hadi Tanrım köpeğimiz bana kuyruk sallasın, ne olur der gibi atıyordu kalbi.. o köpeği düşünür ve ona bakarken katır ise iki üç adım yerindne kımıldamıştı bile. Yularını geriye doğru çekse de kımıldamıyordu hayvan. Başını aşağı yukarı sallıyor yularını bıraktırmaya çalışıyordu sanki. Of ya lanet olsun, gelsene geriye katır efendi diye katıra yaklaştı yularını kısaltı, bana bak 3 adım geriye yürü, kayanın yanına yaklaş. Vallah yersin sopayı..
Birden arkasına köpeğin yaklaştığını hissetti, hızla geriye döndü ama ne köpek vardı ne de başka bir şey, sürünün de arkasında kalmaya başlamıştı. Köpek nereye gitmişti derken, köpeği gördü yerleri koklaya koklaya yürümeye devam ediyordu. Bütün bunları düşünürken sıkıntıdan terlemişti. Niye bu kadar zor geliyordu bu bayırı çıkmak kendisine. Neden katıra binemiyordu, neden köpek kendisini korkutuyordu. Katır ileriye doğru adım atmaya başlayınca kolu gerildi , sendeki inatsa bendeki de inat. Gel buraya bineceğim sırtına.. Öyle yağma yok katır efendi dese de, katırın fendi yenmişti küçük çobanı.
Meşe ağaçları gölge yapmasa güneş ışıkları bile katırdan, keçiden, koyundan köpekten yanaydı sanki. Başını kaldırıp baksa dalların arasından güneşe, gözleri kamaşacaktı. Güneş efendi neden erken doğup toprağı kurutmadın, biriniz de benden yana olsanız günaha mı girersiniz. Amcası da nerde kalmıştı ki, sen yavaş yavaş katırla gelirsin, korkmazsın değil mi, hem köpeğimiz de var.. Ben biraz önden gidip geri gelirim demişti. Çoban dediğin sürünün arkasından gider, arada sırada bağırıp çağırırdı,amcası herhalde çobanlığı bilmiyordu. Sürüye bak, başıboş gibi yayılmışlardı meşelik yamaya doğru, ileride ağaçlar seyrekleşiyor daha çok küçük taşların olduğunu görüyordu. Taş mı yiyecek de bu hayvanlar yukarıya doğru gidiyorlardı ki.. Hem ağaçların gölgesi de bitecekti. Amcası geriye gelir miydi ki kaybolmuştu işte, yoktu, sürü de iyice arayı açıyordu. Hem babası nereye gitmişti ki sabah yoktu evde.
Köpek havlamalarının geldiği yere doğru baktı. Niye havlıyordu bu köpekler. Kurt mu vardı yoksa yakınlarında. Kışın büyüklerinden bir çok hikaye dinlemişti. Kurtlar bir sayaya girdiğinde 10-15 koyunu boğmadan, telef etmeden çıkmamıştı karşıki köyde. Köpekleri kötüymüştü öyle diyordu babası, yan komşularına. İyi köpek kurdu yaklaştırmazmış avluya, sürüye. Kendi köpeklerinin gücünden sürüyü sahiplenmesinden anlatıyordu babası. 3 köpekleri vardı, biri dişi ikisi erkekti, bıldır 5 yavruyu da başkalarına vermişlerdi. Kime verdiklerini de anlatıyordu, babası ne çok konuşuyordu. Komşuları ise durmadan meyveleri indiriyordu mideye. Arada sırada lafa karışıyor, başka köpeklerden de bahsedip soru soruyordu babasına. Babası köpeklerden çok iyi anlıyordu herhalde.
Köpekler diyordu neden sonra Korlan, Köpekler iyi olursa kurt yanaşamaz sürüye. Kurtlar iyi olursa koyunlar ve keçiler korkmaya başlar. Çocukluğundan fazla bir anı da kalmamıştı hafızasında ama o katıra binemediği için hala kendini kötü hissederdi. Çamuru da sevmiyordu o günden beri.
İlk defa haberci yakalamaya çalışacaktı. Gelen haberciyi de koruyan 3 kişi olacaktı, 3 teşkilat üyesi. Gelen habercinin Börü Bey ayarında olduğunu biliyordu, korumalar da bizim gibi eğitilmişlerse, ne gerek vardı bu kovalamacaya diye düşünmüyor değildi. Haberci bölgelerine gireli 3 km olmuş, mağara sınırlarına girmelerine ise 10 km vardı.
Börü bey; en son 2 yıl önce gelmişti habercimiz, ve maalesef bizim ekip pusulayı almayı başaramamıştı derken sitemkardı.
Korumalarından iki kişi saf dışı bırakılsa da, habercimiz ve bir koruması bizim ekibi yenmişti. O yüzden bu sefer beraber hareket etmeyi de deneyin. Ben iki sefer habercilik görevine gittim, birinde yenildim, birinde kazandım. Bu pusulayı alma oyununda başarılı olursa ekibimizde benim de korumalarım belli olmuş olacak. Bir sonraki görev yerimin ise ihtimal Balkanlar olacağını düşünüyorum. Balkanlara gelmek isteyen varsa aranızdan o pusulayı habercinin kuşağından almayı başarır. Korumalarımdan birinin Avşar olduğunu biliyorsunuz. O gelecek benimle kesin. Diğer iki kişiyi de bu oyunda belirleyeceğimi düşünüyorum,umarım yüzümü kara çıkarmazsınız.
Bu oyun bir bakıma alfa’dan pusulayı alma oyunuydu. 10 km’lik bir mesafede 1,5 gün süresi olan bir oyun. Sabah 06 da başlar bir gün sonra akşam 6 da biterdi. Gece 00 ile 06 arasında ise Haberciyi rahatsız etmek yasaktı. Köpek ve kurt oyunu diye de bilinirdi teşkilat içinde.
Üyelerin fiziki becerileri ile dövüş yeteneklerinin sınanmasına dayalıydı. Bunun yanında 180 metre mesafeli işaretleme silahları da kullanılabilirdi. Paintball adını alsa da yeni çağda özü kurt ve köpeklerin birbirlerine üstünlük kurma savaşının bir sonucuydu.
Korlan’ın ilk, Aykıldı’nın iki Rassimin ise üçüncü oyunuydu. Rasim bu sefer de başarırsa Börü Bey’in yanında ikinci koruması olması bekleniyordu.
(Hadi bakalım değerli okuyucu, sonraki bölümümüzde komandoculuk oynayabiliriz de oynamaya biliriz de, bilmiyorum. Kervan yolda düzülür derler..:) Keşke hayat hep oyun olsa..!)
YORUMLAR
Hikayenin devamı derlenip toparlandı ve bu şekilde daha çok merak cezbediyor. Galiba kafa da biraz toparlanmış? Öyle ise sevinirim Dost. Hikayeyi, hikayedeki karakterleri ben hep yazardan semboller olarak görürüm. ''Bir ben var benden içeri''deki benlerden birinin (asıl olan değil tabi) sembolleri ya da Freudyen bakınca bastırılan komplekslerin sembolleri.
Sana verdiğim aparata bir göz at Nesildaşım. Kullanmasan da... Ki ben de burada yazan bir iki öykümde kullanmışımdır. Üç değil.
Güzel uykuların olsun...
Yinsani
İhtiyaç
Yola Çıkış
Arayış
Buluş
Bedel
Geri Dönüş
Değişim
...
Yörüklük, göçebelik, kavimler göçü... ve tüm bunların içinde ise toprak sınırları daha sonra deniz ve havaya ayrışmış.. Dünya bir bakıma çocukluk oyunlarıyla şekillenmiş.. Tüm her şeyin yanında ise fiziksel yetersizliğin getirdiği mecburi icatlarla hayatta kalma mücadelesi.. En büyük öğretmenimiz doğa ve hayvanlar olmuş, sonra bitkiler..
Daha yeni yeni belkide Full insan olma çağına yaklaşıyor. Mücadeleden ziyade daha rahat daha akli ve daha mutlu nasıl yaşarızın hikayesi..
özelden genelde, genelden özele.. hepsinin içine dediğin gibi içsel korku ve umutları, yoksunluk ve hükmü de eklersek malzeme çok aslında..
ve insan kural koymayıi formül uygulamayı öğreniyor daha yeni...
okuduğum romanlar içindeki doğa betimlemeleri içinde aklımda te kalan deve dikeni:)
en büyük sorularımdan biri, tanrı neden kendine bir eş yaratmamış da yarattığına bir eş yarattmış.. Bin ben vardır benden içeri benzetmesi ise hala sonuçsuz ve yoruma dayalı...sonuçta doğru.. evet bir şey var içimizde... daha bulunamadı..
katkıların için teşekkürler dostum..
uykusuzluk hastalığı diye bir hasatalık var mı acaba.. :)
iyi günlerin olsun..
Konsantre Karanlık Madde
''Irmak her şeyi anlatır'' diyordu Hesse Siddharta'da.
Güzel soru, Tanrı hem dişiyi barındırır içinde hem de erkeği. Takılma kitaplardaki sembolik erkek anlatımına. Göksel Baba'yı Doğa Ana'dan ayırabilir miyiz? İç içedir ikisi de ve aynı enerjinin biz tarafından algılanışı farklı görülebilir kökene inmeden.
Uykusuzluk hastalığı da insomnia olarak geçer Dostum. 4-5 saat uyuyabiliyorum ben baya bir süredir. Artık alıştı biyolojik saatim ve yetiyor bir noktadan sonra.
Formülize etmek, kökeni form kelimesidir. Formlar hep vardır, algılanınca insan tarafından formülize edilmiş olur bir kalıba ya da bir kağıda, sembole dökülünce. Tanrı'da böyledir ancak formlar arasında en idrakımızı aşandır. 1'i 1 ile çarparsak 1'dir. 1'i 1'e bölersek 1'dir. Bu sadece bire özgüdür.
Asıl ben teşekkür ederim sohbetin için. Yazmaya devam etmeni temenni ediyorum bu öyküyü.
Baş tacısın.