Deli Mustafa
DELİ MUSTAFA
AĞLIPINAR KÖYÜ ………
Köy kahvesinde herkes oturmuş sohbet etmekte idi. Az sonra köy arabası gelir. Köy şoförü Abdo Ağa çağırır.
Abdo Ağa: Muhtar emmi . Size bir misafir getirdim.
Muhtar : Gelsin bakem .Hoşgelmiş sefa gelmiş misafirimiz.
Yolcu : Arabadan iner. Kahveye gelir ve selam verir.
Merhaba dostlar. Nasılsınız.
Köylüler: Merhaba hoş gelmişen .Sefalar getirmişsiniz.
Muhtar : Hoş gelmişen birader.
Yolcu: Hoş bulduk ağalar.
Yer gösterirler ve oturur. Kahveci çayını getirir. Yolcu teşekkür eder ve sazını sandalyenin kenarına yaslayarak çayını yudumlamaya başlar.
Biraz sohbet eder ve çaylarını yudumlarlar. Sonra 85 yaşındaki Hüseyin amca yolcuya sorar.
Hüseyin Amca: Nereden gelir nereye gidersin kardeşim. Sazını almışan güzel türküler söyler sazını çalar .Mis kokulu şiirlerini bizimle payla sonra gidersin. Hatta bu akşam bende misafir bilem olsan olur.
Yolcu : Teşekkürler amcam. Ben Anadoluyu gezmeye çıktım. Çeşitli yerleri gezer ,sizler gibi güzel insanlarla oturup sohbet eder. Onlara şiirler. okur ,bildiğim güzel hikayeleri anlatır . İnsanlarla mutlu olmaya çalışırım.
Hüseyin Amca :E hade anlat bakem kardeşim.
Yolcu : Bu deli Mustafa diye tanınan birisinin hikayesidir. 1982 yılıydı. Ticaretle uğraşan Ali isminde bir arkadaşım vardı. Benim yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak istediğimi bilirdi. Bir gün Aksaray’a nohut, fasulye ve pekmez almaya gidecekti. Benimde gelmemi istedi. Hemen kabul ettim. Ertesi gün yola çıktık. Nisan ayı olduğu için her taraf sımsıcak, ağaçlar, yollar, her taraf yemyeşildi. Hem alışverişimizi yapıyor hem de etrafı geziyor. Çevredeki insanlarla sohbet ediyorduk. Kahvede oturduğumuz sırada yolun kenarından geçmekte olan bir çocuk taş atarak kaçmaya başladı. Kahveci kızarak “ulan deli çocuk, seni bir yakalarsam bacaklarını kırarım.” Diye bağırıyordu. O sırada kahvenin bir köşesinde oturmakta olan yaşlı adam birdenbire irkildi. Ve şöyle dedi.
…… “Hey be İlyas, ne kızarsın sabiye, yazıktır.“ dedi.
Kahveci : Böyle diye diye bir gün başımıza yıkarlar bu kahveyi. Hem Allah aşkına Rüstem emmi deliye kızsam ne olur. Nasıl olsa deli değil mi ?
Rüstem emmi : Hey gidi hey, siz böyle ortalıkta gezen herkesin deli olduğunu mu sanırsınız ? belki de onlar hepimizden akıllıdır. Neden uğraşırsınız şu gariplerle, ekmeğinizi mi aldılar ? İşinizi mi bozdular ? gelirler, giderler, verirseniz bir parça ekmek yerler, bir kenara geçip otururlar.
Herkes dikkatle Rüstem emmiyi dinliyordu. Sonra bakın iyi dinleyin beni, bundan yaklaşık 50 yıl kadar önceydi.
Hiç unutmam. Mustafa isminde bir çocuk vardı. Bizim yaşlarımızdaydı. Hiç kimse onu oyunlarda aralarına almazdı. Hep hor görürlerdi. Yolda yolakta her gördüklerinde “deli deli Mustafa“ diye çağırırlar, bazen kovarlardı. Bir gün yine Mustafa’yı kızdırdılar. O kadar çok kızdırdılar ki Mustafa bir köşeye oturdu. Hüngür hüngür ağlıyordu. Çok ilgimi çekmişti. Arkadaşım Selami’ye söyledim. Boş ver o deliyi dedi. Ertesi gün okula giderken karşımıza çıktı. Bize bakıyordu. Doğrusu birazda korkmuştuk. Selami yerden bir taş alarak kafasına fırlattı. Mustafa kanlar içinde kaldı. Korkmuştuk, hemen kaçtık oradan. Aradan 10 yıl geçti. Hepimiz birer delikanlı olmuştuk. Ama yıllar yılı Mustafa ne zaman bizi görse hâla haykırıyordu.
……..“Bana vurdunuz bana vurdunuz, çok acıyor, siz çok kötüsünüz“ diye bağırıp duruyordu.
Sonra bir gün yine karşılaştığımızda bize bakmadan çekip gitti. Şaşırdık, ne olduğunu anlamamıştık. Ertesi gün bizim kapı çaldı. Kapıyı açtığımda buz gibi kesildim. Mustafa donuk gözlerle bana bakıyordu. Aç olduğunu, kendisine ekmek vermemi istedi. Ekmeği aldı, teşekkür etti. Tam gitmek üzereydi geri döndü ve gülümsedi. Onu birkaç ay göremedik, Selami askere gidiyordu. O gün Mustafa’yı gördüm ve yine gülüyordu. Artık benim günlerimde yalnız geçiyordu. Benim Askerliğime 5 ay vardı. Can dostum Selami de yoktu. Günler böyle geçip gidiyordu. Bir kış akşamı Mustafa kahveye geldi. Canım sıcak çay istedi. Hem dışarısı çok soğuk, üşüdüm. diyordu. Çayını yudumlarken oldukça neşeliydi. Gülüyor, yine gülüyordu. Sanki hayatının en mutlu gününü yaşıyor gibiydi. İlyas, Mustafa’ya takılmak istedi.
İlyas: “ne ulan, ohh oh ne ala mis gibi çay, bide sıcak soba buldun, bakıyorum oldukça mutlusun ha !
……“ Mustafa hala gülümsüyordu.
- Gidiyorum, gidiyorum buralardan, onun için gülüyorum. Mutluyum çünkü buraya dönmeyeceğim. Kimse bana deli diyemeyecek artık. Mutluyum çünkü artık aç kalmayacağım. Hiç üşümeyeceğim.
……..-şaşırmıştık. Ne o Mustafa yoksa miras falan mı kaldı ? saraylarda mı yaşayacaksın ? dedik. Dedikte bin pişman olduk.
Güldü, kahkahalarla güldü. Hayır dedi.
…….-ölücem ben, ölücem. Bir kaç gün sonra ölücem ve Selami gelip beni gömecek, beni ondan başka kimse gömmesin.
-Verdiği cevap karşısında hepimiz donup kalmıştık. Nasıl olurdu. İnsan ne zaman öleceğini bilemezdi ki. hem Selami askerdeydi. İzne bile gelmesine daha 2 ay vardı. Mustafa sürekli olarak birkaç gün sonra öleceğini söyleyip duruyordu. Kahvedeki herkes ona kızdı.
…….- Git işine be deli, hah öleceğini biliyormuş, işimiz mi yok ta sana inanalım .
……Mustafa yine gülüyordu. ”Siz inanmayın bakalım İnanmayın, görürsünüz“ Mustafa söylene söylene gitti.
…. Bir gün sonra Selami beni aradı ilginç rüyalar gördüğünü söylüyordu. Olayı ona anlattım. İlginç dedi. Ama izne gelmesine daha 2 ay olduğunu söyledi. Hiç kimse Mustafa’ya inanmadı. İnanamazdı da. Ama nerden bilirdik, bütün bunların gerçek olduğunu, 3 gün sonra sabah ezanında Mustafa’nın öldüğünü duyduk. Bütün köy şaşkınlık içindeydi. Neden sonra akıllarına geldi. Mustafa ne demişti. Selami gelecek ve beni gömecek. Evet, aynen öyle demişti. Herkes merak içindeydi. Ve öğlen arabasından Selami indi. Mustafa’yı defnetti. 15 gün önce yapılan atışlardaki başarısından olayı Selami’ye 3 gün izin vermişler. Ve bugünde köye dönmüştü. bütün köyde kulaktan kulağa şu sözler söylenmeye başladı.
…… - Duydun mu ayol, duydun mu ?
…….- Neyi kız ?
……..- Mustafa’yı,
Selami gelmiş, defnetmiş onu
……- Haklıymış Mustafa, kimse inanmamıştı ona ama ben inanıyordum. Zaten . Mustafa’nın az kahrını da çekmedim hani.
…… - Hiç sorma komşum. Ne zaman görsem, gel Mustafa dedim. Yedirdim, içirdim onu. Eh daha ne yapalım? Elimizde, avucumuzda yok ki, olsa ona güzel bir mezar neyimde yapardık.
…… - Öyle komşum, aynen bizde öyle düşünüyoruz. Ama ne edersin. Elden ne gelir ki.
…..-Öyle komşum
….. -Hadi size kolay gelsin
…. -Size de komşum . görüşürüz.
Kimide kahvede ballandıra ballandıra anlatıyordu.
….-Şu bizim Mustafa var ya !
…. -Hangisi Bekir amca
….-Hangisi olacak canım. Bizim deli Mustafa
….-Töbe de be emmi, Hiç deli denir mi, çarpılırsın valla
….-Valla arkadaşlar, inanır mısınız? Kendi evladım gibi severdim onu. O kadar çok üzüldüm ki anlatamam.
…. -Hadi arkadaşlar, bugün bütün çaylar müesseseden
….-Ne o len, Mustafa’nın ölümüne mi sevindin yoksa İlyas ?
….-Ne sevinmesi be ne sevinmesi. Bu köyde benden daha fazla üzülen yoktur. Bu çayları da sevap olsun diye ısmarlıyorum. Ben yardımı severim. Hani Mustafa’ya da az iyiliğimiz olmadı.
….-Biliriz biliriz, öyledir İlyas öyledir. Rüstem emmi ayağa fırladı.
…. -Yeter be yeter. Deminden beri yapmadığınız o kadar çok şey anlattınız ki ben bile şaşırdım. Bari bundan sonra böyle davranırsınız İnsanlara da şu kokuşmuş yürekleriniz biraz serinler. İnsan ölmeye bir görsün hele, ne kadar da kıymete biniyor böyle.
…. Kahvedeki herkes başını önüne eğmiş, sanki kurşun yemişte kaskatı kesilmişti. Ve sessizliği yine Rüstem emmi bozdu.
Rüstem emmi : İşte böyle evlatlar, her gördüğünüzü deli sanmayın. Yaptığınız iyiliklerle asla övünmeyin. Kimin ne olduğu, ne bildiği belli olmaz. “Biz Mustafa’yı deli sandık ve yanıldık, hâla rüyalarımda görürüm onu. Sürekli olarak gülümser. Siz siz olun, İnsanları kırmayın, gülümseyin, gönüllerini hoş edin. Bizler yanlış şeyler yaptık, gençler bari siz doğru olanı yapın. Hep muhabbet edin“ dedi ve kahveden uzaklaştı.
Yolcu : İşte, hikayemiz böyle dostlar. Bende günlerce Mustafa’yı düşündüm, hep onu düşündüm.
.… Derin bir sessizlik oluştu. Kimse konuşmuyor, sadece dinliyordu.
Muhtar Emmi : Bakın dostlar, ilginç bir hikaye daha öğrenmiş olduk. Demek ki İnsanlar kimdir, nicedir bilinmez. Eee hadi bakalım dostlar. Zaman bihayli oldu. Misafirimiz de yorgundur. Bugün ben misafir ediyorum. Hadi hepiniz sağlıcakla kalın.
Muhtar emminin evi az aşağıda, koruluğun yanındaydı. Muhtar emmi 65 yaşlarında, tatlı, sevecen, şakacı biriydi. İki oğlu vardı. Büyük oğlu çalışmak için şehre gitmiş, küçük oğlu da köyün işleriyle, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Muhtar emmi alt katı ahır, üst katı ise 3 oda, geniş bir salondan oluşan, çatısı kiremitli bir evde oturuyordu. Muhtar emminin karısı 5 yıl önce vefat etmiş ama o tekrar evlenmemiş, küçük oğlu ve gelini ile birlikte oturuyordu. Bazen torunu İsmail’le bahçelere gezmeye giderdi. Gününün çoğunu Dostlar Kahvesinde geçirirdi. Bilgili birisiydi. Köyde de severler, sayarlardı. Kim onu görmek istese, Dostlar Kahvesinde bulurdu. Muhtar emmi misafiri buyur etti. Yemekler yendi. Koyu bir muhabbete geçildi. Muhabbet aldı başını gitti. Muhtar emmi yeni bir muhabbeti açtı. Hele bakalım şu sazında bir söylesin çalsın da dinleyelim. Acep ne bağrı yanıklar, ne aşklar vardır şu sazın tellerinde. Tıngırdat tıngırdat ki şu sazı gönüllerimiz figan eylesin. Bağrı yanıklar yansın. Gönlümüz, dertlerimiz şenlensin.
Yolcu sazı alıp, tıngırdatmaya başladı. Hem çalıyor hem söylüyordu.
Bilmem ki ellerin yareler mi bağladı
Altın saçlı kızların mı ağladı
Bilmem mor menekşe sümbülle mi bağlandı
Kavallar çalındı,sürüler otlandı
Topal koyunla uyuz köpek dağlara yollandı.
Öksüz çoban dağlarda dağlandı…
Acıdır yüreğim hepten acıdır
Yaraya tuz basılmaz, insan olan dostun satmaz
Neyle sem ne etsem, ölenle mi ölsem İstemekle her şeyin olmayacağını bir bilsem
Mertlikte, cengaverlikte etsem
Dostu, düşmanı mı bilsem İyilik etsem, hata edeni affetsem
Neyle sem ne etsem.
Dertlerimi azad etsem
Sırtımı dönsem ahır dağlarına, feryat ederler
Başımı çevirsem ağrı dağına, soğuktur derler
Toroslar da yaylak yaylak serindir, üşürsün derler
Kazak, urba giy, giy de öyle çık yola derler
Ilgıt ılgıt esen seher yelinde
Aybike kızın altın sarısı beliklerinde
Aşk mı desem, hasret mi desem
Tuna boylarında, kayadan kaya’ya atlasam
Kuş kuşlasam, av avlasam, boy boylasam
Asma kilitli yarin, kapılar kırsam
Selvi boylu, şeker yüzlüm
Bir tas ayranın içip, yorgunluk alsam Pınarlardan kana kana suyun içsem Toprak yollarında yolculuk etsem Tarlalarında başak başak buğdayın biçsem
Alın terin mendille silsem
Yarim sana yarenlik etsem
Gönül gönül diye, gönlüm hoş etsem
Dertlidir ozanım dertlidir.
Adı birdir, dirdir, Ahmet Celaldir
Özü sözü birdir, kendi biçaredir
Biçaredir biçaredir emme İnsan olan biridir
Kimi bilir kimi bilmez, bilen bilsin bilmeyen bilmesin
Dertlidir ozanım dertlidir.
Adı birdir, dirdir, Ahmet Celaldir
Özü sözü birdir, kendi biçaredir
Biçaredir biçaredir emme İnsan olan biridir
Kimi bilir kimi bilmez,
Bilen bilsin bilmeyen bilmesin
Ben kendim bildim kendim bilirim
Dert eylerim, doğru söylerim
Ozanım derim, saz çalarım,
Türkü söylerim
Ey dostu Mehlika, Ben sensiz neylerim.
Muhtar emmi : Çok güzeldi, çok güzel be yolcu Belli ki Anadolu’yu gezer, görür ve gördüklerini söylersin
Yolcu : Öyle be Muhtar emmi öyle, anlayan olursa, dinleyen olursa türlü türlü besteler söylerim. Destanlar, hikayeler anlatırım.
Muhtar emmi : Anlat anlat hele yolcu anlat, hem çal hem söyle, söyle de dinleyelim.
Yolcu : Söylerim Muhtar emmi söylerim. Dertlerim söylerim
Derdimi kime söylesem, nasıl söylesem Dertler bir idi bin oldu bilemedim.
Sen söyle Muhtar emmi biz biridik, binidik
Günlerce gezdik, ayak sürüdük Dertlerimizi dertlerle besledik, dertlerle beslendik
Yolcu alır sazı eline ve başlar yine anlatmaya, bir yandan da çalmaya…..
Benim sevdam bir umut olup gitmeden Ve yalnızlığın mehtabı olup dinmeden
Uçmayın Turnalar uçmayın
Ben yalnız bir biçareyim demeden
Uçmayın Turnalar uçmayın
Tarlalarda başaklar olgunlaşmadan Pınarlarda akan sular kurumadan Dumanlı dağlarda sisler kalkmadan
Tarlalarda başaklar olgunlaşmadan Pınarlarda akan sular kurumadan Dumanlı dağlarda sisler kalkmadan
Uçmayın Turnalar uçmayın
Benim sevdam bir umut olup gitmeden Ve yalnızlığın mehtabı olup dinmeden
Uçmayın Turnalar uçmayın
Ben yalnız bir biçareyim demeden
Uçmayın Turnalar uçmayın
Tarlalarda başaklar olgunlaşmadan Pınarlarda akan sular kurumadan Dumanlı dağlarda sisler kalkmadan
Uçmayın Turnalar uçmayın
Uçan kuştan, esen yelden
Bozkırlar da yanan alevlerden
Yaylalarda alyanaklı insanlardan selam alıp gelmeden
Uçmayın Turnalar uçmayın
Kendim ettim. Kendim buldum İnsanları hor görüp övündüm.
Kendim iyi bildim, dövündüm.
Oldum bir avare yerindim
Kendimi bin bir dert içinde bildim
Dertlerimi alıp yazıya çıksam
Akkuş, Baykuş ile Penguene sorsam Hayatımın tadı. Gönlümün kanadısın Sen benimsin bende senin
Dertlerimle alıp beni Bin bir dert içine götürmeyin,
Turnalar götürmeyin Ben sende sen de bende
Bir hatıra, bir sevgi, bir mutluluk bırakmadan
Gitmeyin Turnalar gitmeyin
Yolcu çaldıkça çalıyor, çaldıkça coşuyor, Anadolu’nun bağrından, Yurdumun damarlarından, öbek öbek Türkülerinden söylüyor söylüyor yine söylüyordu.
Sazın telleri bir vurmaya dursun
Şairin dili çözülmeye dursun
Saz vursun, söz söylesin
Gerçeği, hikmeti, erdemi bildirsin
Ozan ol oyun bozan olmaktan iyidir.
Öz Türkçe’m Arapça dan Yunanca dan ,Ermenice den iyidir.
Birlik oldum. Dirlik oldum
Öz kardaşlarımı ayakta dimdik buldum
Şairi dinlersek gönüller mest olur
Dostlarımızla birlik yaşarsak insanlar dost olur
Ne ağlayalım ne sızlayalım
Gerçeğin bilip gerçeğin söyleyelim
Dostlarla birlikte yaşadık kıymet bilelim
Gelecekte de birlik olup yaşayalım.
Ozanın eli sazında, gönülleri mest eden Türküler, Şiirler, Hikayeler dilinde. Söyle kara ozanım söyle. gerçeği Halk dilinde söyle
Bekliyorum gelmiyorsun
Çile çektim bilmiyorsun
Kara sevdayı söylüyorsun
Bu hayat böyle mi geçer ?
Yar benimle gelmiyorsun
Yar benimle gelmiyorsun
Dertlerim dert küpü olsa
Yollarımda yolcu olsa
Sen benimsin bende senin
Bülbül, yarim dile gelse
Bülbül, yarim dile gelse
Söylemedin bana böyle
Söylemedin bana böyle
Dertlerim dert çeker oldu
Kader ayırmadan bizi
Söyle sevgilim söyle ne oldu sana böyle
Ellerim ellerinde
Gözlerim gözlerinde
Yaşanmıyor bir hayat bize
Söyle sevgilim söyle
Hayat boyu gidiyordum
Sencileyin söylüyordum
Ben senin sevdiğin yarin
Ben senin sevdiğin yarin
Olamadım biliyorsun
Karakollarında bekler
Güzelim canım seni ,görmek ister
Sen benimsin ben de senin
Bahar oldu yaprakların Bahar oldu yaprakların
Kader bizi ayırmadan
Gel beraber gidelim
Yağmur yağsa,
Toprak olsa Gel beraber gidelim, gel beraber gidelim Sevdiğimiz yare gidelim
Dertlendik dertlerle kenetlendik
Dertlerimizde yeniden bilendik
Ahmet Celal kimdir öğrendik
Yaşadık yaşattık her şeyi bildik öğrendik
Ozan olduk şair olduk saz çaldık türkü söyledik
Az gittik uz gittik
Bir yol başında durup pireye dere verdik,
Hendekten atladık fire verdik
Dost edindik,dostluk ettik yarenlerle sohbet ettik
Bu sevdayı burada bitirdik
Yeni bir sevdaya kürek çektik
…..Agaçlar yontulur harçlar karılır tuğlalar dizilir kulübenin iskeleti kurulur yavaş yavaş duvarlar örülür dostlar çadırının biraz ilerisine kadife sesli çeşmenin yanına yolcu için kulübe inşa edilmeye başlanır mola verildiğinde tereyağlı pilavlar yenir yaylaklardan buz gibi ayran içilir terlenir ter dökülür biraz soluklanıp muhabbet işine geçilir muhtar emmi der demez yolcu sazı alıp çalmaya söylemeye geçer.
Yar demedim yar demedim toprak olup taş yemedim
Bahar geldi, yazlar geldi kaşık kaşık toprak yerdi hayal oldu bütün bunlar Yaşanmıyor sanki yıllar
Kader ayırdı bizi toprak oldum, taş oldum yolunda yoldaş oldum sana ben kurban oldum
Sencileyin neylersin bana
Böyle olmaz bu iş böyle
Söylesene zalim söyle
Ne yaparsın bana böyle
Hayat denen bu yolda
Çile çektim ben çile
Yıllar boyu çile çektim
Sen baharın kelebeği, ben çiçeğin arısıydım
Senin ile dost olup kafaları çekecektim
Söyle bana zalim gardaş niye böyle oldu
Yoldaş ben sana ne ettim ki
sen bana dargın oldun
Gidiyorum bir yolda hancı bekler beni orda
Sana selam söylesem deunutma beni be gardaş unutma ne olur unutma
….Çevredekiler memnuniyet verici tavırlarla ,tebessüm etmekte kimi de başıyla gözüyle kaşıyla yada ayaklarıyla müziğin ritmine uymaktaydı.
Sonra herkes odalarına çekilerek güzel bir uykuya dalarak. Uykularında doğayı yaşadılar. Anadolu’nun güzelim yerlerinde gezelediler.
Ozan Ahmet Celal birkaç gün daha Ağlıpınar Köyünde kaldı. Sonra Anadolu’nun güzel köylerinde gezerek Şiirler okumaya .sazını çalmaya ve güzel hikayelerini anlatıp .paylaşmaya devam etti.
AHMET KAVLAKÇI
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.