- 623 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN TOPRAK MİSALİDİR, KİTAP İSE; TOHUM
Kitap bahçıvandır. Düşün toprağımızı, süren, çapalayan, güllerimizi, ağaçlarımızı budayan, aşılayan; adeta cebinde taşır gibi sayfalarının arasında gizlediği tohumları, hazırladığı toprağımıza eken bir bahçıvan. Bulutları dolduran, ardından şimşekler çaktıran, yağmurlar yağdıran, güneşi doğuran, ısısını toprakla buluşturup; özümüzde sakladığımız tohumu kabartan bir bahçıvan.
Osho aşkın tanımını yaparken ‘’Aşk kuyu kazmaya benzer; bir sürü taş, toprak, kaya parçasını kazıp çıkarırsın ve sonra aniden suya ulaşırsın. Su hep oradaydı, alttan alta akıyordu. Oysa asıl olan; aşkı öğrenmek değil, aşkın önünde duranları kaldırmayı öğrenmekmiş.’’ Tıpkı Osho’nun aşkın tanımını yaparken söylediği gibi; geceler boyu kitap okudukça; odanın duvarlarının yok olduğunu göreceksin. Ardından yok olanın sadece odanın duvarlarının olmadığını, yaşam mücadelesi denilen, sorgulayamadığımız bir hedefe doğru koştururken, farkında olmadan, derininde akmakta olan aşk ırmağı ile bedenin arasına ördüğün duvarların da yıkıldığını göreceksin. Seni var eden, o aşk ırmağının önünde duran, geçmiş, an ve gelecek kaygılarından oluşan taş, kaya yığınları temizleyerek, yaşama kuvveti ve heyecanı veren özünde ki enerjiye ulaşacaksın. Kendini fark edeceksin. Annesinden bir kez doğan insanın; kitaplardan defalarca doğabildiğini göreceksin.
Yıllar önce okuduğum, özündeki kokuyu dışarıda arayan ve asla bulamayan bir küçük ceylan yavrusunun hikâyesi geldi aklıma. ‘’Hute’nin yaylalarında, küçük bir ceylan yavrusu yaşarmış. Güzellikte eşsiz bu ceylan yavrusu, aynı zamanda oldukça zekiymiş.En yüksek yaylalar dışında başka bir yere gitmez, en güzel meralar dışında otlamaz, en berrak sular dışında bir yerden su içmezmiş. Bir gün; yine yaylalarında dolaşırken bir koku gelmiş burnuna. Bu çok hoş bir kokuymuş ve oldukça yakınından geliyormuş. Kokunun nereden geldiğini merak edip aramaya koyulmuş. Günlerce, aylarca, yıllarca aramış. Ne zaman yorulup aramaktan vazgeçmek üzere olsa kokuyu en yakınında hisseder bir daha başlarmış dağ, bayır dolaşmaya. Ve yıllar böylece geçip gitmiş ama ceylan hâlâ kokuyu bulamamış. Birgün, bir aslan pençesini atıp karnını yardığında, o kokunun kaynağının kendisi olduğunu, içinden geldiğinde anlamış ama; artık çok geçmiş.’’ Okumadığımız, içimize doğru yürüyemediğimiz müddetçe, hep bir arayış içinde geçecek hayatımız. Yoran, sonu olmayan, ayaklarda ki nasırın, yüreğe sirayet ettiği, soruların cevabının bulanamadığı ve mutsuz kılan bir arayış. Oysa; Paul Brunton’un (Gizli yol’un yazarı) dediği gibi: ‘’Zihnin kapısını bir kez aralar ve ışığın içeri girmesine izin verirsek, yaşamın anlamı bize sessiz bir şekilde açıklanacaktır. Kapı bir dakika ya da bir saat için açık olabilir ama o süre zarfında sırları keşfederiz. Ve ne zaman, ne de herhangi bir acı o paha biçilmez bilgiyi bizden alamaz. Kendi benliğimizin kapısından gizlice bakan bizler şaşkına döneriz. Kendimizin ne anlama geldiği belli olmayan ihtimallerine şaşırırız. İnsanoğlunun, sonsuz bir bilgelik kapasitesi ve ürkütücü bir mutluluk kaynağı vardır’’
Okudukça; tüm fazlalıklardan sıyrılarak, çırılçıplak, seni var eden aşka ulaşacaksın. Irmağın kenarına oturup, suyun sesini dinlemeye başla. Yeryüzüne düşen damla gibi adeta, onun bir parçası olduğunu anlayacaksın. Sus ve sadece dinle. Irmağın sesi, sana tüm soruların cevabını verecek. Tüm kaygıların, ırmağın suyuna karışıp akacak, senden uzaklaşacak. Kalp atsa da zaman akmayacak. Ne kum saati içinde akmakta olan kum, ne de dönüp duran akreple yelkovan, seni bağlayamayacak. Hepsi anlamını kaybedecek. Okudukça kendine yönelecek, kendi içinde yürüyeceksin. Düşün toprağında renk renk çiçekler açacak. Düşün coğrafyan gökyüzü, yürek coğrafyan ise yeryüzüdür adeta. Tıpkı deniz nasıl gökyüzünün yanılsaması ise, yürek coğrafyan da, düşün coğrafyanın yanılsamasıdır. Gözler pencere misalidir, düşünceler görür aslında. Düşüncelerin güzelleştikçe, güzel görmeye başlayacaksın. Kendini fark ettiğin için farkındalığın artacak. Çevrene daha duyarlı olacak, evreni farklı okuyacaksın. Ötekileştirdiğin şeylerin aslında senden bir farkı olmadığını, birilerini yok saydıkça, dünyanın yarım kaldığını göreceksin.
‘’Cahil kişi, elin bir bütün olarak hareketini değil, parmakların birbirinden farklılığını görür’’ [Ahmet Yesevi] Bu evrenin bir parçası olma bilinciyle hareket eden kişi asla, diğer parçasına zarar veremeyecektir. Bu bilince ulaşa bilmek adına okumaya ihtiyacımız var. Bilinç kapımızı aralamaya ve içeriye ışık sızmasına ihtiyacımız var. Yoksa o kör karanlığın esiri olur, Bize ait olmayan bir yolda, yalancı bir ışığın peşinde başkalarının yalancı aydınlığının peşi sıra gideriz. Sormadan sorgulamadan aklın süzgecinden geçenler, bize ileride hayatı dar edecek olanlardır. Bu sorgulamayı yapabilmek adına okumaya ihtiyacımız var. Çünkü; Tyan’lı Apollonios’a atfedilen “Yaradılış’ın Sırrı Kitabı” nda bahsettiği ‘’Zümrüt Tablet’’ bölümünün giriş kısmında, karanlık tünelde yol alamayan, esen rüzgârdan dolayı ateş yakamayan Apollonius’a, Tanrının; ‘’ışığını şeffaf bir kabın içine koy, böylece rüzgârdan korunmuş olacaktır. Ve seni karanlıkta aydınlatacaktır’’ diye seslenişinden bahseder. Tıpkı ışığın şeffaf bır kaba konulması gibi, insanın da yaratılışı da; ışığın, bir bedene konulmasıyla olmuştur. İçinde var olduğun toplumun, adet, gelenek ve göreneklerine düşünmeden, sorgulamadan körü körüne bağlı kaldığın, yeni bakış açılarına, bilimsel gelişmelere kapalı yaşadığın, içinde bulunduğun çağdan koptuğun zaman, beden denilen şeffaf kap islenecek, kararacak, içindeki ışığı boğacak, o bedenin sahibine yol gösteremeyecek ve kendi karanlığında boğarak hem kendine, hem de çevresine zarar vermeye başlayacaktır.
Çağdaş kimyanın babası olarak kabul edilen, Nobel ödüllü Fransız kimyacı Laurent de Lavoisier (1743-1794) 51 yaşında giyotinle ölüme mahkum edilmişti. Celladını beklerken kitap okuyordu. Cellat o’nu giyotine götürmek için yanına geldiğinde ise Lavoisier; okumakta olduğu kitabın arasına ayıraç koyarak ölüme yürümüştü. O’nun ve onun gibi nice, yaşadığımız güne ışık veren, bize yürünesi yol ve yeni ufuklar açan aydın ve düşünürlerin, ayıraç koyduğu yerden biz devam etmeliyiz. Daha güzel, daha yaşanası bir dünya adına okumalı, o bilinçle de yeni ufuklara kapı aralamalıyız.
Hadi bir kitap al eline ve izin ver seni yeni baştan var etmesine…
YORUMLAR
Konunun “okumak” olduğunu gördüğümde, neredeyse okumaktan vazgeçiyordum yazıyı:)
Bu kadar genel, bu kadar çok işlenen, çok dillendirilen bir konunun; bu derece akıcı, renkli, zorlamayan-teşvik eden bir tarzda ve pürüzsüz bir imla ile yazılabileceği aklıma gelmemişti çünkü.
Tıpkı sizin söylediğiniz gibi “odanın duvarlarını yıkan” bir romanı okurken aldığım keyfi aldım yazdıklarınızdan.
Kutluyorum saygıyla...