- 590 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
BİR HALKIN DÜŞLERİNİN ÖLÜMÜ
Yıl 1973.
Her yıl olduğu gibi o yıl da Oscar ödülleri dağıtılacak.
O yıl ‘’ Goodfather’’ ( Baba ) Filmindeki muhteşem oyunculuğu ile Marlon Brando, en iyi erkek oyuncu dalında Oscar ödülüne layık görülmüş. Herkes merakla onun sahneye çıkıp ödülünü almasını beklerken sahneye Kızılderili geleneksel kıyafetleri içinde Kızılderili bir kız çıkıyor Oscar ödülünü Marlon Brando adına almak için.
Evet, adı Sacheen Litlefeather olan olan Kızılderili kız sahneye çıkıyor ama ödülü almıyor. Yani Marlon Brando, Oscar ödülünü almayı reddetmiştir.
Bir Apaçi Kızılderilisi olan Sacheen Litlefeather, sahnede Marlon Brando’nun hazırlayıp kendisine verdiği yazıyı okuyor. O yazıda aynen şöyle denmektedir:
"200 yıl boyunca toprağı, yaşamı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan yerli halka şöyle dedik: ’İndir silahını arkadaş, gel beraber oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş, barıştan söz ederiz senle, anlaşırız senin hayrına.’
Silahlarını indirdiklerinde ise onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkûm ettik, ki hiçbir zaman sadık kalmadığımız ve adına antlaşma dediğimiz o kağıtları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayabileceği kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük ve tarihi nasıl yorumlarsanız yorumlayın, ne kadar çarpıtırsanız çarpıtın, biz doğru davranmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de antlaşmalarımıza sadık kalmak.. çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gasp etme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu. Onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.
Fakat bu sapkınlığın ulaşamayacağı bir şey var, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun tarih bizi yargılayacaktır ama umurumuzda mı? Bu nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki, tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar taahhütlerimizi yerine getirdiğimizi haykırırız da, tarihin tüm sayfaları ve Amerikan yerlilerinin son 100 yıl boyunca geçirdiği tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam tersini söyler.
Görülen o ki, bu bizim ülkede ‘komşunu sev’ ilkesi ve bu ilkeye saygı artık işlemez hâle gelmiş ve tüm yaptığımız, gücümüzle yapmayı başarabildiğimiz ancak ve ancak, dost da olsa düşman da, yeni doğan ülkelerin umutlarını yok edecek şekilde onlara bizim insancıl, uygar olmadığımızı ve sözümüzü tutmadığımızı göstermek olmuştur.
Belki de şu anda kendi kendinize, ’Hay aksi şimdi bunun akademi ödülleri ile ne ilgisi var canım!’ diyorsunuz. ’Bu kadın burada ne arıyor, hem akşamımızı berbat etti, hem de bizi ilgilendirmeyen konularla yaşamlarımıza girdi, üstelik umurumuzda bile değil. Zamanımızı ve paramızı harcadığı gibi bir de evlerimize istemeden girdi.’
Sanırım bu sorulmamış soruların cevabı, sinema dünyasının da en az diğerleri kadar yerlileri küçük düşürmekle, onları vahşi, düşmanca ve kötü göstererek karakterleriyle alay etmekle sorumlu olmasında yatıyor. Bu dünya çocukların büyümesi için zaten yeteri kadar zor. Yerli çocuğu televizyon izlerken film de izler ve soyunu filmlerde anlatıldığı gibi görünce o zihinlerin nasıl zedelendiğini bilmemiz mümkün değildir.
Geçenlerde bu durumu düzeltecek birkaç sendeleyen adım atıldı, ancak çok az ve çok aksak.. Öyle ki, bu mesleğin bir üyesi olarak, bir Birleşik Devletler yurttaşı olarak bu gece bu ödülü kabul etmek içimden gelsin. Öyle düşünüyorum ki bu ülkede şu anda ödül almak ya da vermek, Amerikan yerlilerinin durumları önemli oranda düzeltilmediği sürece uygun değildir. Eğer kardeşimizden sorumlu olamıyorsak en azından celladı olmayalım. Bu gece doğrudan sizinle konuşuyor olabilirdim ancak YARALI DİZ’e (wounded knee) gidip, ırmaklar aktıkça ve otlar büyüdükçe onursuz kalmaya devam edecek bir barışın kurulmasını engelleyebilmek için elimden gelen yardımı yapmakla daha yararlı olabileceğimi hissettim.
Ümit ederim ki şu anda dinleyenler bunu kabalık olarak addetmez de, yaşayan hafızanın ötesinden beri yaşamlarını destekleyen bu toprakların üzerinde tüm insanların özgür ve bağımsız kalma hakkı olduğuna inandığımızı söylemeye hakkımız olup olmadığı gibi önemli bir konuda dikkati çekmek için yapılmış samimi bir çaba olarak görürler. Bayan Littlefeather’a gösterdiğiniz incelik ve nezâket için teşekkür ederim. Hepinize teşekkür ederim ve iyi geceler dilerim."
Evet, Marlon Brando bir şeylere dikkat çekiyordu ve hazırlayıp Sacheen Litlefeather’a verdiği kağıtta yazılı olan ‘’YARALI DİZ’’ aslında Amerika’nın ve Amerikalıların halı altına süpürüp hafızalarından sildikleri çok büyük bir utanç kaynağıydı.
Peki neydi Yaralı Diz?
Yaralı Diz olayının ne olduğunu anlamak için öncelikle büyük Kızılderili reisi Oturan Boğa’yı ( Sitting Bull/ Ya da Tatanka İyotake) tanımamız lazım.
Bizlerin bile iri yarı olup fazla hareketsiz insanlarla dalga geçmek için kullandığımız ‘’Oturan Boğa’’ lakabı aslında 1831 yılında dünyaya gelmiş, Siyu Kızılderililerin Lakota grubundan Hunkpapa kolunun reisi Oturan Boğa’nın adıydı.
Kabilesine reis olduktan sonra hayatının önemli bir bölümünü Amerikalılarla savaşarak geçirdi. Hatta 27 Haziran 1876 da 7. Amerikan Süvari Birliğini yeme başarısını gösterdi ama idaresindeki 3500 savaşçı ile Amerikan ordusunu imha etmesi mümkün olmadığı için ailesini ve çocuklarını korumak amacıyla Kanada’ya çekildi.
1881 de Montana’da bir Amerikan birliğine saldırdı ama bu sefer yakalandı. Amerika normal şartlarda onu idam ederdi fakat idamdan da beter bir duruma sokmayı daha uygun gördü.
Oturan Boğa 1881 yılından 1890 yılına kadar artık Vahşi Batı Sirkinin insanları eğlendiren bir soytarısı idi. Amerikalılar akın akın sirke geliyorlar ve bu acayip(!) canlıyı seyredip gülüp eğleniyorlardı. Böylece Kızılderililerin ne kadar vahşi(!) işe yaramaz(!) insan bile denemeyecek canlılar(!) olduklarını görüyorlardı. Öte taraftan Amerika, Oturan Boğa’yı maskara bir maymuna döndürerek Kızılderililerin direniş umutlarını da söndüreceğini hesap etmişti. Öyle ya en büyük şeflerinden Oturan Boğa bile Amerikan sirklerinde insanları eğlendiren sefil bir mahluka dönmüşse kim Kızılderililere önderlik edecek de Amerikan vahşetine karşı mücadele edilecekti?
Oysa Oturan Boğa bir zamanlar bakın neler diyordu?
" Dünya güneşi kucakladı ve biz bu sevginin sonuçlarını görüyoruz, şimdi biz yoksuluz ama özgürüz. Adımlarımızı beyaz adam kontrol edemez ve eğer bizler öleceksek, doğrularımızla öleceğiz.
Bana hırsız diyorlar, oysa topraklarımızı ve zenginliklerimizi hangi beyaz adam ’çalmadım’ diyebilir? Kim bana aç gelip de tok dönmedi?
Ben hangi kanunu çiğnedim? Hangi beyaz kadın benim tarafımdan esir alındı veya hakarete uğradı? Kim benim eşimi ya da çocuklarımı dövdüğümü gördü?
Kendime ait olanları seviyor olmam yanlış mı? Babamın yaşadığı yerde Siyu olarak doğdum, halkım ve topraklarım uğruna ölebileceğim için mi bana vahşi diyorlar.
Sahip olma arzusu, Beyazlarda bir hastalık olmuş. Beyaz adamlar, sadece zenginlerin bozabileceği birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için fakirler ile güçsüzlerden vergiler alıyorlar.
Bizim annemizin, yani toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar; toprağı binalarıyla ve diğer süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Beyaz adamlar, baharda yatağından taşarak, yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor.
Kartallar kartaldır, karga gibi olamazlar.’’
Oturan Boğa ‘’ Kartallar kartaldır, karga gibi olamaz’’ Demişti ama 1890 yılına geldiğimizde o görüntü olarak bir kartaldan daha çok kargaya benziyordu. Ama işin aslı farklıydı ve Oturan Boğa çok haklıydı; Kartallar kartaldı. Karga gibi olamazlardı.
1889 Yılında Kızılderililer arasında bir kurtarıcının gelip kendilerini topraklarını ellerinden alan bu zalimlerden kurtaracağı inancı yaygınlaşmaya başlamıştı birden bire. Bu inancı kim yayıyordu, nereden çıkmıştı bu inanç, Amerikalılar anlayamıyordu.Artık Kızılderililer sık sık adına ‘’ Hayalet Dansı( Circle of the Life ) ‘’ adı verilen bir dans yaparak bu inançlarını pekiştiriyorlardı.
ABD Hükumeti, Hayalet Dansını yasaklasa da Kızılderililerin her yerde, her ortamda bu dansı yapmaları fena halde canlarını sıkmaya başlamıştı. Her ne kadar bu dans gösterilerinde Kızılderililerde tek bir silah görülmese bile bir dans ABD yi tedirgin etmiş, böyle bir dansı kendileri için tehdit olarak görmeye başlamışlardı. İyi de bu hareketin arkasında kim vardı?
Yaptıkları araştırmalar Hayalet Dansının arkasındaki isim olarak Oturan Boğa’yı işaret ediyordu. Büyük bir polis ekibiyle Oturan Boğa’nın yaşadığı evi kuşattılar. İşte o anda da sirklerde insanları eğlendiren bu palyaçonun nasıl bir kartala dönüştüğünü gördüler.
Oturan Boğa 15 Aralık 1890 da pek çoğu maalesef ABD hizmetine girmiş Kızılderili soydaşları olan ABD polisiyle kıyasıya bir savaşın içine girdi tek başına. Sonunda vurularak öldürüldü ama yorgan gitmiş kavga bitmiş değildi daha.
Oturan Boğa’nın bıraktığı yerden mücadeleyi Koca Ayak ve Kızıl Bulut gibi Kızılderili reisleri devraldı. Oturan Boğa mı başlatmıştı bilinmez ama ‘’ Hayalet Dansı ‘’ Devam ediyordu.
Oturan Boğa’nın öldürülmesinden sonra ABD Hükumeti Koca Ayak’ın peşinde düştü ve onun hükumet kuvvetlerine teslim olmasını istedi. Koca Ayak ise dostu Kızıl Bulut’un yanına gitmek için kabilesini topladı ve yola çıktı.
ABD asker ve polisi Koca Ayak ve kabilesini Yaralı Diz vadisi denen bir yerde kıstırdı ve 29 Aralık 1890 da 62 si kadın ve çocuk olmak üzere 153 kişiyi orada katletti. Hayatta kalanlar da bastıran şiddetli tipi nedeniyle donarak öldüler. [*]
Yaralı Diz Katliamı, öldürülen insan sayısına bakıldığında belki de bir soykırım değildi ancak Kızılderililer ile ABD arasındaki son savaş olan bu savaş öncesinde Amerikalılar yaklaşık olarak 200 sene içinde ve yine yaklaşık olarak 70 Milyon Kızılderili katletmişlerdi.
Bugün Amerika’nın asıl sahibi olan Kızılderililerin toplam sayıları ancak 5 milyon civarındaymış.
Yazıyı Yaralı Diz Katliamını yaşayan iki Kızılderilinin daha sonraki anılarından pasajlarla noktalayalım:
Katliamı yaşayanlardan biri olan Gelincik Louise katliamı şu sözleriyle anlatır: "Kaçmaya çalıştık. Ama yaban sığırı gibi bir bir vurdular bizi. Beyazların içinde de iyi insanlar bulunduğunu biliyorum, ama kadınları ve çocukları da vurduklarına bakılırsa askerler çok kötü insanlar olmalı. Kızılderili askerler beyaz çocuklara asla böyle yapmazlardı."
Katliamı yaşayan şaman Kara Geyik katliamı şu sözleriyle özetler:
"O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada...”
.....................................
[*] 1890 lı yıllarda Ermeniler Osmanlı Devletine karşı en şiddetli isyanlarını yapmaktaydılar. Peki bu isyanların arkasında hangi devlet vardı dersiniz? 5. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi( Maalesef birden fazla resim paylaşamadığım için sizler göremiyorsunuz o resmi ) Erzurum ilimizde bir konsolosluk açmış olan ABD...Düşünmek lazım: ABD nin Erzurum’da – Ermenileri ayaklandırmak dışında- bir konsolosluk açmak için başka bir sebepleri olabilir mi?
Ve o yıllarda bir taraftan Kızılderilileri yok ederken bir taraftan ülkemizdeki Ermenileri ayaklandırarak çıkan isyanlarda pek çok Türk ve Ermeni’nin ölmesine sebep olan ABD, bugün bizi Ermeni soykırımıyla suçluyor.
FOTOĞRAF: Oturan Boğa
YORUMLAR
Bizlerde de yıllar yılı teksas tommiks gibi yabancı menşeli çizgi romanlarda Kızılderililerin beyazlara yaptığı zulüm yalanını okuduk. Nasıl bir algı yanılması yaratıyorlar ki bizlerde sorgusuz sualsiz yalanlara ortak oluyoruz. Yazıklar olsun bu zulme çanak tutanlar ve sebep olanlara. Sam Amca kendine baksın, birilerini Senatolarında soy kırımla suçlamadan önce... Dünya rekoru bile kırarlar iki yüz yıllık devlet geçmişleri olduğu halde... Manidar bir yazıydı kutlarım Sami Hocamı...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Kıymetli Hocam. Dünyanın farklı bölgelerinden biraraya gelmiş hırsız, tecavüzcü,soyguncu ve hain katillerden oluşan halk yapısının kurduğu devletten başka bir şey beklemek büyük yanılgı olurdu. Amerikan emperyalizmi dünyanın başına bela olmuş vahşi bir oluşumdur.
Oldum olası zalimlerden ve hainlerden nefret eder ve çok tehlikeli bulurum. Ama dahatelikelisinin zalim ve hain olduğunu bildiği halde bu tür oluşumlara hayranlık duyan insanlar olduğunu düşünürüm.
O yapılar ve onların işbirlikçileri Türk'ün şanlı tarihine kurban olsunlar.
Rabbim,ne ülkemizde nede dünyada zalim ve hainlere fırsat vermesin.
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.