- 713 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Sulanat’ta
Hemen söyleyeyim Sulanat benim doğduğum kır evimizdeki mahallemizin adı. Mahalle dediysem birçok ailenin oturduğu birim anlaşılmasın. Sürekli oturan iki aile ve iki de amcalarımın merek(samanlık), komdan(küçükbaş hayvan barınağı) oluşuyordu dağların dibinde bir küçük mahallecik. Mahallemiz köyümüzden ortalama 2 km uzaklıktadır. Evimizin az ilerisinde minicik bir deremiz tatlı şırıltısıyla müzik zevkimizi tatmin eder. Derenin ilerisinde ahlat ve çam ağaçlarıyla kaplı Küçük Meşe’miz var. Küçük Meşe oldukça düz bir arazi parçasının adıdır.
Ve Küçük Meşe’mizin ilerisindeki yamaç bir orman denizidir; kudretten büyüyen köknar ve çam ağaçlarıyla kaplı. İlkbaharlarda ormandan gelen kuş sesleriyle uyanırdık. Uyku baldan tatlıdır derler. Köy çocukları için yetesiye ne balı ne de uykuyu tattık yetesiye. 7’den 70’e herkese bir iş vardır köy yerinde. Erkenden uyandırılırız sabahın ilk saatlerinde. Çeşmeden su almak mı, ahır temizliği mi daha neler neler! Mevsim ilkbahar ya da sonbaharsa okul saatine kadar evimizin köy tarafındaki çayırlarda koyunları otlatırdık. Çoban kahvaltı yapıncaya kadar biz çocuklar sorumluyduk koyun sürüsünden.
Kısa kış günlerinde erkenden kahvaltı yapar okulun yolunu tutardık erkek kardeşimle. Mahallemiz rakımı ucu ucuna tam 1500 metredir. Bulutlara komşu bir yurt köşesi, kasımda başlar bizde kar yağmaya. Mart sonuna kadar doğamız karla örtülüdür.
Evimizin karşısından Şavşat-Ardahan Karayolu geçer. Bu yol 2500 metre yüksekliğe yaklaşan Sahara Dağı üzerinden Ardahan köylerine ulaşır. Daha sonbaharın son günlerinde karayolu kardan kapanır. Motorlu araçları ancak mayıs ayı sonlarında yolda görebilirdik. Uzun kış boyu ilçemizin köylerinden Ardahan gidenler ya da Ardahan’dan Şavşat köylerine yolculuk yapanlar yayan olarak dağı aşarlardı.
Sahara Dağı’nın bed dualı olduğuna inanılırdı. Dağ her kış bir kurban alırdı. “Sahara ’da bir kişi boğulmuş!” Haberi kısa sürede köylerde konuşulan en önemli haber olurdu. Yolcu dondu denmezdi, boğulmuş derlerdi. Donanlar üzerine ağıtlar yakılır. Keşkeler havada uçuşurdu! Madem hava bozuktu. Dağda sis vardı! Adam tek başına niçin yola çıkmış! Rüzgâr hızını artırıyordu madem, yolcu keşke geri dönseymiş! Sonunda hüküm verilirdi! Kaderden kaçılmaz (!) Oysa Allah insanlara akıl, irade vermiş. Bozuk havada aşılmaz dağları aşmaya karar verir iradeni o yolda kullanırsan sonucunda suçu kadere yüklemenin gerçekçi bir açıklaması olamaz…
Okuldan eve dönerken daha evimizi uzaktan görünce çatıda iki ayrı duman yükseliyorsa gökyüzüne, demek ki, konuğumuz vardı. Ocaklı (şömine) evde soba yanardı her gün. İkinci duman konuk odasının sobasından yükselirdi. Konuk olduğunda, eve girince önce çantamızı bir tarafa bırakır, merakla konuk odasına geçerdik. Acaba nasıl insanlar yeni konuklarımız diye garip bir merak içinde olurduk. Önde ben arkamdan kardeşim konuğa hoş geldin der, elini öperdik. Biraz sonra da ailece oturduğumuz odaya geçerdik.
Akşam yemeği faslı biter, yine konukların yanına gider onların babamla yaptıkları sohbetleri dinlerdik ilgiyle. Boş solüsyon tenekesinden bir kumbaramız vardı. Biraz da utanarak konukların önüne sürerdik kumbaramızı. Şansa ne gelirse, 5-10 hatta 25 kuruş atanlar olurdu kumbaramıza. Kumbaraya atılan paranın şıngırtısından paranın miktarını hissederdik. 25 kuruşların sesi daha gür çıkardı elbette.
Konuklar hava durumuna göre birkaç gün evimizi şenlendirir. Havanın düzelmesiyle klasikleşen, “Yedik içtik, Allah bereket versin…” sözleriyle bize veda ederlerdi. Kapımız herkese açıktı. Konuk rızkını da beraber getirir derdi büyüklerimiz. Yaz aylarında da evimizde konuk eksik olmazdı.
Aradan yıllar geçti. Bir yaz mevsiminde Sulanat ’tayım. Çayır biçmelerin ortasındayız. O günlük çalışmaya son verip eve döndük. Güneş batmak üzere. Balkonda oturdum güneşin evimizin karşısındaki ormandan çekilmesini izliyorum. Bazı köylüler dirgen, tırmık omuzlarında karayolundan köyümüze doğru yürüyordu. Konuşmalarını duyabiliyordum. Bir adam çayırdan dönen kadınlara sordu:
“Karşıdaki evin sahibinin adı nedir?” Kadın babamın adını söyledi. Az sonra iki adam kapımıza geldi.
“Ali Ağa, bu geceyi sizde geçirmek istiyoruz, konuk kabul eder misiniz?” Babam adamları buyur etti. İlginçtir, adamın birisinin kolunda bir atmaca vardı. Konuk odasına girince atmacayı yemek masasının üstüne bıraktı. Hayvan gayet mağrur bir tavırla sessizce bırakılan yere tünedi. Kuşun sakin halinden, hayvan terbiye edilmiş zannettim. Adam anlatmaya başladı. Zaten şiveleri kendilerini ele veriyordu. Rizeliydi konuklarımız.
“ Rize’den Ardahan’a gidiyoruz kamyonla. Arabayı ileride bıraktık. Tahminen öğleydi. Yavuzköy’den geçerken havada şu atmacayı gördük. Ve arabayı kenara çekip bıraktık. Kuşu takip ettik. Sizin evin karşısındaki ormanın yukarısındaki sırtı aştık kuşun peşinden. Atmaca yakalama düzeneğimiz, bir serçe kuşu ve ağ elbette bizimle bileydi…” Hayret ve ilgiyle Rizeliyi dinliyorduk.
“ Nihayet ta aşağılarda çam ormanını kenarında atmaca tuzağımıza yakalandı. Rize’ye döndüğümüzde bayram edeceğiz… Yarın Ardahan’a gidip kasaplık hayvanları arabaya koyduğumuz gibi hemen Rize’ye döneceğiz…”
Söylenecek söz yoktu. Akşam yemeği, kırtlama çay derken uykunun kollarına bıraktık kendimizi. Uzun sıcak günde tırpanla çalışmak yorucudur. Sabahleyin konuklar kahvaltı yapmadan kamyonlarının yanına gittiler. Zaten Ardahan’a bir saatten erken varırlardı. Güneş ufuktan yüzümüze gülmeye başlamıştı. Kahvaltıya kadar serinde ne kadar çok çayır biçersek kardır diye çayıra yöneldik.
Evet, köylerimizde geçen yıllarda konukseverlik vardı. İnsanlar Allah rızası için kapılarını çalanları geri göndermezdi. Rahmetli annem, “Her geceyi kadir bil, her geleni Hıdır bil…” derdi. Annem-babam ve daha eskilerimiz kelimelerle anlatılamayacak düzeyde hoşgörülü, konuksever insanlardı.
Günümüzde köylerimiz o eski köyler değil artık. İnsanlar büyük kentlere göç etti. Okullar kapandı. Kuşaklar arasında bağlar koptu. İnsanımız doğduğu yerde değil doyduğu yerde yaşıyor artık Yaşlılar gençleri gençler yaşlıları tanımıyor haliyle. Çayırda-tarlada, bağda-bahçede karşılıksız yardımlaşmalar konukseverlik… benzeri güzel gelenek ve görenekler yıl yıl erozyona uğradı…
YORUMLAR
Allah ın selam ve rahmeti bereketi inananların ve sizin de üzerinize olsun değerli Öğretmenim İBRAHİM YILMAZ BEY,
Çocukluğunuzun geçtiği büyüdüğünüz yeri öyle güzel anlatmışsınız ki Sulanat yazısını görmesem aynı benim dedemin benim de kısmen büyüdüğüm belde derdim..
Orman içinde tertemiz hava su ile herşeyin doğal olduğu yerler çok güzeller.
İnsanlar önceleri çok misafir perver ve daha tutkundular birbirlerine.
En son tatile gittiğimizde iki gün kalabildim orda.
Çocuk hasta oldu acil dönüş yaptık sabimi hastahaneye yatırmıştık..
Çok rahmet yağışı vardı kuzenlerim konuk olduğumuz yere gelmişlerdi hiçbirine ziyaret edemedim .
Daima rahmetle andığım dedem babaannem,amcalarımın kabrini dahi ziyaret edememiştim.
Herşey nasiple ama her daim dualarımdalar.
Dedemle aynı çatı altında yaşardık amcalarım yakındalardı kuzenlerim günlük telaşlar gün nasıl geçti anlaşılmazdı tatlı yorgunluk kalırdı..Bana yıllar öncesini hatırlattı yazınız dün okudum yazınızı doktor randevum vardı cevap yazamamıştım..
Siz yazın kaleminiz daim olsun.Sıhatiniz de daim olsun..Ben kız kardeşiniz sizi yazınızla tanıdım daimde dualarımdasınız tüm din kardeşlerim,milletime vatanıma daima dua ediyorum..
Allah a emanet olun...Sidney den selamlar dua ile.
İBRAHİM YILMAZ
Allah sizden ve cümlemizden razı olsun.
Yazılarınızı okurken kendimi doğduğum topraklarda duru sularının sesini, serin serin esen rüzgârların dinlerken ve candan akraba ve dostlarımın arasında hissediyorum.
İçtenlikle yazdığınız kutsal dinimizle ilgili dua ve iyi dileklerle bezeli yazılarınızla beni çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda yaşadığım o unutulmaz dini bayramların ruhuma nakşedilen ulvi duyguların unutulmaz hazzını yeniden yaşatıyorsunuz. Ne güzeldi o yıllar. insanlar arasında katıksız, yalan ve riyasız ilişkiler vardı.
dilerim ulusça aynı güzellikleri yeniden yaşamayı yüce rabb'ım bizere nasip eder.
Öğretmenim yaşadığınız yerlerle ilgili üç büyük roman okudum Çöl'dü birisinin adı. Diğeri Vos diye bir kitaptı. o kitaplar yeni kıtanın, adanın içlerine yapılan keşifleri anlatıyordu.
Siz anayurda çok uzaklarda yaşıyorsunuz. gurbetin tam göbeğinde. ne mutlu size çok sağlam bir ipe Allah'ın ipine sarılmışsınız. Benim de dualarımı sizlere tüm İslâm ve insanlık âleminein huzur, barışı için niyaz ediyorum
başınızı ağırtmayayım. Soylu gönlünüze aile bireylerinize ve Sidney'e selamlar.
Değerli İbrahim Yılmaz Hocam !
Kaleme aldığınız her yazıda, coğrafi farklılık olmasına rağmen, o kadar çok ortak yanımızın olması zannedersem bir tesadüf olmamalı.
Bizim köyümüz de küçük küçük mahallelerden oluşur. Hatta İstanbul gibi 7 tepeye kurulu espri bile yapılırdı.
Şimdi İstanbul 7 tepeye sığmıyor. Kocaeli'yle birleşti. Bizim evimizin önünde de bir oda vardı. Yolda kalanlar oraya gelir, misafir edilirdi.
Şimdi bizim oralarda o güzellikler bitti. Rahmetli Demirel bir zamanlar şehirde ne varsa köyde de o olacak demişti.
Gerçi köyümüz şehirleşmedi ama ulaşım sorun olmaktan çıkınca, tanrı misafirliği de bitti. Güçlü kaleminizle bize de geçmişimizi yaşattınız.
Yürekten kutluyorum.
Saygılarımla.
İBRAHİM YILMAZ
Yüz yüze görüşemezsek bile seslerle, kelime ve cümlelerle anlaşıyoruz . Benim için mutluluk kaynağı bu durum. Kalbinizin sıcaklığını yazdığınız her kelimede hissediyorum.
Bu toprakların öyle bir özelliği var. kardeşiz bu güzel ülkede, kardeş gibi yaşamak adına bir engel yok. yeter ki, siyasiler yukardan nefret dili üflemeler gün gün.
Umar ve diliyorum halkımız yetesiye aydınlanma yaşayacak. Laikliği içselleştirecek. ve güzel günler görecek gelecek kuşaklar.
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.
O köy yaşamı ve insanlar ne kadar güzeldi yaşananlar. Zaten bizim Karadeniz insanının hamurunda vardır iyilik ve konukseverlik. Tanrı Misafiridir bizim kapımızı çalan her kimse gündüz ya da gece, hep öyle bakarız biz. Şimdilerde dediğiniz gibi köylerde insan da kalmadı, ekip biçende, tavuk, horoz, koyun kuzu da... Oysa ki ''Köylü Milletin efendisidir.'' dememiş miydi Gazi M. Kemal Atatürk, köylü üretmeden şehirli yaşaya bilir mi? Kutluyorum yürekten sıcacık dolu dolu bir yazıydı buram buram memleket kokan...
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.
“Her geceyi kadir bil, her geleni Hıdır bil,,
Evet efendim günümüzde gelde kapını aç Tanrı misafirlerine, eskiden hayatlar ne kadar güzel vede güvenilir insanlar varmış. Şimdi arkandan yürüyen insandan korkar oluyorsun neyin nesidir diye maalesef
Öyle güzel ve okuru bunaltmayan bir anlatımınız varki, sayfanızın bitmesini istemiyor insan. Yaşıyoruz adete sayfanızda, Şavşat 'ı çok merak ediyorum günün birinde kısmetse bir Tanrı misafiride ben olacağım. Karadeniz ilimizi görmedim sadece bir gece Samsun ilimize gelmiştik ve sabahı döndük .
Saygıdeğer öğretmenimiz sizin yetiştrdiğiniz öğrencileriniz çok şanslı , öyle detaylı anlatımınız varki bilgi kaynağısınız inanın ...
Kutluyorum efendim...
Sonsuz Saygılarımla...
İBRAHİM YILMAZ
yazma eylemi benim için maalesef geç başlamış bir eylem. çala kalem gidiyoruz. Eğer bu soylu uğraşta bir katre yol alabiliyosam sizin ve sizler gibi saygın sanat aşığı dostlarım güzel ve özgün yorumlarınıza borçluyum. bilin isterim.
Doğduğum topraklar yeşilin her tonunu barındırır. Yaşadıkça yaz mevsiminde köyümdeyim. Evimiz konuk kabul etmeye uygun. Kapımız dostlara hep açık. Buyurun...
Emeğe ve saanata saygımla esen kalın.