- 723 Okunma
- 7 Yorum
- 2 Beğeni
BUMERANG
Doğu Anadolu’nun sınırdaki şehirlerinden birinin 50-60 km uzağındaki sınır kasabasına tayininin çıktığının duyunca çok şaşırmıştı. Oysa eş tayini yaptırabilmek için yazın evlenecekken ocak sonunda alelacele evlenmişler, tayin evraklarına evlilik kaydını sokmak için acele etmişlerdi.
Evraklarını takip etmek için Ankara’ya gittiklerinde bu sonucu öğrenince donakaldı.
Acaba, diyordu içinden, eş tayin evraklarını yetiştirmeseydik, sınırın öbür tarafına mı göndereceklerdi beni(!)
Tayininin çıktığı kasabada yıllar önce büyük bir depremde tek katlı toprak evleri yıkılmış, birçok can gitmiş, tek geçim kaynakları olan hayvanların hemen hepsi telef olmuş, devlet de yıkılan sayısı kadar ev yaptırıp kasaba halkına teslim etmişti. Bu sırada rotasyonla gelecek devlet görevlilerini kimse düşünmemişti.
Annesiyle minibüsten indiklerinde, meydandaki kahvede oturan erkeklerin oyunlarını bırakıp kendilerini seyrettiklerini fark ettiler. Sokakta kadınların gezinmediği bir yerde minibüsten inen iki kadın, valizleri, giyimleri… kahvede oturanları hayrete düşürmüştü.
Caddede karşılıklı birkaç işyerinden oluşan ‘çarşı’daki dükkanlardan birine giren kadınlar, ellerindeki adresi sordular. Esnaf, şaşkın bir ifadeyle onlara bakarken çırağını kahveye gönderip birini çağırttı. Bilmedikleri dilde konuştuklarından anne – kız hiçbir şey anlamıyorlardı. Biraz sonra içeri giren erkek, çağırıldığına sinirlenmiş gibi bir ifadeyle esnafa doğru giderken kadınlara sert bir ifadeyle baktı.
Takım elbisesinin üzerinde omuzlarında taşıdığı siyah yün paltosu, kollarının hareketiyle kabarmış bir görüntü sergiliyor, yakasının iki tarafından inen beyaz kaşkol ona mafya görüntüsü veriyordu. Misafirlere farklı gelen bu görüntüsünden çok hoşnut olduğu bir sağına soluna dönerken savrulan kaşkolüne sık sık bakmasından belli oluyordu. Hem ‘dükkancı’yı dinliyor hem de bir taraftan da sinirli bir tavırla hızlı hızlı kısa, süslü bir tespihi çekiyordu.
Kadınlar, erkeklerin aralarındaki konuşmadan bu gelenin gidecekleri evdekilerle akraba olduklarını anlamışlardı.
Sonradan tır şoförü olduğunu, ve yan yana bir yıl yaşayacaklarını öğrenecekleri erkek, tek kelime konuşmadan ‘arkamdan gelin’ anlamında bir el işareti yaparak kasabanın dışına doğru, önden önden ve onlarla hiç konuşmadan yürümeye başladı. Kadınlar da valizlerini ve çantalarını yüklenerek yeni sürülmüş bir tarlanın inişli çıkışlı zeminine dikkat etmeye çalışarak adamın peşi sıra ona yetişmeye çalışıyorlardı.
Bu sırada duydukları ayak seslerinden arkalarından birkaç kişinin geldiğini anladılar. Arada bir, birkaç çocuk koşarak azıcık önlerine geçiyor, uzun uzun onları süzüyor, utanmış gibi elleriyle ağızlarını kapayarak ve başlarını omuzlarının arasına gömerek gülüp hızla arkaya kaçıyorlardı. Git gide bunu yapanların sayısı ile arkadan gelen kalabalığın arttığı ayak sesinin çoğalmasından anlaşılıyordu.
Artık evler tenhalaşmış, tek tük birkaç evi geçtikten sonra ilerde yan yana sıralanmış iki – üç ev görmüşlerdi. Erkek, evlerden birine yöneldi, kadınların anlamadığı dilden içerdekilere seslendi. Dışarı çıkan ama adamın yüzüne bakmadan konuşan kadınlar, duyduklarına inanamamış gibi gelenlere bakıyordu.
İçlerinden biri daha erken toparlanarak kadınlara el işareti ile “buyrun” dedi, sonra dönüp kalabalığa tavuk kışalar gibi hareketler yapıp yüksek sesle bir şeyler söyledi. Yerde taş varmış da ‘bir alırsam kafanızı atarım’ korkutmasıyla boş elini onlara karşı savuruyordu. Ön saflar geriledi ama kimse gitmedi!..
İçeri giren kadınlar, loş ve ağır kokulu büyük bir odaya alındılar. Yerlerde minderlerin ve arkalarında yastıkların bulunduğu bu odada başka hiçbir eşya yoktu. Misafir kadınlar bir köşeye yan yana oturdular.
O sırada dışardaki kadınlar şaşkın ve sinirli bir sesle birbirlerini dinlemeden panik içinden bağıra bağıra konuşuyorlardı. Biraz sonra içerisi ana baba günü oldu. Lehçek dedikleri örtüleri burunlarının üstünden başlarına dolanıyor, konuşurken ağız çevresindeki lehçeğin titreşiyordu. Kısa sürede her yaşta bir sürü kadın odayı doldurdu.
Aralarında fısıldaşarak konuşuyor, arada bir gelen kadınlara merakla, inanamayarak bazıları da imrenerek bakıyorlardı.
İçlerinden biri biraz sonra aksanlı bir Türkçeyle “hoş geldiniz” dedi, ve evin büyük halası olduğunu söyledi. Süreç içine onun sülalenin kadın reislerinden olduğunu öğreneceklerdi. Az sonra diğerleri de misafir kadınlarla çat pat konuşmaya başladılar.
O sırada evin erkeği Necip Bey gelmiş. Çocuk felcine yenil düşmüş ayağıyla zor yürüyen, bir devlet kadrosunda gece bekçisi de olsa sosyal farklılığı yakalamış, yapmacıksız nazik biriydi. Misafir kadınların gelmesini bekliyormuş gibi onlara büyük bir saygıyla ve çok içten davranmıştı. Konuyu evde yalnız o bildiği için anlatmaya başladı. Ev halkı ve ‘hoş geldine gelen’ler bunları ilk kez duyuyor ve şaşkın bir sessizlikle dinliyorlardı.
Ortaya çıkan gerçek şuydu: Yıllar önce yaşanan depremde abileri oranın en zenginlerinden, sazı sözü dinlenen, mallı mülklü biriyken tüm hayvanları telef olmuş, binaları yıkılmış, çok zor durumda kalmıştı. Devletin onlara tanıdığı olanaktan yararlanarak ailesiyle Marmara’ya göç etmişler, misafir kadınların apartmanındaki bir boş daireye yerleştirilmişlerdi. Aileye afet durumundakilere verilen bir maaş bağlanmış, evin kira giderlerini de devlet üstlenmişti. Buna rağmen dokuz çocuklu ailenin geçinmesi mümkün görünmüyordu.
Ailecek yeni komşuları depremzede aileye hoş geldine gittiklerinde babaları, onlara nasıl yardımcı olabileceğini sormuş, Halim Beyle eşi Hanım da yeni ortama uyum sağlayamamış bir şaşkınlıkla teşekkür ederken beden dilleri, bize yardım edin, diyordu.
Halim Bey sadece hayvancılıkla uğraştığını, başka bir iş bilmediğini, olsa olsa kasaplık yapabileceğini söyledi. Birkaç gün sonra yakın bir kasapta işe başlamıştı bile. Küçük çocuklar çevredeki okullara yazdırılmış, babaları okul giderlerini üstlenirken liseye giden evin kızı onların okul hazırlıklarını üstlenmişti. Afetzede aile sessiz ve asil bir duruşla onlara teşekkür ediyor gibiydiler.
Uzun süre misafirhanelerde kalan ailenin bütün çocukları bitlenmişti. Evin kızı gazla çocukların saçlarını tarayarak, çitileştiği için açamadığı yerleri keserek, uzunca süren bir çabadan sonra bitlerle olan savaşını kazanmıştı. Memleketlerinde çevrelerine göre çok iyi konumda olan bu aile de yavaş yavaş kendi yaşam standartlarına dönüyordu.
Aradan geçen yıllarda çocukların bazıları okumuş, bazıları meslek sahibi olmuş, devlet desteğiyle aldıkları evlerine bile çıkmışlar ama kendilerine ilk sahip çıkan komşularını hiç unutmamışlar, baba evi gibi yıllarca her bayram, ilk ziyarete maaile olarak hep oradan başlamışlardı.
Yıllar sonra evin kızı öğretmen olduğunda ilk tayini işte bu ailenin memleketine çıkmış, bunu duyan Halim Bey ve eşi Hanım, kadınların evlerine kadar gelerek onlara bu adresi vermiş, ve onları erkek kardeşlerinin evlerine göndermişlerdi. Geçen yıllar içinde babalarını kaybettiklerinden anne – kız gideceklerini bildiği içini misafirler oraya varmadan da telefon etmiş, bu yaşananları kısaca anlatarak gelecek öğretmene ve annesine sahip çıkmalarını istemişlerdi.
Sessizce konuşmaları dinleyen kadınların ifadeleri git gide değişmeye misafir kadınlara çekingen ve saygılı tavırla ikramlar sunmaya başlamışlardı.
Evlerinin bir odasında bir yıl kaldıkları bu aile ile zaman içinde çok şey paylaşmışlar, herkes bildiği dili karşısındakine öğretirken ortak ve farklı bir dil ortaya çıkmış, sağlık raporuyla memleketine dönerken arkasında yirmi bir ‘adaş’ bırakmıştı.
Gelecek, gerçekten sürprizlere gebe! Bilgisayarla tayin yapılan bir dönemde bunu isteseniz ayarlayamazsınız, ama gerçekleşmişti işte.
Hayat bir bumerang!.. Sizden çıkan her enerji size geri dönüyor… er ya da geç!..
01.12.2019 Serap IRKÖRÜCÜ
YORUMLAR
Gerçek bir öykü; yaşadığınız... Öykü boyunca yaşanılanlara şahit olmak yerine öykünün kahramanı ve O’nun gözünden diğer kahramanları ve yaşanılanları yaşadım.
Sizin öykü diliniz okuru direk anlatılanın içine çekiyor. Sizle beraber her anı sizin hissettiğiniz gibi yaşıyoruz okur olarak...
Çok ilginç bir hayat hikayeniz ve o hikayeyi hep farklı yönleriyle anlatıyorsunuz. Bir gün Mit; bir gün öğrencisinin hayatına dokunan öğretmen, bir gün istese de bir şey yapamadığı öğrencisiyle yıllar sonra karşılaşan öğretmen...
Sanırım anlatımınızın büyüsü alçak gönüllülüğünüz olsa gerek. Samimi ve içten.
Ya gözlem gücü... Ayrıntılar ve kahramanların hayatına dokunurken onlar gibi yaşama ve çok iyi empati kurma...
Ankara’da görev yaparken bir acemi asker yıllardır bulamadı annesi İÇİN devreye girmiş; bulması İÇİN gerek dilekçe gerek yönlendirme gerekse izin konusunda gerçekten çok fazla yardımcı olmuş, olay neticelenmeden askerin acemi eğitimi bittiği için usta birliğine/ esas kıtasına gitmiş ve ben de merak etmiştim acaba annesini buldu mu diye???
Aylar sonra Diyarbakır/Devegeçidi’ne tayinim çıktı. Tugay’a... İşin ilginci beni ilk karşılayan O asker olmuştu beni ve annesini bulmuş. Öykünüz çok farklı olsa da öz’de bu olayı anımsattı. Bir de meşhur; eşimin her hatırlayışta güldüğü siyah Bond çanta hikayesi var ama onu başka bir öykünüzde anlatayım...
saygılarımla Serap Hocam
Serap IRKÖRÜCÜ
Yaşananların aktarımındaki gerçeklik ( kendi adımadır bu saptamalarım) daha güçlü olabilir gerçekten. Bütün duygular için gereçrli olduğunu düşünüyorum bunun. Var saymakla yaşamak bana göre aynı değil... Aşkta da, hüzünde de , acıda da, ayrılıkta da!.. :((
Evet ilginç olduğu fikrinize katılıyorum Ersin Bey... ya da bana sıradan gelenlerin sizlere ilginç geldiği fikrinize...
Estağfurullah!.. Sıradan olmayı becerebilmektir en büyk meziyet... Bunu başarabildimse çok sevinirim.
İşte benzerini siz de yaşamışsınız... O yürek rahatlığını anlatmanın sözcüğü yok gerçekten. sadece yaşamak gerekir, o kadar!... Yreğinize sağlık... Ömürleri boyunca sizi anacaklardır.
Geçenlerde çok yakınlarını kaybettikleri duyduğum için taziyeye aradım. Benim aramama sevinmekten acılarını unuttular inanın. Seslerindeki o coşku ve samimiyet o kadar net yaşıyordu ki... çok etkilendim. Bir önce aradığımda benden sonra 21 annenin kızına Serap adını koyduğunu söylemişti. "Şimdi artık hemen her evde bir Serap var hocanım. Onlar seni hiç görmediler, ama bizden duyarak seninle iligili çok şey öğrendiler, yine de seni çok merak ediyorlar. Allah hakkı için bi gel de bu garibanlar da seni görsünler!.." dedi.. Ağlayacaktım inanın!..
Anılarım depreşti...
Emeğinize ve yazımı irdeleyen yorumunuza çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Sevgili Serap Hanım, duru ve anlaşılır bir anlatımın bizi getirdiği noktada, son, bu kısa denemede de olduğu gibi, bize bir bumerang gülümsemesi ve rahatlama, huzur bahşediyor.. Yüreğinize ve kaleminize sağlık... Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Yaşananları anlattığı için deneme diyemeyeceğimiz yazımla ilgili çıkarımınıza teşekkür ederim.
Sevgilerimle.
mimoza2023
Çok güzel Hocam.
Olayı yaşattınız resmen. Ne güzel bir anlatım VAROLun..
Selam ve saygılar Hocam..
Serap IRKÖRÜCÜ
Saygılarımla.
Serap öğretmenim Bu resmi birden çok görmüştüm.
Öyle bir resim sizmişsiniz ki, çağın en gelişmiş
fotoğraf marinasıyla çekilseydi, mimikler, renkler,
yürüyüş, hal ve hareket bu kadar net ve canlı olmazdı.
Bütün samimiyetimle ifade ederim ki, hem atanan
öğretmen ve annesini, hemde onu eve götüren, şoförü
evde karşılayan bölge hanımlarını bire bir gördüm.
Yalnız kutlarım, tebrikler diyerek bu yazının hakkı ödenmez.
Ayakta alkışlıyorum.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bu aileyle telefonla da olsa hâlâ iletişimi sürdürüyorum, o bir yılın karşılıklı olara kalan çok güzel izlerini görüşmelerimizde yineliyoruz. Ben telefon açtığımda o anda evde kaç kişi varsa hepsi tek tek benimle konuşmak istediğinden en kısa görüşmemiz bir saate yakın sürüyor.
Çok güzel sözlerle onurlandırdığınız yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Yüreğinize sağlık sevgili Serap Hocam.
Bir ülkenin geleceğini görebilmek için öğretmenine bakmak gerekir.
Değerli kaleminizden değerli bir yazı idi.
Sevgilerimle
Serap IRKÖRÜCÜ
Umarım manzarayı umumiye iç açıdır. :)
Değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle....
''He şey aslına döner, rücu eder'' ayetin yansıması gibiydi
insan ne yaşarsa yaşasın asla geçmişini unutmamalı
zaman treni nerede durur bilinmez
hayat dersi gibi bir yazıydı
Öğretmenliğin ne derece kutsal bir meslek olduğu
şartlar ne olursa olsun, çorak topraklarda çiçekler yetiştirdiğine
güneşin doğmadığı yerlerde nasıl güneş gibi parlayıp doğduğuna
işte bir kez daha canlı şahit olmuş olduk
değerli Serap Öğretmenimiz sayesinde
en yüksek saygıyı ve değeri hak eden
öğretmenlerdir kuşkusuz ki
lakin kirli siyasete alet edilmemeli
ve layık olduğu değer anayasada kanun maddesi olmalı diyorum
nice saygılarımla
Serap IRKÖRÜCÜ
Bazen gözlediklerimiz, yaşayacaklarımızdır... Bu yaşananlardan pay çıkarmak, ( mümkünse ) önlem almak, gereken dersi almak... bizim kendimizi aşmamızı, kendimizin ve çevremizin gelişmişliğine sağlayacağımız katkıyla huzuru ve mutluluğu artırmamızı da getirebilir.
Bu, kiminle, ne zaman ve nasıl olur?... İşte orası çok muallak!...
O nedenle bunlara kilitlenmeden kendi sınırlarımızı bilmek ve olabildiğince zorlayıp yapamadıklarımızı yapabilmek, yapamadıklarımızın eksikliğimiz değil, farklılığımız olduğunu kabullenmek bile çok şeydir.
Bu komplekslerden arınmışlıklarla yaklaştığınız her can, özellikle öğrencilerle , her şey çok daha güzel ve içten yaşanıyor.
Meslektaşlarım ve şahsım adına onurlandıran yorumunuz için çok teşekkür ederim Müslüm Bey.
Saygılarımla.
Sizin şahsınızda tüm öğretmenlerimizin ellerinden öpüyorum.
Yaşça küçük olanların bile...Onlar yaşça küçük olsalar bile -Anadolu tabiriyle-
yolda büyüktürler.
Bu Vatan sizlerin sayesinde ayakta duruyor.
Bu anıyı ancak yaşayanlar bu kadar güzel ve içten anlatabilir.
Sayın Hocam.
Tekrar teşekkür ediyor,
sonsuz Saygılarımı sunuyorum.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bu yazıyı yazarken meslekle ilgili bir vurgulama yapmak gibi bir amacım hiç yoktu, sadece kader dediğimiz ilginç bir tevafuk örneğini yaşadım, onu da sizinle paylaşmak istedim.
Beni çok mahcup ettiniz. Sağ olun, var olun...
Vatan, birliktir, dirlktir, bütünlüktür... Bu pay da emek veren hepimizindir.
Beni ve meslektaşlarımı onurlandıran yorumunuz için ben çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.