- 491 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Hatalar Ve İnsanlar-ASO Kitabesi
“Keşke” lafzı şeytana verilmiş bir anın insan yüreğindeki pişmanlığı olarak ASO kitabesinde yerini aldı.
Aklımdan kalbimi çıkarmak istediğim, yutkunamadığım, nefes alamadığım zamanların içinden, kendime siftah bir hayat özleyip durduğum şu gitmeyen düzeninin, oksitlenmiş dişlilerinden biri olarak konuşuyorum. Aslında konuşmuyorum bildiğin çığlık atıyorum.
Kötüyüm ben. Kendine saygısını yitirmiş, kişiliğini ceviz kabuklarındaki yeşil leke gibi acıya eviren, içindeki cevherin damarlarına siyanür basan, insanlık dışı tüm eylemlere meraklı, isli kandil yanığı bir terbiye nezaretiyim. Hiçlik bile bir kavramken ben yoklukla varlığın arasında eşrefi mahluk yaratılıp esfel-i sâfilîne yuvarlanmış bir Sisyphus kayasıyım. Yeis düpedüz haramken ben ümitlenmek için kendimde bir nokta bile göremiyorum.
Bu özeleştiriden sonra elimde kalan şu birkaç paragrafın ne kadar hükmü var bilmiyorum. Ama yazacağım.
Hayata intiharlar getiririz. Kendimize saygılar biriktirmek yerine ne kadar rezil duyarga varsa cahil bir cesaretle edinir, su altında nefes alma oyunu gibi bununla övünür çaka satarız. Halbuki nalıncı keseridir başımızdaki berhava uçar gider tüm iyiliklerimiz.
Bu devirde "Normal İnsan" olmak ne kadar zor fark ettiniz mi? Evet normal bir insan olabilmek… Sıradan ama iyiliği ve kötülüğünden emin olunan bir silik suret. Bunu başarabilenler kazandı. Çünkü artık insanları devrin modern ve ananesiz çılgınlığında tanımak ayırmak sınıflandırmak ya da yakınlaşırken ne kadar mesafe konulacak gibi kıstaslar hüküm belirtmiyor. Aynı cami cemaatinden ölen birine musalla da imam şahitlik eder misiniz dediğinde hep bir ağızdan ne kadar tanımış olursak olalım "şahitlik ederiz" yerine "Allah rahmet eylesin" demek gibi. Kimse şahitlik edecek cesarete sahip değil. Çünkü hepimiz bir röntgen cihazı gibi artık insanların içindeki düşünceleri kurguluyoruz. Emin olamıyoruz. Çünkü yapılan halka arz olunmuş davranışların birçoğu insanların gerçek yüzü değil. Gerçek karakterleri gizlenmiş. Bilmiyorum belki önceleri insanlar kötü-iyi diye ayırt edilebilirdi. Ama şimdi kötünün iyi bir maskesi, iyinin kendini göstermekten çekindiği bir perdesi var. İnsanlar hatalarını kendilerine bile itiraf etmekten korkuyorlar ya da hatalarının olma ihtimali üzerine hiç durmuyorlar. Kimsenin bir şeyleri düzeltmekle ilgili telaşını göremiyorum. Herkesin bir statü kavgası var. Arkadaşlarının arasında, meslek hayatında, sevgilisinde bile bir statü arama peşine düşmek... Meğer biz ne kadar mantıklıymışız. Psikolojide insana umut aşılanmalı değil mi? Örneğin boşanma aşamasındaki bir çifte önceki zamanlarda iyi geçirdikleri en güzel anların hatırlanması gerektiği tembihlenir. Kavga anında, küslükte aslında mükemmel bir çift olabildiğinizi görmenizi sağlar. Ama insanlar o kadar iyilik üzerine kurulmuşlar ki kendilerini tenkit edecek hatalarını düzeltecek bir davranışta değiller. Önceki iyi günleri hatırladılar kavga bitti o kadar. Bu afyon almak gibi geçici bir hükümden başka bir şey değil.
Bir dostum bana şöyle demişti: âdem hatasını itiraf ettiği için adam, iblis hatasında ısrar ettiği için şeytan oldu. Bu sözün bendeki yeri önemli. Çünkü bizler hatalarını tekrar edip bu tekrarın bir şarkının nakaratı kadar güzel bir tını olmasıyla kendimizi kandırıyoruz. Hatamız var ey hat! Ne yaptık ne yapacağız ne olacak şimdi. Özür dileyecek miyiz, emek verecek miyiz dönüp bakacak mıyız tekerrürler tekerleğinde yuvarlanan kalbimizin durumuna.
İnsanlardaki konumuz bizim için önemli. Onlara sunduğumuz sanal ve sahte görselliğe karşı sorumluyuz. Onları kandırdık minare çalındı kılıf dikilecek devam ettirilecek. Ama yalnız olduğumuzda kimseler olmadığında kendinizi ne kadar yalancı görüyorsunuz. ASO kitabesinde "yalan" sadece birini kandırarak bir şey elde etmek değildir, aynı zamanda arkasına saklanılan bir pamuktan kayadır. O yüzden en büyük yalan kendinizi kandırdığınız anda söyleniyor. Yüzleşmekle yüzsüzleşmek arasındaki -süz hecesinin açılımını biliyor musunuz? Seciyesizlik Üstündeki Zehirdir o.
Ben benim içimdeki insana söylenirken hiç de makul kelimeler kurmuyorum emin olun. Sebahattin Ali İçimizdeki Şeytan eserinde ““Otuza yaklaşmaktayım… Bugüne kadar ne yaptığımı düşündüm. Bir sıfırdan başka netice alamadım. Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı? Son zamanlara kadar ‘Fena bir şey yapmıyorum ya!’ der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu fena cevher fazla miktarda mevcutmuş. Belki herkeste var… Fakat insan olan onu söküp atmasını yahut boğmasını biliyor… Dokunmadan bırakmak, bir gün başını kaldırmasına meydan vermek olur…” diyor. Galiba içimdeki kötülüğün cevheri bende de ziyadesiyle mevcut. Çünkü kendime hep yırtacağım ümitler aşılayıp duruyorum. Hiçbir zakkum ağacını söküp atma peşinde değilim. Üzgünüm, huzursuzum, imanımdan şüpheliyim, şeytanımdan hoşnut hep aynı çamura düşüp duruyorum. Bu kısır döngünün kırılacağı bereket ihtimalinden mustarip kendimi olan sözlerimi daha da ağırlaştırarak kasırga gibi güçlü bir yıkım yapmadıkça yeşil bir kalbe sahip olamayacağım.
ASO kitabesi ki iki kelimenin bendeki yarası büyük Dilemma Ve Müptela. Önce bunların izdihamından kurtulup Sefa ile Merve arasında gidip geleceğim. Belki arayışım Hira olur, ferahlığımsa zemzem.
Sağlıcakla.....
Ahmet Serdar OĞUZ / TOKAT / 24.11.2019
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.