- 502 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇİNGENELER.
Romanlar ya da halk arasında çingene, elekçi, şopar gibi tabirlerle ifade edilen halk… Türkiye’de doğup büyüyenler Romanlarla mutlaka karşılaşmıştır. Kimimiz aynı sokağı paylaşmışızdır kimimiz aynı köyü… Danslarını hayranlıkla izlemiş, müziklerine eşlik etmişizdir. Bu kadar yakınken mesafeler birbirine, bir o kadar da uzaklaştırılmıştır çoğu zaman. Anneler çocuklarını korumak isterken “seni çingeneler alır” diye korkulu tabirlere başvurmuş, beğenmediğimiz birini yermek için “çingene gibi” ifadesini kullanmaktan çekinmemişizdir.
Durum böyleyken, bir sokak ötesi kadar yakınken, korkularımız dağlar kadar büyümüş, bilinçaltına yerleştirdiklerimiz iyice ötelemiştir onları. Yalınayak gezen bir roman çocuğu günlük yaşantımızın tanıdık bir görüntüsü olmuş ama gerçekte kim olduğu hiç merakımızı titretmemiştir. Sevgilimize çiçek aldığımız o köşedeki çiçekçi kadın, en az sattığı çiçekler kadar renkli o kadın, hep dekor olarak mı var olmuştur tarih sahnesinde. Hayatımızın içine bu kadar girmiş; müziğimizi, dansımızı, edebiyatımızı bu kadar renklendirmişlerken biz onlar hakkında neler biliyoruz?
Romanlar Kimdir?
Romanlar aslında Hint- Avrupa kökenli halkın adı. Hindistan’ın Pencap-Sind (Pakistan, Karacı) nehir havzası boyunca Pakistan ve Afganistan’ın da içinde bulunduğu bölgelerden 1050 yılı civarında İran ve Anadolu üzerinden dünyaya yayılmışlar. Peki roman halkı neden göç etmek zorunda kaldı? Onları buna mecbur kılan sebep neydi? Bugün bile tarihçiler tarafından bu soruya kesin bir yanıt verilemezken öne sürülen üç teori var.
1- Gazneli Mahmut’un Sindh ve Penjap’ı işgali sırasında 500.000 Hintliyi esir aldığı bilinmekte olup, Hindistan’ı fetheden Müslümanların, Romanları köle olarak alıp ülkelerine götürülmesi en yaygın teoridir.
2- En düşük kast olduğu sanılan Romanların, Müslüman fatihlere karşı paralı asker olarak olarak kullanılmış olabilirler ki, yenilginin ardından göç etmek zorunda kalmış olabilirler.
3- Firdevs’inin Şehnamesi ’ne göre MS 420 yılında vatanlarını (Hindistan, Karaçi) terkedip dünyaya yayılan 12.000 kişilik Luri halkı, eğer Romanlarsa, dünyaya yayılmalarının Hindistan’ın işgali ile ilişkisi olamaz.
1505′te ilk kez İrlanda‘da, 1514′te de İngiltere‘de nüfus kayıtlarına geçirildiler. Aynı tarihlerde, Avrupa’nın birçok ülkesinde gezgin çalgıcı ve falcılardan oluşan bazı göçebe toplulukların kayıtlarına rastlanır. Günümüzde Romanlar dünyanın dört bir yanına dağılmış olarak yaşarlar. Büyük bölümü Avrupa‘nın güney kesiminde toplanmıştır. 19.yyüzyılın sonlarına doğru Kuzey Amerika‘ya da göç etmişlerdir. Romanlar yaşadıkları her ülkede değişik adlarla anılırlar.
Romanlar, dünyanın en renkli göçebe topluluklarından biridir. Türkiye’de yoğun olarak yaşadıkları yerlerin başında Trakya’da, Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Düzce ve İstanbul gelir.
Romanlar insanlık ailesinin ayrılmaz bir parçasını oluştururlar. En gerçek ve doğru manasıyla Romanlar göçebe zanaatçı ataların çocuklarıdır. Tarihin en eski zamanlarından beri kimi insan grupları; tarım veya hayvancılıkla geçinmişlerdir. Romanlar ise çeşitli nedenlerden dolayı göçebe zanaatçılıkla yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Romanların ataları; sepet, elek, metal eşya, kalay vs gibi ürün ve hizmetleri meydana getirerek bunları tarım ve hayvancılıkla geçinen diğer toplumlara satmışlardır. Bu sebeple diğer toplumlar gibi hayvan sürülerine ve geniş topraklara sahip olmadığından göçebe zanaatçılıktan başka bir geçim imkânı bulamamışlardır. Aslında Romanlar ile Roman olmayanları birbirinden ayıran yegane fark budur.
Sanıldığı gibi romanları diğer insanlardan ten rengi, ırksal özellikler ya da dil ayırmaz. Esmer romanlar kadar beyaz tenli ya da sarışın Romanlar da vardır. Farklı ırklara mensup Roman grupları da vardır. Farklı diller konuşan Roman grupları da vardır. Ama tüm Romanların ortak özelliği atalarının binlerce yıl boyunca göçebe zanaatçılıkla geçinmiş olmalarıdır. Bugün birey olarak bir Roman hangi mesleği yapıyor olursa olsun, insanlığın ilk zamanlarında atalarının göçebe zanaatçı olması onun da Roman toplumuna ait olduğunu gösterir.
Romanların büyük bölümü gelenek, göreneklerini ve topluluklarının yönetim biçimlerini korumuştur. İlk olarak 19. yüzyılda Avrupa’da, sayıları 10-100 aile arasında değişen Çingene toplulukları şefler seçmeye başladı.
Roman sözcüğü yerleşik düzeni olmayan göçebe insanları çağrıştırır. Oysa Romanlar’ın çok azı günümüzde göçebedir. Bazıları kendi istekleriyle göçebeliği bırakmış, yaşadıkları ülkenin yaşam biçimini benimsemişlerdir. Roman olmayanlarla evlenen Romanlar da vardır. Bazı ülkelerde de yerleşik yaşama zorlanmışlardır. Soykırıma uğramışlardır.
Yarı göçebe, yarı yerleşik bir topluluğun sayımının yapılması güç olduğu için Romanlar’ın kesin nüfusu bilinmemektedir. Bununla birlikte bugün dünyada 3-4 milyon dolayında Roman olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye’de ise 980.000 dolayında Roman olduğu tahmin edilmektedir.
Nisan 1971‘de, Romanlar’ın sorunlarını tartışmak üzere Londra yakınlarında ilk Uluslararası Roman Kongresi toplanmış olup bu kongreye atfen, 1990′dan itibaren 8 Nisan Dünya Romanlar Günü olarak kutlanmaktadır.
Romanlar Üç Ana Grupta Toplanırlar
Yayıldıkları coğrafyaya göre Roman halkı göçebe zanaatçılar olarak tek başlık altında toplanabilir. Bununla birlikte tarih boyunca üç ana kola bölünmüşlerdir.
1. Kalderaşlar
a. Lovariler
b. Boyhalar
c. Luriler
d. Çurariler
2. Gitanolar
3. Manuşlar
a. Valsikanlar
b. Pimontesiler
c. Gaygikanlar
Romanlar Nasıl Yaşarlar?
Eskiden göçebe yaşamlarına uygun işler yaparlardı. Kadınlar falcılık yapar, dilenir ya da dans ederdi. Erkekler ise çalgı çalar, kap kacak lehimciliği, kalaycılık, hayvan ticareti, hayvan eğiticiliği gibi işlerle uğraşırlardı. Geçmişte atlarla çekilen arabalarla yapılan göçlerde artık kamyon ya da karavanlar kullanılmaktadır. Eski uğraşlarının yerini ise, meyve toplama, asfalt dökme, kullanılmış araba ticareti, sirklerde hayvan bakıcılığı ya da eğiticiliği, hurda maden ve antika eşya alım satımı gibi işler almış olmakla birlikte özellikle Türkiye de ve diğer birçok dünya ülkesinde yerleşik hayata geçmiş olanlar diğer meslek dallaryla ilgilmiş olup başka türlü mesleklerde edinmişlerdir.
Dünya üzerinde Gipsy Kings, Goran Bregoviç Türkiye de ise, Safiye Ayla, Selim Sesler, Serkan Çağrı, Hüsnü Şenlendirici gibi birçok Roman müzik, dans ve sinema sanatlarını zenginleştirecek katkılarda bulunmuşlardır. Bazı ünlü İspanyol gitaristler ve flamenko dansçıları Roman ya da yarı Roman’dırlar. Romencenin yazılı bir dil olmayışı yüzünden edebiyat yapıtları yoktur.
Romanlar’ın göçebe yaşamları yerleşik toplumlarınkinden çok farklıdır. Bu yüzden çoğu zaman, yerel halk tarafından hırsızlık, büyücülük, çocuk kaçırma gibi eylemlerle suçlanmışlardır. 1554′te İngiltere’de Roman olduğu söylenen herhangi bir kişinin asılması işten bile değildi. Hemen hiçbir yerde istenmeyen Romanlar, birçok ülkeden sürülmelerine karşın, bir süre sonra bu ülkelere geri dönmeyi başarırlardı. II. Dünya Savaşı‘nda Yahudiler gibi Romanlar da Almanlar tarafından büyük bir kıyıma uğratıldılar. 200.000 -800.000 arasında Roman çoluk çocuk aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya’daki Nazi kamplarında yok edilmiş bu katliam Roman halkı tarafından porajmos“parçalanmak” olarak adlandırılmıştı. Günümüzde de Romanlar yaşadıkları bütün ülkelerde ayrımcılığa tabi tutulmaktadır. Bu yüzden de birçok ünlü roman kimliğini gizlemek durumunda kalmıştır. Ama bazıları kendilerini internet yoluyla tanıtmaktan bile çekinmezler .
Bugün Romanlar başta işçi sınıfı olmak üzere tüm modern sınıfların birer eklentisi haline gelmişlerdir. Halkla kaynaşmışlardır. Romanların kültürlerini yaşayıp yaşatmaları onlara ırkçıkla yaklaşmayı gerektirmez. Yazık ki hemen tüm toplumumuz bu hataya düşmektedir. Tabi kapitalist devlet uygulamaları da bir başka hatayı içeriyordu.
Nerelerde Yaşıyorlar?
Romanlar, dünyanın en renkli göçebe topluluklarından biridir. Büyük bölümü yerleşik hayata geçmiştir.
Romanlar‘ın büyük bölümü gelenek, göreneklerini ve topluluklarının yönetim biçimlerini korumuştur. İlk olarak 19. yüzyılda Avrupa’da, sayıları 10-100 aile arasında değişen Çingene toplulukları şefler seçmeye başladı.
Roman sözcüğü yerleşik düzeni olmayan göçebe insanları çağrıştırmaktaysa da günümüzde Romanlar’ın çok azı göçebedir. Bazıları kendi istekleriyle göçebeliği bırakmış, yaşadıkları ülkenin yaşam biçimini benimsemişlerdir. Roman olmayanlarla evlenen Romanlara da artık rastlanmakta olup pek çok ülkede yerleşik yaşamaya zorlanmışlardır. Yarı göçebe, yarı yerleşik bir topluluğun sayımının yapılması güç olduğu için Romanlar‘ın kesin nüfusu bilinmemektedir. Bununla birlikte tüm dünyada 4-5 milyon dolayında Roman olduğu tahmin edilmektedir.
Dilleri
Romani Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran kolundan olup Sanskritçeyle benzerlikler göstermektedir Çingeneler kendilerine Rom derler Rom,Çingenece’de (Romani dili) erkek ya da koca anlamına gelir Bu dilin, eski ve artık ölü bir Hint dili olan Sanskritçeden (diğer Hint dilleri gibi) türediğinden sanılmaktadır Bununla birlikte sözcük dağarcığında Yunanca, Türkçe ve Farsça sözcükler de vardır Anayurtlarının Hindistan olduğu sanılmakla birlikte, Çingenelerin kökeni hâlâ tartışma konusudur Tarihleri ile ilgili kayıt yoktur Çoğu, yaşadıkları ülkenin dilini konuşur Çingenece ile yaşadıkları yörede konuşulan dilin karışımı bir lehçe konuşanlar da vardır Örneğin, Fransa’dakilerin bir bölümü ve Almanya’daki Çingeneler Romani ve Almanca karışımı bir dil konuşurlar İngiltere ve Fransa’dakilerin başka bir bölümünün ise İspanyolca ile karışık bir lehçesi vardır Bundan dolayı Çingene dili konuşulduğu yerlere göre farklılıklar gösterir.
Orta ve Doğu Avrupa
Türkiye
Türkiye’de ise 980.000 dolayında Roman olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye’de yoğun olarak yaşadıkları yerlerin başında başta İstanbul olmak üzere, Tekirdağ, Çanakkale, İzmir, Edirne, Bursa, Adana, Kırklareli, Antalya (Zeytinköy), Adapazarı, İzmit gelir.Özellikle İstanbul’un Sulukule ve Kasımpaşa romanları meşhurdur. İzmir’de ise Konak ve Torbalı yakınlarında bulunan Ayrancılar’da ve Karşıyaka yakınlarında bulunan Örnekköy’de romanların nüfusu fazladır.
Osmanlı’da Çingeneler
Osmanlı İmparatorluğu‘ nda da Rumeli topraklarında yaşayan Romanlar ayrı yönetim sayılmışlardı. Çingene Sancağı olarak adlandırılan bu yönetim biriminde, Romanların yönetsel, mali ve askeri işleri düzenlenirdi. Osmanlı Çingeneleri Müslüman olmalarına rağmen, cinayet, vatana ihanet gibi davalarda mahkum oldukları taktirde, Müslümanlar gibi asılarak değil, gayrimüslimler gibi kafaları kesilerek cezalandırılırdı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.