- 707 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Çapa Zamanı
Madem iş yapıyoruz kapsamlı olsun istedik geçen sonbaharda. Evimizin yakınındaki çayırdan bir bahçe yeri daha sürdürdük. İkinci bir bahçe yapmaktı amacımız. Traktörle sürülen çayırdan oluşturulan yerleri ekim yapılacak hale getirmek için ter akıtmak gerekiyordu. Abasıyanık öykü kahramanları gibi çalıştım dersem sözüm yabana atılmamalı. Kesekleri gah çapa, gah kazma ile parçalamak ne zordu. İki uzun haziran günümü aldı bu iş.
İkinci bahçeyi de doğal gübre ile besleyip fasulye ve kabaklarımızı… ektik. Sıra geldi beklemeye. Boy gösterdi birinci bahçedeki fasulyelerimiz ufak ufak, nazlı nazlı. İkinci bahçeden haber yok daha. Acaba fasulye çukurlarına fazla gübre mi koymuştuk? Güneş hazirana özgü sıcaklığını yayıyordu. Kurudu topraklarımız. Yoksa fasulyeler için toprağın nemi yetersiz mi kaldı?
Eşimle bu ve benzeri karamsar düşüncelerle ikinci bahçede çıkacak filizleri beklerken; köyün güney mahallelerinde fasulye bahçelerinin çapasını çoktan bitmişti. Bir tarafta çam ormanı uzanır; alabildiğine gür ve sadece bu topraklara has tatlı bir yeşillik içinde. Renk renk çiçeklerle bezenen yeşil çayırlar. Akşamları gezi yaptığım kırlarda mor menekşeler… Ve doğanın şiirine karışan kuşların müzik senfonisi… Cennetten bir köşe. Dağların eteklerinde, bol oksijenli bir yurt köşesinde yaşamanın böyle de ceremesi oluyor. Haziranda ekim yapmak!
Babam köyden kopuk bu güzel yeri yurt edinmiş. Koyun beslemiş yıllarca. Kavalının yanık ezgilerinin eşsizliğini anlatanlar var hala. Şimdilerde babamın yaşıtı insanlarımız tarih oldu çoktan! Haziran, çapa demişken gerilere gittim. Zihnimde yıllar öncesi canlandı. Ortaokul son sınıf okuyordum, altmışlı yılların sonu. O yıllarda ortaokul son sınıfta bir ay okulu bitirme sınavları yapılırdı. Okullarda nitelikli eğitimin yapıldığı yıllar… Yıl içinde alınan notlar haziran ayında yapılan sınavlara etki etmezdi. İllaki haziranda yapılan yılsonu sınavlarında geçerli not almak birinci koşuldu. Yazılı sınava tabi tutulurduk. Sınav kâğıdını idare dağıtır. Öğrencinin adı kapatılır, zarf üzeri gibi yapıştırılırdı kapatılan kısım. Fizik öğretmenimiz Özer Bey’in şu sözü sınavın ciddiyetini anlatmaya iyi bir örnekti. Anımsadım:
-Bir öğretmen tek başına sınav kâğıtlarında bir öğrencinin adının kapalı olduğu kısmı açmak isterse mesleğiyle oynuyor demektir.
Sınav kâğıtları ancak okul idaresinin seçtiği öğretmenler gurubunca birlikte açılır ve değerlendirirdi. Sezar’a verilirdi Sezar’ın hakkı.
Büyük heyecan içinde hazırlandığımız sınavların en önemlisine matematik sınavına girdik. Haziranın yedisiydi. Sınavlar arasında birkaç gün ara verilirdi. Böyle bir aradan yararlanarak ilçeden köye gittim. Hava bozmuştu o günlerde. Kar yağmıştı dağların doruklarına. Köye gittiğimde annemi bir mısır ekili tarlada buldum. Elinde çapa tarlada mısır arıyordu birinci çapa için. Anlatmaya başladı bana.
-Oğlum, iki gün önceki dağlara yağan kardan bizim buralar da nasibini aldı. Sabahleyin uyandığımda çayır ve tarlalar bembeyazdı. Mısırlar hayli boy atmıştı. Çapa zamanıydı. Yağan kar ve ertesi günkü don mısırları üşütmüş. Bu yıl mısırlardan hayır yok… Dedi.
O yıl mısır ekilen tarla olduğu gibi bırakıldı. Tarlayı ot bürüdü. Çayır biçme zamanında otları biçtik babamla. Ben de tırpanda tanışmıştım.
Nihayet ikinci bahçemizde de fasulye ve kabak filizleri boy gösterdi. Çok naif ve narindiler. Bunlar ne zaman büyüyüp ürün verecekler? Acaba dolu yağarsa emeğimiz heder olur kaygısına kapılmamak elde değildi. İklimler değişti. Belli mi olur hiç. Bazen umulmadık düzeyde dolu yağıyor hışımla. Filizlerimiz yeteri kadar büyümeden dolu yağarsa işler sarpa sarar.
Köy demek iş ve eylem demektir. İşler bitmez çalışanlar için. Fasulyeler büyüdükçe çapa işleri bekliyordu bizi. Sade çapayla da iş bitmez elbet. Çapadan hemen sonra fasulyelere sırık çakmak gerekir. Odunluğa geçen ürün devşirme günleri sonunda istif ettiğim fasulye sırıklarını çıkardım ortaya. Çoğunun miadı dolmuştu. Çürümüş işe yaramaz durumdalardı. Sağlam olanları ayıkladım. Çokça fasulye sırığına gereksinim vardı.
Bahçemizin gün gün yeşermesi yüzümüzü güldürdü. Daha bir güvenle başlıyorduk günlere. Bu iş olacaktı.
“Baltalar elimizde, uzun ip belimizde,
Biz gideriz ormana hey ormana…”
Sözleriyle başlayan bir okul şarkısı söylerdik okul yıllarında öğrencilerimizle. Vücut dillerini kullanarak söylenirdi şarkımız. Şarkının sözlerine bu kez ben uygulamalı yaşadım. Bir elimde tahra ve belime sardığım iple ormana yollandım. Sırık kestim fasulyeler için.
Sırık kesme, kesilen sırıkları taşıma işinde hayli yorulup su gibi terliyordum. Ormanın derinliklerindeki sessiz, sakin ortamda tek başına çalışmak işin en güzel yanıydı. Farkına varamıyordum zamanın nasıl aktığının. Bazen daldan dala atlayan tüyleri vişneçürüğü renkli sincaplar görüş alanıma giriyor. Onların muzip hareketleri, arada bir durup çevreye dikkatlice bakışları ve hızlıca ormanın derinliklerde kaybolmaları göz açıp kapama süresi içinde son buluyordu.
Gerek yoktu acele iş başı yapmama. Balkonda güneşin ufuktan yükselişini gözlerken radyodan müzik eşliğinde mutat kahvaltımızı tadını çıkararak yapmakla bir gün öncesinden kalan yorgunlukta uçup gidiyordu. Daha sonra hedef orman. Sırık kesmeye devam. Sırık kesmek, kesilen sırıkların uçlarının bir tarafını inceltmek derken günler geçti. Bazı günler ilçeye gidip kütüphaneden kitap almak, yeni kitapların büyüsü dünyasına dalmamak olmazdı elbet. Kitap sevgisi müzmin bir hastalık bende. Tedavi olmak istemediğim.
Neredeyse haziranı yarıladık. Yaratılmışların sabrı az olanlardan birisi de biz insanlarız. Bu yıl geç kaldık. Ürün alamayacağız derken fasulyeler, kabaklar ve de salatalıklar yeşilin en koyu renkleriyle boy attı. Çapa zamanı geldi. Haziranı da nereyse yarılamıştık. Olsun. Bahçe gün gün yeşeriyor, yeşillikler arasında toprak gözükmüyordu.
YORUMLAR
Yüzü Güneşe dönük ve aydınlığa bakan, mutluluğu güzellikte arayan;
Yılmaz Öğretmenim Merhaba!
Yazdığınız her yazıyı okuduğumda, ne kadar çok ortak yanlarımızı görüyor,
Vatanımız, güzel yurdumuz Anadolu’nun sırları içinde yok olup gidiyorum.
Bu toprakların kiracısı olan 7 bölge insanı, her birimizin gerçekleri, bire bir
olmasa da 3 aşağı beş yukarı örtüşüyor birbiriyle.
Yazınızın başlığı bile Anadolu kokuyor. Çapanın önemini bilmeyen köylü
çocuğu yoktur herhalde.
Bizim oralarda iki çapa bir sudur diye bir deyim ya da özlü söz söylerdi
büyüklerimiz.
Bostanı çapalamazsan, büyümezdi tefekler. Yetişmezdi kavun karpuz kabak.
Ya Orta son sınıf imtihanlarına değinmeniz ise, bu günkü eğitime yol gösteren
İşaret fişeğiydi sanki.
Yalnız Ortaokul son sınıf mı? Aynı değerlendirme İlkokul son sınıfta da vardı
ve ayrı bir keyfi.
Böylesine içi dolu bir yazı okuttuğunuz için teşekkür ederim Hocam.
Saygılarımla.
İBRAHİM YILMAZ
İlginize teşekkür ederim.
" Dörtnala gelip Uzak Asya'dan. Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim!" Nazım ustanın dediği gibi ve "Neler yapmadık bu vatan için, Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik."diyor O. Veli usta da.
Bu güzel ülkede eğitim-öğretim sizin benim öğrencilik yıllarımızda eğitim-öğretim çalışmaları idealist öğretmenlerimiz sayesinde olanaklar sonuna kadar kullanılarak nitelikli yapılıyordu. yazımda sözü uzatmadım. Belirttiğiniz gibi ilkokul bitirirken bir hafta bitirme sınavları yapılırdı.
Öğretmen Okulu son sınıf bitirme sınavları da biz öğrencilerin korkulu rüyasıydı.
Köylümüz üretirdi.
Dilerim bu böyle gitmez. Satılmayan fabrikalar, işletmeler kalmadı. Borç alan emir alır. emir alan duruma düştü ülkemiz. Yetesiye çalışmayan, üretmeyen halk, ülkenin geleceği nasıl olur? Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş bu halk dilerim güzellikler adına yarınlarını aydınlatacak yolu bulur.
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.
Köy ve orman özgürlüktür... üretmenin hele ki yerel tohumlarla üretmenin keyfi ve lezzeti bir başkadır.
Çapa tutmayı bilmezken elim zamanla kallavi üreticiden saydı köylüler.
Ve öyle bir hale geldim ki Tanrı'nın bana vereceği en büyük ceza ormandan uzak tutmak olurdu...
Güzel yazıydı benim için.
İBRAHİM YILMAZ
özgün cümleleriniz çok joştu.
İBRAHİM YILMAZ
özgün cümleleriniz çok joştu.
İBRAHİM YILMAZ
özgün cümleleriniz çok joştu.
İBRAHİM YILMAZ
özgün cümleleriniz çok joştu.