- 298 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Çiçek olana yaprakları yük değil
Cehennemin delili çoktur ya. Ben benimkilerden birisini anmak istiyorum. İçimden bir delil bu. Evet. İçimden. Zaten cennetin de cehennemin de en aşina/aşikâr delilleri içimizdedir. Bunlardan bir tanesini Bediüzzaman sık sık anıyor. Hangisini? ’Zeval-i lezzet’i. Yani bir şekilde tanışılan güzelliğin yoksunluğunun sonsuzlaşması. Yokluğunun hep varolması. Bu bir cehennemdir. Ve varlığıyla büyük cehennemin bir delilidir. Peki cennetin delili yok mu? Var. Onunki de şu: ’Zeval-i elem.’ Nedir? Tanışılan bir çirkinliğin yoksunluğu da sonsuzlaşıyor. Fakat onunki lezzete dönüşüyor. Çiçek olarak gidiyor. Tenden uzaklaştıkça dikeni gülleşiyor. Diğerininki eleme kalboluyordu. Gülü dikenleşiyordu. Bununki aksine gülümsüyor. Yani arkadaşım: Fanilik öyle acayip birşey ki. Herşeyi zıttına dönüştürüyor. Firakı olduktan sonra her Leyla bir Süveyda’dır.
Bak, nereden nereye geldik, lakin asıl sözümüzü unuttuk. Ben sana kendi delilimi diyecektim. Diyemedim. Diyeyim: Benimki de ’korkaklık’tır. Korkaklığım da tıpkı zeval-i lezzet gibi içimi yakar. Bugün değil. Bugün bütün şiddetiyle hissedemem onu. Fakat uzaklaştıkça asıl sûretini görürüm. Geçmişte yeterli cesareti gösteremediğim her yerde bir jilet bırakmışımdır. Ne zaman tahatturum rastlasa ayaklarım kanar. Hani, bilirsin, Ebu Leheb’in karısı denilen hamal en nihayet cehenneme odun olmuştur. Tebbet sûresi zamanın ötesinden bu sonrayı bize bildirir. Çünkü o hamal, Aleyhissalatuvesselamın gülden ayakları kanasın diye, yoluna diken taşımıştır. İşte bu eşikten kendi içime de bakıyorum. Ve görüyorum: Uğradıkça ayaklarımı/canımı kanatan her ne/kim varsa o bir parça cehennemimdir. Yani ki yolumuza diken taşıyanlar cehennemimizdir.
Psikolojide buna ’geçmişinle barışmak’ türünden birşeyler diyorlar. Uğradıkça batan dikenlerini iyileştirmeye çalışıyorsun. Onları tekrar tekrar tefekkür ediyor ve anlamlandırarak (daha doğrusu: güzel anlamlara bağlayarak) yolundan kaldırmaya gayret ediyorsun. Bazen meyvelerden birini görmek bile yarayı hafifletiyor. (Hoşa giden bir meslek sahibi olmak yılların zahmetini gideriyor.) Eğer o acının gülleştiği bir noktayı yakalarsan büyüyorsun. Sen büyüdükçe diken küçülüyor.
Arkadaşım, bilirsin, biz bunu en fazla Esmaü’l-Hüsna’nın güzelleştirici ışığına dertlerimizi tutarak yaparız. Bir tür terapi uygularız. O güzel isimlere tutulan herşey güzelleşir. Manaca güzelleşir. Okunuşça güzelleşir. Tahatturca güzelleşir. Nasıl yapar bunu Esma? Yukarıyla ilişkilendirirsem şöyle derim: Esma, bize, elemli şeyin zevalini, lezzetli herşeyinse bekasını gösteriyor. Prizma gibi ama daha çok şöyle bir prizma gibi: İçine yokluk girse de dışına varlık taşıyor. Herşey bir amaç sahibi olmakla nurlanıyor. Varlığını gören yara da dikeninden ferahlıyor.
Korkumu bile kevserine batırdığımda rahatlıyorum. Niye? Çünkü korkum amaçlanıyor. Evet. Korkmalıyım. Zira acizim. Acizin, Sonsuz Kudret Sahibi’ni aratır şekilde, bir korkuyla rızıklanması ona nimettir. (Çocuğun zararını görüp annesine koşturması nasıl ki bir nimettir.) Kur’an’ın buyruğuyla ’Allaha kaçmak’ ancak böyle mümkün olur. Korkmasan nasıl kaçacaksın? Nasıl sığınmak gereken yere sığınacaksın? Nasıl siper aranacaksın? İçimde büyüyen korku kuyularına da böyle bir şifa buluyorum ben. Korkmalıydım. Kaçmalıydım. Yaralanmalıydım. Çünkü ancak o yaralarla bugün sığınılabilecek tek makama sığınıyorum ben. Öyle pişmanlıklar biriktirmeseydim kanımın akabildiğini nereden bilecektim? Hani Mevlana kuddise sirruha atfen işitmiştin: "Yara ışığın bedenimize sızdığı yerdir." Demek çiçek olana yaprakları yük değil.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.