- 320 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kalemin de kazır taşını...
Yazarken bunu kabulleniyoruz da yaşarken yokmuş gibi yapıyoruz: Kimse ’hiç’ değildir. Çünkü hiç ’kimse’ değildir. Olamaz. Yaşadığımız herşeyin bir anlamı var. Sonrası değil kastettiğim. Yanılma. Cümle varolmadan önce kafamızdaydı. Bir anlamdı. Sûretsizdi. Fakat vardı. Cisimsiz bir varoluşa sahipti. Teşhisten önce sezişti. Elbette ondan öncesi de var. Vardı. Daha sûretsiz. Daha maddesiz. Daha gizemli. Ancak her şekilde yazıdan önce anlamın varolması gerektiğini kabul ediyoruz.
Hatta her türden yaratımda, bunu bir mecaz olarak kabul edin, anlamın varoluşa önceliği var. Önce anlam varolmalı. Sonra o anlama yaslanarak madde ayakta durmalı. Binadan önce plan olmalı. Plandan önce mimar olmalı. Mimardan önce düzen olmalı. Düzenden önce kader. Yazarken bunu biliyoruz. Sadece yazarken mi hem? Hayır. Başka türlü olmadığı her eyleyişimizde ortada. Evet. Apaçık. Kabul etmesi zor gelen yaşarken de böyle olduğu. Kader buradan doğuyor işte. Buradan ’inanılması gereken’ birşey oluyor. Herşeyin ’şey’ olmadan önce anlam olduğuna iman etmek. Yazılı olduğuna iman etmek. Kayıtlı olduğuna iman etmek. Biliniyor olduğuna iman etmek. Kaderin bidayeti budur.
Nedir, anlamla ilişkimizin tek boyutu bu değildir, yaşarken de bir anlam veriyoruz biz. Sanki bunun üzerine yaratılmışız gibi, tam da öyledir zaten, sürekli ’şey’leri anlamlandırıyoruz. Ruhumuza uğrayan herşey ondan bir boya alıyor. Renkleniyor. Mevzuun kafa karıştırıcı yanı da burası. İnsan şeylere verebildiği anlamlar üzerinden düşünüyor ki: Manayı inşa eden benim. Nesnenin kendi değeri yok. Gözlemci herşeyi belirler. Ben nasıl okursam bu öyle oluyor. Aynı olaya bakarak binbir farklı yorumlar çıkarabiliyoruz. Eğer hakikat diye birşey olsaydı bu nasıl mümkün olabilirdi? Demek hakikat yok. Hakikat denilen şeyi ben seçiyorum. Vermek istediğim renge bürünüyor tüm renksizlikler.
Ancak, arkadaşım, bu noktada insanın kendisini muğalataya düşürdüğünü düşünüyorum. Şeylere anlam verebildiğimiz doğru. Tamam. Lakin onlara biz anlam vermezden önce anlamsızlıkları doğru mu? Bence değil. O şeylerin sabit olan hakikatleri de var. Yoksa ayakta duramazlar. Anlamsızlık yıkımdır. İnsanın içine bakması yeter bunu anlaması için. Anlamsızken yaşadıkları, hissettikleri, tutunmamanın dipsizliği, boşluğu, işte o yıkım, dışımızdaki işlerin nasıl döndüğünü de haber veriyor bize. Anlamsızken yıkılıyorsun arkadaşım. Çünkü evren de anlamsız olduğunda yıkılırdı. İkiniz de aynı kanuna tâbisiniz. Kardeşsiniz.
Hatta neşemizin kaynağı da bize anlam verenlerdir biraz. İster eserlerimiz ister duygularımız çehresinde olsun. Anlamı gören kalbimizi kazanır. Anlamı doğru gördüğünü düşündüklerimizin eserleri de kazanır. "Bu yazar beni anlatıyor!" dediğimizde biraz da bunun altını çiziyoruz. Evet. Anlamlandırabilenler daha değerli. Anlamdan bahsedenler bir güneş gibi bizi kendilerine çekiyor. Yörüngelerinde döndürüyor. Âşık olmakta bile biraz bu var sanki. Farkedilmek var. Marifetler iltifata tâbi.
’Farkedilmek’ dedim aslında sırrı biraz açık ettim: Yaa, aynen, belki de farketmektir yalnız bizim eşyaya yapabildiğimiz. Yorumlarımız yoktan yaratılış değil zaten varolan hakikatten bir parça sezinleyiştir/okuyuştur belki. Hatta neden ’belki’ dedim ki ben? Düpedüz öyledir. Renklerin farklılığı da bütünü kuşatamayışımızdandır. Aynen. Körlerin fili tarif etmekte düştükleri ihtilaf gibi. Kim neresini tutarsa orayı tarif eder. Tarifler ihtilaflıdır. Fakat bu hakikatin de ihtilaflı olduğu anlamına gelmez. Kuşatamayışın, bölünmüşlüğün, parçaya dair yorumların ihtilafıdır düşülen. Demek: İhtilafın varlığı ile hakikatin yokluğuna delil çıkarılmaz.
Topla eteklerini. Yazmanın insanda yaptığı müsekkin etkisini de biraz bununla açıklıyorum. Evet. Yaşamam için bir doz anlam almam gerek. O anlamın damarlarıma akabilmesi için de ya okumalıyım yahut dinlemeliyim veyahut yazmalıyım. Bir şekilde içimi kazmalıyım. Gözle, sesle, düşle veya düşünüşle. Yazarken de bir taş parçasından heykel çıkarıyorum. İçimde akan bir nehir var. Yolunu açıyorum. Yani, arkadaşım, Mikelanj’ın heykelleri hakkında söylediği gibi herşey belki: "Heykeller o taşların içinde zaten." Ben kalemimle taşımı oyuyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.