- 7342 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
aşk yüzlü yalnızlık
Dünyanın hangi coğrafyasında, hangi dilinde yazılırsa yazılsın; en uzun ve en anlamlı kelimesidir aşk. Biraz eylemci, biraz mülteci bir yanı vardır. Hiç bir dil(ressam) çizemez yüzündeki illegal gülümseyişi.
Hepimiz çocukluğumuzdan gelen bir alışkanlıkla, dokunarak öğreniyoruz hayatı. Yaşamayı, yürümeyi, konuşmayı, sevmeyi ve hatta ölmeyi de. Annemizin yanağındaki gülümsemeyi bile parmaklarımızla yakalamaya çalışırken kucağında; Bir gülümsemenin bize bir hayatı özetleyeceğini daha o zaman keşfediyoruz.
“Ulaşılmaz olanı aramak” değildir aşk. Bilakis bir çocuğun bile ulaşabileceği kadar yakındır bize. Ve hatta aşk -kimi zaman- bile bile çocuk olmaktır. Yitirilmiş, kırılmış bir oyuncak telaşıdır bazen bizde kalanlar. Yine de bir gülümseyişin peşinden yollara düşüp, içimizin karanlık odalarında kendini avutan ve aynalardaki hüzün dolu gülümseyişimize her dokunmak istediğimizde soğuk ihanetiyle irkildiğimiz yalnızlıklar, o kırılan oyuncaklarımızın hiç bir zaman bulamadığımız parçaları değil midir?
Kalbimizi kanatan bıçak sırtı yalnızlıklarda pencereden bir kenti izlerken, radyoda içimizdeki hüzne denk düşen şarkı sözcükleri veya çok sevdiğimiz bir şairin düş kırıklıkları ya da mutlu sonla biten öykülerinde görür gibi olduğumuz yitik yüzlü sevgili kim? Kendimiz miyiz yoksa? Ya da kendimize duyduğumuz ama söylemeye korktuğumuz o büyük nefrete mi âşık oluyoruz, kendimizi tanıdıkça?
Ben hep susunca anladım âşık olduğumu. Sustukça korkmaya başladım kendimden. Kendi içime verecek cevapları tükettiğimde, yüksek sesle haykırdım yalnızlığı. Oysa aşk; bilerek yalnız kalmaktır. Kalabalıklarda bile gözlerimin koluna girip; anıların eskimiş sokak aralarında kaybolmak ya da düşlerimin denizsiz sahilinde hiç bir zaman gelmeyecek bir gemiden, hiç inmeyecek bir sevgiliyi beklemenin mavi yokuşlarını anlattım yorgun kalbime. Hiç dinlemedi beni. Hâlâ olmayan bir sevgilinin hiç gelmeyecek mektuplarını okumak telaşıyla tedirgin, pencere önlerine demirlemiş kırık gözlüklü bir sükûtum.
Kâğıdın sınırsız ormanında bir geyik gibi sekerken imgeler, ucu kemirilmiş kurşun kalemlerin kanattığı bir yaradır aşk. Biraz da arzulanan, bilinçli bir kederdir işte. Ve bu keder şairin ve şiirin hayata karşı gösterdiği dirençtir. Platonik, yasaklı düşler ırmağına bırakılan misina ucundaki şair kalplere takılan her bir sözcük, çoktan düşmüştür kalbinizin kan dolu kovasına.
Pullarını dökmeden okumalı bir şiiri ve şairin suskun kederine dokunulmamalı.
Şimdi bize uzak gibi duran geçmişimize ait yakın aşklar, yaşlanınca daha da yakın gelecek. Sanki insan yaşlandıkça çocukluğuna ya da başka bir dünyaya açılan gizli bir kapıyı da keşfeder. Ve o kapıdan sızacak bir ışık ya da karanlıkla kamaşan kalp, açmaya çalıştıkça o kapıyı, kapının diğer tarafında kola asılan illegal gülümseyişli bir aşkı hemen tanıyacak. Çünkü en iyi aşk hatırlatır kendini en yoğun yalnızlıklarda. Hatta sevişirken bile hiç olmayan sevgiliyle…
YORUMLAR
güzel hemde çok güzel her şeyin aşk olması genelde yanlızlıktan kurtardığını düşünürüz aşık olmayı yani biriyle yaşamı paylaşmayı ama malesef sizin dediğiniz gibi en yoğun yanlızlığı hissetirmesi sanırım böyle yaşamaya alıştık yani yanlızlaşmaya meyman