BABAMIN KADINLARI
Bahçesinde küçük bir havuzu olan evlerinde eski dostlarını ağırlıyorlardı. Yılların özlemi ile anlatacaklarına yıllar önce kaldıkları yerden devam ediyor gibiydiler. Sanki yıllardır görüşmeyen onlar değilmiş de daha bir kaç gün önce bir arada imişler gibi samimi ve doğal akışında devam ediyordu sohbetleri. Hatta Mehmet bey ve Ahmet bey üniversite yıllarına geri dönmüşlerdi. O gençlik yıllarını yeniden yaşıyor gibi coşku ile birbiri ardına anılarını yaşayarak anlatıyorlardı.
Mehmet bey yıllar sonra evlerine yolu düşmüş olan Ahmet beyi hem sevgi ile hem de özlemle süzüyordu. Olgunlaşmış yüzünde yeni yeni beliren çizgilere aldırmadan onun gözlerindeki 20 li yaşlarındaki gencin heyecanına kapılıp gitmişti. İki koca adamın nasıl bu kadar ergen havalarına girdiklerine eşleri şaşırıp kalmıştı. Onları seyredip seyredip gülüşüyorlardı iki hanımefendi. Yemekler yenilmiş, rakıyla demlenilmiş, beyler ve hanımlar konuştukça ve gülüştükçe daha çok dost, daha güzel insanlar olmuşlardı. Meyve tabakları geldiğinde küçük Deniz uykudan uyanmış bahçedeki gülüşme seslerine doğru koşarak ’’anne!’’ diye seslendi. Elif hanım telaşla yerinden kalkıp küçük kızının yanına gitti. ’’Sen o merdivenleri uykulu bir halde nasıl indin prenses? İyi ki düşmedin. Hem neden uyandın ki kızım sen gecenin bu saatinde?’’. ’’Anne benim çok çişim geldi ama.’’ Elif hanım tatlı bir kıkırdama ile küçük Deniz’in elinden tutup tuvaleti kullanmasına yardım etti. Bu sırada Deniz ısrarla biraz onlarla oturmak istediğini söyleyip durdu. Elif hanım kızının üzerine ince bir hırka geçirip bahçede biraz oturmasına mecburen izin verdi.
Deniz bahçeye geldiğinde tüm yüzler onu sevgi dolu bir gülümseme ile karşıladı. Saçlarını sevdiler, ellerini öptüler. Kucaktan kucağa gezerken onun hedefi babası Mehmet beyin kucağına ulaşmaktı. Nereden çıkmıştı bu Ahmet amca! Ya babası onu Deniz’den çok severse? ’’Hii!’’ dedi bir an da. ’’ Ne oldu kızım?’’ dedi Mehmet bey endişeyle. ’’Baba havuzun içinden bir köpekbalığı çıktı.Sen görmedin mi?’’ ’’ Hımm. Demek bu kez ilgi canavarı köpek balığı kılığına girmiş.’’ Bu söz üzerine herkes bir kahkaha atınca küçük Deniz babasının boynuna sarılıp utanarak yüzünü sakladı. ’’İnanmıyorsan git bak.’’ dedi ağlamaklı bir ses tonu ile babasına. ’’ İnanıyorum kızım, gel birlikte bakalım. Belki de karanlıkta gördüğünü sandığın şey sadece bir gölgedir.’’ Babasının kucağındaki Deniz masadaki dilimlenmiş elmalardan bir tane aldıktan sonra terliğini sürüyerek yürürken babasının elini sımsıkı tuttu. Havuzun başında her zaman duran eski sandalyenin üzerine, babasının kucağında oturup dikkatle havuzu izledi. Babasının özenle içine mavi taşlardan ve fayanslardan dekor yaptığı güzel bir fıskiye yerleştirdiği süs havuzunu uzun uzun izlemeyi her zaman çok severdi. Fıskiyenin üzerinde dönen topa bir hamle yapsa da babası ona izin vermedi. ’’ Deniz, bu küçük bir havuz olsa da gecenin bu vaktinde içine düşmeni istemeyiz. Hem içindeki küçük balıkları da ezerek öldürebilirsin bu yüzden.Lütfen uslu dur kızım.’’ dedi Mehmet bey sakin bir sesle.
Havuzda bir köpek balığı bulunmadığından emin olduklarında masadaki misafirlerin yanına dönmeye karar verdiler. Bu sırada babası ile kısacık bile olsa baş başa vakit geçirebildiği için küçük Deniz çok mutlu olmuştu. Bu Ahmet amca Deniz’in bütün dengesini bozmuştu. ’’ Ahmet amca siz ne zaman gideceksiniz?’’ Deniz ne zaman ağzını açsa gülmeye başlıyordu Ahmet amca. Bu da ayrıca çok sinir bozucuydu. Yine aynı şeyi yaptı, bolca kahkaha attıktan sonra Deniz’e cevap verdi Ahmet bey.’’ Deniz, ben yarın gideceğim ama giderken de babanı da yanımda götüreceğim. Onu yıllardır görmediğim için doyamadım. Sen çok kaldın onunla, şimdi biraz da benim yanımda dursun, olmaz mı?’’ Deniz önce yutkundu. Sonra gözlerinde birikmiş olan yaşların akmasına engel olamayarak ,’’ olmaz!’’ diye bağırdı. ’’ Mehmet benim babam. Sen kendine başka bir baba bul. Babalar sadece kızlarınındır, hep benim yanımda kalacak’’ Deniz babasını elinden alıp götüreceklermiş gibi sımsıkı boynuna sarılmıştı ve bırakmıyordu. Ahmet beyin bu latifesi Deniz’in sohbetin kalanında babasının kucağında uyuyup kalmasına rağmen ellerini boynundan bırakmamasına neden olmuştu. Hatta öyle ki o gece Mehmet bey sabaha karşı Deniz’i odasına taşırken ’’Baba beni bırakma, yanımda uyu’’ demesine kadar varmıştı.Gıcırdayan ahşap merdivenleri ağır ağır çıkarlarken uyanan küçük kız yeniden babasının güven dolu kollarında olduğunu görüp yeniden uykuya dalmıştı. Babası Deniz’in yatağında iki büklüm bir kaç saat uyku ile sabahı etmişti.
Yıllar sonra Ahmet bey yine onları ziyarete geldiğinde bu kez Deniz genç bir kadın olmuştu. Babasının yaşlandığını Ahmet amcanın derin çizgilerinden ilk defa fark eden Deniz hafiften içi burkularak önce Ahmet beye sonra da babasına sarıldı. ’’İkiniz dünya durdukça yaşamalısınız.’’ Yıllar önce babasını paylaşmak zorunda kaldığı için kıskandığı( ona bunu ne zaman hatırlatsalar utanarak yanakları kızarırdı) Ahmet amca yıllar içinde Deniz için ikinci bir baba olmuştu. Bütün önemli günlerinde babası ile birlikte onu hep yanı başında bulmuştu. Ne kadar uzakta olursa olsun bir şekilde Deniz’in yanında olduğunu Deniz’e hep hissettirmişti. Bu nedenle Ahmet amca artık onun vazgeçilmezlerinden biriydi.
Kahveler gelmiş sohbet yine demini bulmuştu. Deniz babası ile Ahmet beyin sohbetlerini her zaman ilgi ve keyifle dinlerdi. Hem çok bilgileniyor hem de babasının Deniz’in olmadığı yıllarını bu sayede öğrenmiş oluyordu. Birden Ahmet bey, Mehmet beye hınzırca gülümsedi. Öyle iyi dost olmuşlardı ki artık yıllar içinde sadece mimikleri ile bile birbirlerine demek istediklerini anında ifade edebiliyorlardı. ’’Hayır’’, dedi Mehmet bey. ’’ Bunu yapma, başka şeylerden konuş’’. Ama Ahmet beyin Mehmet beyi dinlemeye hiç niyeti yoktu ve gülerek söze başladı.
- Deniz senin bu baban var ya bu baban, üniversite yıllarında çok çapkın bir adamdı.
- Hımm. Bence bu konu güzelmiş. Neden susturmaya çalışıyorsun baba Ahmet amcamı?
- Hahah . Neden olacak annenden ödü kopuyor da ondan. Koskoca Mehmet müdür bildiğin kılıbık yahu.
- Hahahha. Annemi çok seviyor da ondan o Ahmet amca.
- Bak sen bak, hiç babasına da toz kondurmaz küçük hanım. E, o zaman anlatmayayım ben Ayşe’yi, Müzeyyen’i Aysel’i falan.
- Ne! Kaç kadınla görüştün baba sen?
- Hepsinde anneni arıyordum kızım. Bulsam bir de kalacaktım.
- Hahahha... Yalan vallahi yalan. Bunu var ya Deniz kaç kere dayak yemekten kurtardım. Yahu senin baban bildiğin Tarık Akan filmi çeviriyordu üniversite sıralarında.
- Öyle mi baba? Bak ya, bunca yıldır neden biz bilmiyoruz bunları.
- Gereksiz şeyler kızım. Bu tür konuları konuşmak annene saygısızlık olurdu.
- İyi ya işte , tam zamanı. Deniz, annen hazır benim hanımla dedikodunun yolunu diğer oda da bulmuşken ben sana biraz bunlardan bahsedeceğim. Ahmet amcana bir yemek borcun olsun ama, anlaştık mı?
- Tamamdır, hadi anlatsana Ahmet amca meraktan öleceğim.
- Senin bu baban kızım, bir keresinde aynı an da üç kız ile çıkmıştı. Biz o zamanlar sevgili olmak gibi tabirler kullanmazdık. Çıkmak derdik, görüşmek derdik. Öyle ulu orta el ele, kol kola falan da gezemezdik. Kızlar akşamları dışarı çıkamazdı.Bırak kızları erkekler bile doğru düzgün dışarıda gezemezdi. Darbeli günlerden geçerken çok dehşet verici şeyler de olmuştu sokaklarda.Özgürlük adına özgürlüğümüzü daha çok kaybetmiştik.Ağzımızı açsak hapse atılıyorduk. İşte böyle bir zaman da ve ortam da Mehmet, aynı zaman da üç kızla çıkmayı becermiş bir çapkındı.
- Ben onlarla çıkmadım ki. Onlar benimle çıktı Ahmet. Hem ne münasebetsiz adamsın sen, gelip kızıma neler anlatıyorsun.
- Hahaha... Hiç kükreme Mehmet bey, bir daha böyle fırsatı nereden bulacağım ben. Deniz seninle ilgili her şeyi büyük bir açlıkla merak ediyor. Bence bunları da bilmeye hakkı var.
- Tamam, o zaman ben anlatayım sana güzel kızım. Madem bu patavatsız adam bu konulara girdi. O halde birinci ağızdan dinle babanın neden böyle hercai aşklara mahkum olduğunu. Hepsinin tek suçlusu kitaplardı.
- Hahah! Baba güldürme beni ya. Ne alakası var kitapların senin çapkınlıklarınla?
- Bekle kızım, sabırlı ol, anlatıyorum.
- Peki, sustum.
- Ben lise yıllarımda tanıştım en güzel kadınlarla. En güzel kadının vatan olduğunu öğrendim ilk önce. Namık Kemal’in ’’anne’’ diye seslendiğini duyduğumda anladım vatan borcu neden namus borcudur. Vatan annedir, anne namustur. Sonra yıllar içinde önce Ayşe oldu Ateşten Gömlekle sonra Mısır’da Zeynep oldu vatan. Vatan hep en büyük aşk, hep en yüce kadın olarak kaldı hayatımda. Başka kadınlar girdi sonra ışıksız odalarıma, hem kendi ülkemden hem başka ülkelerden. Anna Karanina oldu kadın bir zaman, aşkı vardı ve bir de evliliği. Bildiğim, öğrendiğim kadınlardan başkaydı tanıştıkça o kadınlar. Handan oldu kadın, Çalıkuşu sonra. Çok şey öğrettiler bana. Erkek olmak değilmiş mesele. Mesele, en zorundan yaşarken hayatı güçlü olunuyorsa delikanlı olmakmış meğer. Kadınlar hep konuştular benimle. Emma oldu kadın. Utandım ondan aldıklarım için, benimle aslında hep onun olan şeyleri benden alabilmek için savaşırken. Kendilerine biçtiğimiz rollerin dışına taşan onca kadının her birine teker teker aşık oldum. Onların hayatlarını okurken gerçeğini çevremde aradım. Tante Rosa , Maria Puder’den sonra beni derinden yaralayan ikinci kadın oldu. Bilmeyişlerini, bilişlerini,seslerini, sessiz direnişlerini çok sevdim.Hiç kimseye anlatamadım onlara hissettiklerimi. Türk toplumunda büyümüş bir erkek olarak onları anlayabiliyor olmam bile alay konusu edilebilirdi. Toplumun dışında, çevresinde gezinmeye başladım. Okudukça kabuklarım soyuluyordu. Artık yeni bir ruh giyinmeye başlamıştım. Kadınlar hakkında bildiğim her şey büyük bir yanlışlıktı ve ben bununla yüzleşiyordum. Aysel, o şiirlerdeki şuhluğundan başka biriymiş. Başka bir Aysel varmış, başka bir şehirde. Adalet Ağaoğlu’nun getirip karşıma oturttuğu bu Aysel bir otel odasında belki intihar etmemişti ama benim içimde büyütülmüş olan erki öldürmüştü.
Sonra hep başka kadınlar geldi okudukça. Ben bir süre sonra o kadınları etrafımda aramaya daha sıkı sarıldım. Ya kendilerini benden gizliyorlardı ya da onlar gerçekten de sadece birer roman karakteri idi. Hep hayatın kendilerine biçtiği rollerden memnun, uysal, ezilmiş ruhları ile tanıtıyorlardı bana kendilerini. İçlerinde ara ara az biraz isyan çığlığı görsem ona tutunmak istedimse de hep çok çabuk söndüler. Üniversite de okuyup bu kadar silik olmayı kabul etmelerine isyan ediyordum. Defalarca uğraştım ama onlara bir türlü aşık olamıyordum. Tam tüm kadınlardan umudumu kesmiştim ki bir kız dikkatimi çekti dolmuş durağında. Çok güzeldi, tarifsiz derecede güzeldi. Saçları hafifçe dağıldı rüzgarın tesiriyle ve saçını düzeltirken göz göze geldik. İşte o an ben donup kaldım. Bir büyünün tesirine kapılmış gibi onun bindiği dolmuşa nereye gittiğine bakmadan binip gözlerimi ondan ayırmadan yola devam ettim. O, oturur oturmaz çantasından bir kitap çıkardı. ’’Sabahattin Ali’’, ’’Kürk Mantolu Madonna’’ ile ağırlıyordu onu sayfalarında. Kitabın ortalarına geldiğini fark edince insanlarla itişe kakışa yanına yanaştım. Ben ayakta, o oturur vaziyette iken sohbet başlatmak hayli zor olacaktı ama bunu yapmazsam çok pişman olacaktım. Ona elindeki kitabı okuduğumu söylediğimde biraz tersledi beni. Sonra muzip bir gülümseme ile ’’Sizi tanıdım sanırım. Raif Efendi değil miydiniz siz beyefendi?’’ dedi. Akıllı hanımefendi kitabı gerçekten okuyup okumadığımı bu vesile ile test etmişti anda. Ben de ona ’’ Eğer Raif Efendi olsa idim siz de Maria Puder olurdunuz. Ancak şu var ki ben sizi yıllar sonra birileri okusun diye bir günlüğün tozlu sayfalarına yazmak yerine bulmuşken her ne pahasına olursa olsun sizi dolu dolu yaşamayı seçerdim’’ dedim. İşte o günden sonra yıllar boyunca o kadını yaşadım ve yaşıyorum. Bir bu kadar yılım daha olsun isterim onu yaşamaya devam etmek için.
- Baba, annemle böyle mi tanıştınız? Çok güzelmiş gerçekten, çok romantik. Seninle gurur duyuyorum babacığım, sen her kızın isteyebileceği kadar mükemmel bir babasın.
- Hadi git bi çay koy bakalım Ahmet amcanla birlikte içelim. Bu kadar laubalilik yeter hadi bakalım.
Deniz yerinden kalkıp babasına sarıldığı o anı yıllar sonra telefonun diğer ucundaki Ahmet amcasına anlatarak hatırlatırken ağlayışını durduramıyordu. ’’Raif Efendi ölüyor Ahmet amca. Maria Puder onu hala bu kadar çok severken hem de Raif Efendi onu bırakıp gidiyor. Ben buna engel olamıyorum Ahmet amca.’’
Deniz...
YORUMLAR
vay canına
bayıldım
izninizle arşivime almak istiyorum
her romanın gerçek kahramanı bir kadındır aslında yukarıda anlattığınız gibi
kürk mantolu madonna hariç
kürk mantolu madonna da benim kahramanım raif efendidir.
hiçbirşey raif efendinin canını acıtmaz artık o dünyanın dışına atılmış bir adım (ahmet telli nin şiirinden alıntı) olan maria puder i kaybettikten sonra.
dışardan bakıldığında zavallı, itilip kakılmayı hakedecek kadar zayıf görünen raif efendi; aslında tüm dünyadan daha güçlü, aklınıza gelebilecek her türlü zorluğu tek bir kişi ile paylaşmaya bile gerek duymayacak kadar güçlüdür.her acıyı kendi içinde yaşar ve bastırır.tek bir mimik bile göstermeden. çünkü artık hiçbirşey onun canını yakamaz.
harika yazınızı sadece kürk mantolu madonna kitabına indirgediğim için beni affedin lütfen.sadece yazınızı okuduğumda kitabı okuduğumdaki hazzı karnımda hissettim.
İzninizle kitaptaki sevdiğim bir kaç paragrafı sizinle paylaşmak istiyorum.
"Etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin en derinlerini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın
heyecanlanmasına veya birine kızmasına imkan var mıydı?
Böyle bir adam önünde bütün acizliği ile öfkeyle çırpınan birine karşı
taş gibi durmaktan başka bir şey yapmasına ihtiyaç var mıyıdı
Bütün düş kırıklıklarımız, öfkelerimiz karşımıza çıkan hadiselerin beklenmedik tarafındadır.
Herşeye hazır bulunan ve kimden ne geleceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür"
"çevresinin senelerce sabırlı bir çalışma ile vücuda getirdiği bu sahte şahsiyet
asıl hüviyetinin başkaldırmasına meydan vermeyecek kadar kuvvetliydi."
"'Şuna dikkat edin ki benden herhangi bir şey istediğiniz gün herşey bitmiş demektir.
Hiçbirşey anlıyormusunuz…hiçbirşey istemeyeceksiniz''
Sonra meçhul bir düşmanı ile kavga ediyormuş gibi hırçın bir sesle devam etti.
'Sizlerden yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyormusunuz?
Sırf sanki en tabi haklarıymış gibi insanlardan birçok şey istedikleri için.
Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil.
Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları
hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki…
Kendilerine ne kadar fazla , ne kadar aptalca güvendiklerini farketmemek için kör olmak lazım.
Herhangi bir şekilde talepleri rededildiği zaman, düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir.
Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazhgeçmiyorlar.
Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek….
Biz isteyemeyiz…Kendiliğimizden bir şey veremeyiz…
Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum."
"Ruhumdan ezici bir şüphenin kaktığını hissettim.
Onunla alelade bir çapkınlık macerası yaşamaktan korkuyordum.
Bunu yapamazdım.
Kürk Mantolu Madonna yı bu halde görmektense,
onun tarafından aptal, acemi yerine konmayı tercih ederdim"
"İnsanlara kızmama imkan yoktu.
Çünkü insanların en kıymetlisi, en iyisi, en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti.
Diğerlerinden başka bir şey beklenebilir miydi?
Artık insanları sevmeme ve onlara tekrar yaklaşmama da imkan yoktu.
Çünkü en inandığım en güvendiğim insanda aldatılmıştım."
SEVGİLERİME, SAYGILARIMLA NİCE YAZILARINIZA
erdal güvenli tarafından 2/25/2020 1:28:29 AM zamanında düzenlenmiştir.
''Eğer Raif Efendi olsa idim siz de Maria Puder olurdunuz. Ancak şu var ki ben sizi yıllar sonra birileri okusun diye bir günlüğün tozlu sayfalarına yazmak yerine bulmuşken her ne pahasına olursa olsun sizi dolu dolu yaşamayı seçerdim’’ dedim''
İşte burada dondum kaldım, nasıl derinlikli duygudur bu yüce tanrım
içselleştirilecek derslere konu olacak bir aşk destanı
tahmin etmemek ne mümkün ki! Böylesi bir Babanın kızı elbette göl olamazdı
çok şey yazmak geçiyor içimden çok şey.... ancak ellerim titredi duygusallaştım
İnsana kardeşten de öte dost lazım işte Ahmet amca gibi vede evlat lazım DENİZ gibi
sevgilerimle
muslumbayram tarafından 11/7/2019 2:55:21 PM zamanında düzenlenmiştir.
muslumbayram tarafından 11/7/2019 3:02:05 PM zamanında düzenlenmiştir.
tam da ne güzel yazının akışına kaptırmışken finalde bi acıyla sarsıldım...babalar kızlarına düşkün olur genelde, kızlar da aynı şekilde babalarına...kendi babamdan biliyorum...ne babasız, ne de annesiz bi dünya düşünebiliyorum doğrusu...bi gencin acısını duyduğumuzda yaşlısından da gencinden de aynı şeyi duyarız derler ki "Allah sıralı ölüm versin herkese!"...her seferinde duyduğumda bu sözü tüylerim diken diken olur...ben ölümü ne anneme ne babama yakıştırırım oysa...'acılarını bana gösterme ya hızır! benim ömrümden al onlara ver!' dediğim bile olur...genci de yaşlısı da aynı değerde benim için zira...şu hususta da tanrı'yı sorguladığım olur bazen 'madem ki ölüm vardı, olacaktı, madem ki bi yuva yıkılıp dağılacaktı neden insan denen canlıyı yarattın?'
bu yazının kurgu olmasını diliyorum canım...umarım öyledir...sevgimle yürektesin...
Kız çocukları her zaman derim babalarını bir başka severler.
Aşk nedir diye sorsanız, kızlar baba derler. Yazıyı okurken bende nasiplendim kendi adıma. Babama dair anılarım canlandı her cümlede. Anıyı yazarken hislerini o kadar iyi anlıyor ve biliyorum ki. :((
Çok güzeldi.
Tebrik ederim Deniz'ciğim sevgilerimle.
Varlığını hak zannedip hep bizimle olacaklarını düşündüklerimizin, onlar kadar bizi kimsenin sevemeyeceğini bildiklerimizin yokluğudur, yaşımız ne olursa olsun, bizi 'sudan çıkmış balığa' döndüren...
Bazı yokluklar, varlıkta da başlar... İletişim bitmişse, çareler tükenmişse, iş sadece nefese kalmışsa... o zaman başlar acılar en büyüğünden...
Sevgili Deniz, sözcüklerin gözyaşlarını sildim okurken sanki... Böyle acılarda göz ağlamasa da öz ağlar...
Bir babanın kendini böyle güzel anlatacak, anacak bir evladı yetiştirmesi ne büyük bir servettir... Bir evladın böyle güzel duygularla hep yüreğinde taşıyacağı bir babasının olması ne büyük bir şanstır...
Önce damdan düşen misali... Seni çok iyi anladığımı düşünüyorum Sevgili Deniz.
Yüreğinden öpüyorum... Hepinize güç dilerim.
Sevgilerimle...
Babanın güzelliği yetiştirdiği evlâlardan belli zaten.
Mesele sevginin doyumsuzluğu
Zira leke almamış bir evlat ebeveyn ilişkisi bu dünyadaki en güzel sevgi türlerinden biridir.
Baba bir dağdır
Insanın sırtını dayadığı
Güvendiği
Evin güvenliği gücü.
İnsanın atlatamadığı üç beş acıdan biridir ana, baba acısı
Geçmez sürekli sızlar
Ve daha bi büyütür insanı er yada geç.
Gülüşün şenlensin hüznün azalsın pikachum.
Evet sevgili Deniz,
çok güzeldi anlatım ve beni gençlik yıllarıma attı babasının okuduğu romanlar,
doğmak olduğu gibi gitmekte var bu alemden, bende babasına doyamayanlardanım .
Sözlerin bittiği noktadayım hüzne boğuldum...
Tebrikler...
Sevgiyle kal...
Oya gedik tarafından 11/5/2019 8:22:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
"...Okudukça kabuklarım soyuluyordu. Artık yeni bir ruh giyinmeye başlamıştım..."
"..ki bir kız dikkatimi çekti dolmuş durağında. Çok güzeldi, tarifsiz derecede güzeldi. Saçları hafifçe dağıldı rüzgarın tesiriyle ve saçını düzeltirken göz göze geldik. İşte o an ben donup kaldım. Bir büyünün tesirine kapılmış gibi onun bindiği dolmuşa nereye gittiğine bakmadan binip gözlerimi ondan ayırmadan yola devam ettim."
herşey yolunda giderken "ölüm" nereden çıktı diyesim geldi..
çok çabuk büyüdük..
hayatında kaç defa sudan balık çıkmış gibi hisseder insan kendini, kaç defa??
aşkta, dinde, işte, ailede....çıkan balık...
en sonunda hayatın kendisinden mi gitmeli..??
nice kışlar atlatan insan bir kışta, kaç bahar yaşayan insan bir baharda, sonbahar, yazda...
güzel bir yazıydı,
hüzünlü bitmesine üzüldü okurlar..
kimi de gelir söz tükenir işte...
saygılarımla...
Deniz'in mutlu olması için ihtiyacı olan tek şey; babasının ilgisinden
başka bir şey değilmiş.
Pablo Neruda demiş ki; sevdiğiniz insanların sevgisini hissetmek,
hayatınızı besleyen güneş gibidir. Böyle de güzel kurgulanmaz ki
tebrikler. Sevgilerimle.
VAZO tarafından 11/6/2019 6:22:35 PM zamanında düzenlenmiştir.