Kara Elmas'ı Hatırlayanınız Var Mı
Sene yetmişli yıllardı… Apartmanda kaloriferli evde oturmak, ev telefonu sahibi olmak, 56 model şavrole(orjinal adı Chevrolet) model araba ile sükse yapmak, İspanyol paça pantolon giymek, saçları hiç kestirmeden, yıkamadan yaşamak-hippi gibi ve dahası yaşamın tablosuna sığan olmazsa olmazlardı.
Ankara’nın gecekondu diye tabir edilen semtlerinden birinde, bir apartmanın bodrum katında, iki oda bir salonu olan evde oturuyorduk. Hatta küçük birde balkonu vardı, yerden iki metre kadar yukarıda idi. Evin çıkış kapısının sol tarafında bir kömürlüğümüz vardı. O yıllarda apartmanlarda her dairenin bir kömürlüğü olurdu, kapısı derme çatma tahta kapıdan, anahtarı kalın bir demir parçasıyla kapanan basit bir mekanizmaya sahipti. Eğer kömürlüğün lambası olmasa bir mezarlığa girmiş hissi verirdi, kapkaranlıktı.
Aslında hem apartman hemde kaloriferli bir dairede oturmak, o zamanlarda şöhretlenen orta direğin zenginliğiydi.
İnsanların bir gecede inşa ettikleri evlere gecekondu derlerdi. Tapusu olmayan, devlet arazisi üzerine yapılırdı. Topraktan yapılmış duvarları, tahta ile kapatılmış çatısı, badana kokusu duvarları, evde dolaşan lağım fareleri, sıçanları, geceleri rahat vermeyen tahta kuruları… Her olumsuzluğa rağmen evdi işte, buna da şükredilirdi…
Kış geldi mi, şehri saran karbon monoksit gazlı dumandan göz gözü görmezdi. Soğuk dondururken, bu gazda nefes aldırmazdı… Bacalar temizlenir, evlere sobalar kurulurdu. Ardiye denen yerlere gidilir odun, kömür alınırdı. Parası olan yarım-bir ton, olmayan elli-yüz kilo odun alırdı. Bir pikapla odun eve gelir ve aile fertleri tarafından kömürlüğe taşınırdı. Kömürlükte yer kalsın diye özenle dizilir, adeta sanat eseri gibi yer planlanırdı. O zaman kömür-kara elmas, belediyeden satın alınırdı. Belediye peşin parasını alarak, kömürün geleceği günü fatura ederek verir ve o gün de eve gelirdi. En ucuzu tozlu linyitti. fakirin kömürüydü. yandığı zaman geceleri korkuyla yatılırdı, “Ya zehirlerse…” en iyi kömür ve pahalı olanı taş kömürüydü. Onu da almak kolay değildi. Dedim ya Orta direğin kömürüydü.
Rahmetli annem sabah erken kalkar, salonun ortasındaki sobayı yakar, kömür tava geldiğinde bizi uyandırırdı. Sobanın altına inen yanmış kömür parçaları üzerine sucuklar konur ve ekmek arası çayla doyumsuz yerdik. Sobanın üstüne bayatlamış ekmekler maşanın üzerine dizilir, marka ismi “Alemdar Yağ” denilen tereyağ sürülürdü üzerine süzme bal ile… Kahvaltıdan sonra biz çocuklar okula, babamsa işe giderdi. Akşamları sobanın üstüne patates, kestane konur ve kebabını zevkle yerdik. Paramız varsa et alır o sobanın yanmış ateşinde kebap da yapardık. Kara elmas yanar, evin içinde saltanatını sürer, dışında ise, zehir saçardı. İnsanın iki yüzlülüğüne benzeyen içi başka dışı başka performans sergilerdi.
Çocukluk yıllarında, Kara Elmas’tan nasıl kurtuluruz diye hayal ederdim. Çünkü kömür eve gelse, hamal gibi kömürlüğe bende taşırdım. Kömürlükten sobada yanmak üzere elimde kova her gün eve taşımak rutin işim olurdu. Sonra ise yanmış kovanın küllerini çöplüğe taşımam ve o soğukta temizliğini yapmam gerekirdi… Kara elmas bu yüzden çok zahmetliydi…
Yıllar sonra hayallerim gerçek oldu. Şimdi evim bir sitede bulunuyor ve ortak ısınma sistemi ile ısınmasını zahmetsizce sağlıyorum. Evde mangal yapmak mümkün değil artık, sucuğu ocakta yağla pişiriyorum. Ne bayat ekmeği doğal ateşte ısıtıyorum ne de o Alemdar Yağ var. Evim sıcacık ama çöl sıcaklığı gibi sadece yakıyor işte…
O fakirliğin içinde kara elmas ile yaşamak ne güzelmiş demek geliyor içimden, maalesef. O günleri özlüyorum desem yeridir… Ha birde o gecekondular şimdi villa oldular… Evlerde kara elmas değilde hanımların parmaklarını saran elmaslar var artık. Işıldıyor onun gibi ama odayı ısıtmıyor, cepleri yakıyor.
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Çok zor yıllardı o yetmişli yıllar biz de ilkokulu bitirene kadar sobalı bir ev de oturduk, sonra kaloriferli bir eve taşındık biraz rahatladık, daha doğrusu annem rahatladı soba yakma derdinden kurtulunca. Şehir de Ankara'da müthiş bir hava kirliliğin olduğunu biliyorum o yıllarda... Yine de sıkıntılı bile olsa güzeldi o yıllar dostluk komşuluk vardı, insanlık daha fazlaydı şimdikinden. Kutlarım güzel yazını...
saf şiir
Allah razı olsun muhterem üstadım...
Sayenizde eski günleri tekrar yaşadım... o linyitin kokusu geldi burnuma...
Sobanın sıcaklığını, taşıdığımız kömürlerin ağırlığını hissettim...
Çocukluk gençlik günlerim gözümün önünden geldi geçti...
Hepsi geride kaldı...
Şimdiki bu rahatlığı yaşamış olan bizler o şartlara geri dönsek yapabilir miyiz?
Sanmıyorum...
Yaş kemale erdi, kömürü kim taşıyacak, sobayı kim yakacak...
Kendi suyunu gidip almaktan aciz üşengeç nesil, kömür mü taşıyacak...
Sanmıyorum... başta onları ikna edemeyiz...
Biz yaşamışlığın verdiği hazla ve hayallerle, hayata, Rabbimin verdiği müsaade kadar yaşamaya devam edeceğiz...
Güzel bir yazı okudum üstadım, yüreğinize kaleminize kuvvet...
Selam ve dua ile...