HAYAT DEVAM EDİYOR...
HAYAT DEVAM EDİYOR…
İnsan bugününü dününe borçludur… Bugün dünün meyvesidir başka bir deyişle. Bir arkadaşla sözleşmişiz ve her zaman olduğu gibi ben yine tedbiren erkenciyim, olur a, geç kalırsam mahcup olurum diye… Sağ olsun hiçbir dostum bu şerefi bana layık görmediğinden olacak hep bekleyen oldum, vaktinde gelsem de randevuma.
Yıllardır görüşmediğim bir dostla buluşacağız, meraktayım… Öyle ya, uzun yıllar kim bilir neler götürmüş ondan, neler eklemiş ya da… Üsküdar’ın hafif serin ama rahatsız etmeyen havası insanları da erken saatte dökmüş kıyıya sabahın neredeyse ilk ışıklarıyla. Kızkulesi’nin karşısında beton kaidelere kurulu mahfillerden birine çökmüş çayımı yudumluyorum. Denizde martılar çığlık çığlığa kısmetlerinin peşinde, kimi ise cilveleşiyor.
Dedim ya erken gelmişim yine ve kendi kendime söylenedururken yanıma bir koku ilişti… Koku diyorum çünkü cismen daha onu fark etmeden kokusu çöktü yanı başıma
“Beyim, cıgaran var mı?”
Elimde yanan sigaraya baktım ve ona uzattım…
“Almam beyim, bir tiryakinin son cıgarası alınmaz…” dedi ve kokusuyla gitti.
Neden öyle yaptım diye de kızdım, öyle ya, paketi çıkarmaya erinip elindeki yarısı kül olmuş sigarayı teklif edince adam bozuldu işte.
Sonra çaycı geldi ve yeni bir tane daha bıraktı, sormaya lüzum bile duymadan. Bu çaycılar böyle, yarım saatte bir bakmışsın temiz on beş bardağı dikmişsin… Hop hesap 65 lira… Nasıl oldu demene kalmıyor, ödüyorsun elbette…
Dedim ya erkenciyim ve Kızkulesi ile karşılıklı bir çay içerim o arada dost gelir alır başımızı gideriz motorla Beşiktaş’a, ver elini Balıkçı Ali’nin meyhane… O zamanlar akıllı telefonlar da yok tabi bugün olduğu gibi, evden kavilleşip çıkmışız, mekana gelmişiz, bekleyeceğiz…
Sabırsızlıkla saate bakma ihtiyacı duyduğuma göre epey gecikti teres diye düşünürken, çaycı damladı yine… Kafamı kaldırıp yalvarır gözlerle baktım…
“Kaç oldu başkan?”
“Kalkınca ödersin abey… Sorun yok…” dedi…
Abey dediğine göre bu da bizden diye hafif heyecanlandım… Gülümseyerek,
“Kastamonulusun herhalde?” dedim…
“He abey, nerden bildin?”
“Abeysinin, ben de gasdamonuluyun… Nasıl bilmen” dedim…
“Afiyet olsun abey…” dedi ve gitti.
Bir önüme koyduğu çaya, bir arkasını dönüp giden çaycıya baktım kaldım…
Adam iki çift laf eder. Yarım saattir on bardağın üstünde çayı kakalamışsın birader, iki çift lafın belini kırsak ölür müsün diye düşündüm gayri ihtiyari.
“Geciktim kusura bakma hocam…” dedi tepemde biri…
Ayağa güç bela doğrulduğumda saçı başı dökülmüş, yüzü daha bir ortaya çıkmış yürüyen hilkat garibesi bir şey karşımda dikiliyordu.
“Yok artık, bir evlilik bir insanı bu kadar değiştiremez…” demiş bulundum.
Gülümseyerek bana uzattığı eli sıkarken oturması için işaret ettiğimde bildiğim deşti armuda benzeyen vücudunu fark ettim… Göbeklisi makbuldür adamın derler tamam da bunun ki tam bir kara fırına dönmüştü.
“Sen hiç değişmemişsin hocam…” dedi.
“Boşanalı yıllar oldu azizim. Normaldir…” diyerek karşıladım bu nazik iltifatı…
Adam nerden bilsin, yolsuz çulsuz adamın evliliği ne kadar sürer. Adam ne bilsin, müzmin bekarlığın bir seçim değil bazen kader olduğunu… Bir yandan sohbet ederken diğer yandan da karşımdaki adamın eski zaman hayalini bulmaya çalışıyorum ama nerde… Hafıza da bitmiş…
“Eee… Yazmaya çizmeye devam ha…” dedi dostum.
“Eh işte… Eskisi kadar hevesle yapmasakta devam ediyoruz… Sen neler yapıyorsun dostum?”
“Gündüz memuriyet akşam da bir otelde resepsiyonist olarak çalışıyorum. Ancak yetiyor hocam… Hane 6 boğaz… Karı da çalışmayınca…” dedi ve yere dikti gözlerini…
“Karı çalıştırmam ben demez miydin… İyi ya işte istediğin gibi olmuş!”
“Hocam bu devirde tek kişi…” dedi ve sustu…
Dört çocuk yaparken bana mı sordun dememek için zor tuttum kendimi…
“Annem babam ve iki çocuk zor oluyor?”
İyi ki tutmuşum çenemi… İki çocuk yapabilmiş adam diye kendime kızdım…
“Emekli olmuştur baban…”
“Olsa ne olacak hocam… Ondan gelen kiraya gidiyor, anam desen haftanın üç günü hastane kapılarında. Çocukların okuluydu, üstü başıydı derken…”
“Doğru… Bu devirde zor…”
Şimdi bu adamla bir de ali’nin meyhaneye gidersek battık diye geçirdim içimden… Üstelik geçim derdi, şikayetler derken muhabbet de olmaz bununla… İyisi mi bir yolunu bulup görüşmeyi makul bir zamana sabitleyeyim dedim…
Bu arada çaycı bizi çaylamaya devam ediyor… Otomatiğe bağlamış mübarek, bir ara sinirlenip “Yavaş kardeşim, dökeceksin, bu kadar aceleye gerek yok…” dediğim halde dakikasını sektirmeden dayıyor çayı…
“Kalkalım biraz yürüyelim bari…” dedim…
Kalktık, 65 lirayı ödeyince zihnim daha bir açıldı… Hiç konuşmadan sahil boyu yürüdük…
Okulda da böyleydi bu; sünepe, renksiz, soğuk…
İyi de ne diye gelmişti şimdi bu?
Birden içimde bir yerlerde utanma duygusu kıpırdandı, yardımcı olabileceğim bir şey var mı diye sorayım demeye yeltendim, yutkundum… Kelin merhemi olsa diyerek…
Sahile varınca bir banka oturduk yan yana…
İnsanlar telaşlı, neşeli, coşkun, kimi asık suratlı, mutsuz ama nefes alır durumda sağa sola koşuşturuyor. Sokak kedileri, köpekler, çocuklar, kağıt toplayıcılar…
Sonra ayrıldık arkadaşla, akşama kadar hüzünlü dolaştım İstanbul sokaklarını ve Ali’nin Meyhanesi’nde en dip masada kaderine kahrettim dostumun… Allah’ım neydi günahı diyerek…
Fondaki müziğe dikkat kesildim… “Başım belada… Dabancamı unutmuşum helada… Nerden baksan kararsızlık, nerden baksan tutarsızlık… Nerden baksaaaan ahmakçaaa”
Hayat devam ediyor…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.