- 833 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
20 Suskunluklarımız benlik direncimizi aştı 20.
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kocaman bir düşünce bu, keşke, kendime sen kadar güvenmeseydim…
Yine kocaman bir düşünce, keşke kendimi sen kadar sevmeseydim…
Yine, yine de bir düş…
Keşkeler olsun her şeyi senin gibi yapmaya çalışmasaydım…
Mesela sen kadar kitap okumaya çalışmasaydım, sen kadar uykusuz kalıp, çalakalem aşka dahil olup, kendimden öte sen kadar yazmaya çalışmasaydım…
Hele sevginin yüceliğinden, sevmenin doruklarında kalıp, yaşamıma etken düşler kurup, aşka dair var olan tüm amaçları kendime yükleyip, sevmenin içine bu kadar dalıp, gece uykularımı heba edip, yarınsızlık korkuları ile sevgi ile bu kadar dalaşmasaydım, sen gibi hiç sevmeye aç, sevginin penceresinde baka kalarak yıllarımı adamasaydım derken bile sen gibi oldum sanki…
Hani derdin ya biz zamanı kovalamadan içinde var olacağız diye…
Zamanın bitimsizliğinde sevmenin ruhunu taşıyıp,yarınlara ulaşmaktı amacım...
Karanlıkta ışık bulmuş bedenim gölge kovalamacası savaşımıydı sen düşleri ile yaşamak…
Çoğul içinde özlem doluluğu olan bu kalan yaşamın içindeki bir hikâyeydi anların sayfalara düşmüş cümleleri…
Karanlık, ışık ve gölge, sanki senle ben gibi olan geçmiş yaşamın çoğul anılar…
Hangi etken önemliydi, yağmurlar mı, dalga sesleri mi, uzaktan uçan martının umutları gibi, imkânsızı zorladığımız kendi düşlerimiz veya umutlarımızdı…
Karanlık veya gölgelerimiz miydi umutsuzluklarımız?
Ayrılık konularına yazılmış yalnızlık şarkıları mıydı içimize sindiremediğimiz?
Gece ve gündüz arasındaki bir bağdı yaşamımız birbirine bağı paylaşılamaz olan…
Yaşamın an zamanlarına göre bazen haykırmak istiyoruz çığlık çığlığa ki acılarım bedensel bedensel baskı yapması vedasızlığa basıp geçeceğim sevdanın kökenin de düşüyorum, öteler nereleridir ki zaman zaman bastırıp yüreğimi, yokuşa çıkar gibi çığlık çığlığa düşmek galiba bu hallerim…
Sonuç tutuşuyor zamana göre düşler, sen ve bendeki her şeyler gibi…
Sana baktığım gibiydi yaşamım, her an bir sürpriz, her an bir yürek vurgunu, sana bakarken nefes alır, sensizken düşler kurup yaşama akardım...
Gün geldi yaşamı öğrendim senden, gün geldi yaşamı sensizlikten anladım, acılar, suskunluklar dolandı peşime ve her gün bambaşka nefesler aldım yaşamdan...
Sonra düşkün oldum yaşama, düşkünlükle yaşadım tüm nefreti, korkular ve de yalnızlığın eşsiz gizemini...
Öyle işte sevgili, yaşam tek çizgili bir daire ve bitmeyen bir yolculuk düşleri...
Kendimle kendim arasında var olma savaşıydı bu, birinden biri öne çıkmak istiyordu…
Biri sevgiden uzak dingin bir yaşamda var olmak için çaba sarf ederken, diğeri sevgi ile sevgili arasındaki ağın ruhsal yapısındaki bütünlüğü işaretliyordu…
Savaş bir var oluş savaşıydı, kendine kendisinin galip geleceği yaşamın içindeki değerini çizecekti…
Yaşamın zor kanadıydı bu tercih zamanlaması…
Daim düş kurma ile geçecek bir yaşam bölümü, sevgiye saygı ve de sevgide var oluş kendine dahil oluş gibi bir tercihti…
Savaş yürek oynamalarına sebep olsa da inancın üstünlüğü kişi benliğine düşecekti…
Yıkılmak veya yığılmak arasındaki fark kadar yaşamın düşünce donukluklarında var olma şartı gerekliydi…
Ya kendi kendine yıkılıncaya kadar devam edecekti düşlerin veya birine yığılıp güçsüz bir yaşamda var olmaya çalışacaktım…
En önemlisi telef olma zamanlarının içinde dik kalabilmekti çok sevmenin bedeli…
Kar çamuruna basmak gibi bir yaşam tercihinin içinde kalmak belki de uğraşı zor nefes almalarla ödenecek bedellerdi…
Belki de yarınsızlık korkuları ile yaşamda ürkek adımlar yaratıyordu…
Ürkek adımlar tedirginlik içindeki yaşamın içinde var olma cesareti toplanması zamanıydı belki de…
Ardından ürkek zamanların getirisiydi asıl düş korkuları…
Veya korkulu düşler, yaşamın en ürken zamanlarının içinde nefes almanın zorluklarıydı sanırım…
Sadece kendini kendinle kıyaslamak…
Belki en korkulu düşünce bunların içine sığan yaşam zamanları…
Belki de birine yığılma korkularını yaratıyordu bu yılgınlık…
Bilirim ben diyor yılgınlığı, aslında bir hiçti bildiği, sadece içindekileri dudaklarından atıyor...
Oysa içindeki düşler aslında umutlarıydı düşleyenin, oysa o kadar çok umutsuzluk var ki, en başta gelen sevgi eksilmeleri idi sanırım...
Tükenmeye uzayan zamanın içinde yol aldıkça, yok olmak belki de en son düşünülecek bir duyguydu belki de yok sayıyorum mutlu geçen onca zamanı, kendi kendime yasak düşlerin içinden dondukça kendi kendime savrulurken, yağmurun ıslak zemininden kaymamak için uzu bir düş yolculuğu bu…
İçinde tutunamadığım bir zaman kesitinin yok sayılma nefeslerini hissederek kendime çileller hediye ettikçe, kaçı kaça yok sayıyorum, sanki kimi, kime yokluk bu bağırmak istedikçe bu boyutun içinde yalnızlığımı yok saydıkça, kendi kendimi yalnız hissettikçe, suyu kesilmiş bir havuzun tabanındaki tortularla yok sayıyorum bir gölgeye sığınmışken, içimdeki yalnızlık korkuları ile sabah gün ağarmasının içinde kendimi savunmasız hissederken…
Suskunluk ve çaresizlik ile yalnızlığımın içinde kimsesizliğimle sadece öfkeye düşmüş düşüncelerimle kendime zulmediyorum…
Şimdilerde bastıran bu sağanak düşleri arasında korkulardaki yalnızlık iç çekişleri ile uyanmak ve düşlerden uzak düşüncelerden yoksun rüyanın ışımasıyla yalnızlığım azaldıkça kendime olan küskünlüğüm an be an yükseliyor artık…
Ne sana ne de bir başkasına bu yalnızlık ruhu ile gel çık önüme, gülümse bana ve her zaman yaptığın gibi, iki elini de bana doğru uzatarak gülümsemesini duymak istercesine ısırıyorum dilimi acıya bulanıp bu kâbus düşünden uzak kalmak için…
Biraz sonra doğacak güneşin omuzlarımı ısıtışını özlüyorum, ruhumun üşüme titreyişleri arasından, içimden kasırga sesleri gibi oluşan özlem duyguları ile ürperiyor içim…
Elimde kırmızı bir karanfil demeti olmalıydı şimdi o demetin burnuma uzanan kokusu ile sapmalıydı burnumdan kokun. Yoksul çocuklar gibi, bakınmalıydı sabahın kokusundaki ışık huzmelerine ki yorgunluğun kırgınlıkları sarmalı bedenimi ve öfkenin dününden fazla olmalıydı u sabahki öfkem ki artık kendimi kayırma hayalinden vazgeçmeliyim…
Şimdilerde sen yoksun ya, olur olmaz zamanlarda yalnızlığındaki kalabalıklarına gidiyorsun ya, ben bakıyorum ya ardından, kırık öksüzleşmiş ruhla, gaiplik düşüncelerimle…
Sen gidiyorsun ya, zaman artık özlem çoğunluğu.
Zaman artık, bundan sonrası sensizlik.
Zaman bundan sonra öfke bulamacı ve başlı başına bir benlik savaşı.
Bir gariplik hissi ile ruhsal titreyişler başlar ya, olsun ben zaman zaman özlem, özlem diye haykırdıkça, buz kayması gibi çaprazlaşıyor ya ayaklarım.
Olsun, biz bu şehirde sevdik ya birbirimizi, tek başımıza dağıldık ya, dağınık ruh bedenimizle yalnızlığa uzanıyor ya ellerimiz, tutunmak için birbirimize, kar yanığı acısı sarıyor ya avuçlarımızı, sen gittikçe bakınmıyorum ya arkamıza, hep aranmada ya gözlerimiz, hep kapalı kapılarda, karanlıklarda ya, gözlerimiz, biz galiba özlenmeyi, özlüyoruz…
Hep yollara, hep gidenlere bakarak ki demli bir acılanma sevdası bu olsa gerek…
Şu an hangi sokağın duvarına çivilenmiş numarasını okudukça, içimden öfke prangaları yükselecek…
Bizim sokaklarımızdı bunlar. Bizim tanıdığımız kapı numaraları bunlar. Ve bizim yağmurda ıslanmamak için saçaklarında, omuz omuza, yüz yüze saklandığımız ve de zamanı terk ederek, unuttuğumuz zamanların içinde bir birimizle düşler kurduğumuz çatı altlarındayım şimdi…
Hangi duvar pembe, hangi duvar mavi olduğunu düşünmeden, yaslandığımız yol duvarları ve avuçlarındaki sıcaklığın ile haykırdığım yollar ve karanlıklar bunlar…
Yukarıdan aşağı bulutlardan düşecek yağmur sularının azalmasını beklediğimiz zamanlardaki sabırsızlığımla şimdi yolların parlak zeminindeki ruhsal savaşımla, geçmişin kulvarında koşarken, kasılıp kalan yüreğimin sesi kulak diplerimde ve ben yalnızlığın, kuytuluk uğultusu ile hâlâ barışamadım…
Dünler çok uzaklarda kaldı, sevgili, senin dünlerinle benim bu günlerim kırık döküktü…
Bir bekleyiş ve bir arayış bu olsa gerek…
Belki de sahip olamadığımız hayatın bu kesiti idi acılanmalarımıza gerekçe olan…
Bir fotoğrafını çerçeveleyip benim göreceğim bir yere assan yıkılır mı bu yaşam, senden gelecek haberi kollamakla geçen saatleri biraz da benim için bir düşün bakalım hayat, kaç zamanım huzursuz saatlerle geçiyor, sonra da bana, sorgulamalarla önderlik ediyorsun mutlu musun derken, onun da cevabını sen ver be hayat ki mutluluk dağılsın gözlerimde...
Bu akşam tüm ağlatacak düşleri senin omuzuna yükledim be hayat ki artık biraz olsun ruhum dinginliğe ulaşsın be hayat...
Düşündüm de kaç kere seninle mutlu oldum, kaç yaz mevsimini gözyaşlarımı kendiliğinden akıtmadan geçirdim, bana verdiğin hüznü mutlulukla çarpsak kaç yazı telef ederiz hiç düşündün mü, sonra, sevgiden sorular yönelttin bana, bir kere bana verdiğin huzurların gün adedini bir düşünsene, geceler boyu kendiliğinden düşen göz yaşlarımı silmek için telaşla peçete arama zamanlarımı bir düşlesene ki bana mutlu oldun mu hayattan demek için uzun uzun bir düşün be hayat...
Bozgunluk mu bekliyorsun benden ki sanırım biraz daha uzaklara bakman gerek ki böylece yaşamımdaki dinginliği bozma be hayat...
Dünden kalma bir gece zamanlarından artık bezmişlikle uyuma çabasına düşmüşken, arkada kalan yılların aylarındaki gün gecelerini düşlerken, o gecelerdeki kâbus rüyalarını iç çekerek yaşarmış gibi uyku düşleri kurmanın da garip bir sevinci varmış derken göz kapaklarım bir biri ardına düşme çabasında iken derin bir sessizlik ve de sadelik içindeydim uyku zamanına kadar…
Parlak bir metalle kocaman bir koçbaşı kabartması var adamın mahmuzlarında…
Uçları dairesel diken çıkıntısı, topukluyor atın karnına doğru mahmuzunu.
At başını kaldırırken hırlıyor, canım yanıyor canım canımın içi yanıyor.
Atın canı yanıyor son bir gayretmiş gibi adımlıyor uzağı. Acıyor içim, can yanacak bir sahne filmin karesinde.
Benim hayatımdan sanki anlar geçiyor. İçimden içime akıyor kan demeti oluklaşarak. İçim çürüyor, lânet okuyorken gözlerimi açıyorum dünyaya içimden öksürük kabarıyor can acısı bu.
Her gidenin ardından akar bu iç kanı insanın ki kimse görmez, kimse bilmez feryadın sessiz sesinin akortsuzluğunu, garip bir hırlama, sanki bırakılsa kurt uluması saracak yatak çarşafını.
Bu gece dolunay berrak bir gökyüzü ve Ay kararmamış bulutun içinde.
Oysa içim karanlık, oysa düşüm kâbus, oysa gece çok uzun sabahı zor bulacak bu düşünceler.
Ve sahipsizlikle akan gözyaşı kadersizliği, inanılası değil bir yaşam zamanı sanki vurgun çığlığında kulağıma gelen titreşimler.
Oysa Güneş’in doğmasına daha çok zaman var, bedenime Güneş ışığı tutup bedenimi yakmak için.
Oysa yaşam, oysa nefes almalar hep eksikli içimde. Pişmanlıkların olduğu çok zaman var ama yorgun bir beden ve uykusuzluk baş aşağı düşüyor gözlerimden.
Kime bu çöküş, kimle bu it dalaşına benzeyen yakarışlar? Oysa düşlerin tümü sahipsiz ve de kimsesizlik darlığında, özlemse boğazın son boğumunda bu akşam ki yalnızlık ve de özlem yaşamın berrak ışığına ki bedensel yorgunluk baş aşağıya düşmek üzere.
Ve yolların uzağı, ışıkların uzağındaki kayıplık bir karanlık sessizliği ile doluşan anı çıktıları ki her biri ayrı bir görüntüde ve geometrik şekilde. Sanki ruhum özgür dizginlemek imkânsız.
Boyun büken, imkânsızlıklarla dolu bir yaşam bu, ne geçmişine hoş bakılacak, ne de gelecekten umut beklenecek…
Yürekten kurulan bir bağ ile yaşama uzanan yıllarla bu düşüncelerle nefes almak artık bu yazgının içinde kalacak şüphesiz bu yaşamdaki nefes almalar bu titreşimlerle bedenime varlığını sürdürecek, umut ile umut yoksunluğunun ruhsal yapımdaki varlığı hep bir birine karışarak devam edecek sanırım ki hiçbir olguya varlığımın umudu yapışamayacak sanırım ama yaşam bu amaçla sür telaş devam edecek…
Mustafa yılmaz
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 29.10.2017 15:40:00
YORUMLAR
Savaşın rekabetin kendi ile özdeşleşmenin en hakiki yazılı ifadesini anlatan içsel ruhun yansımasıyla katagori oluşturmuş . Samimi ifadeler için teşekkürlerimi sunarım... Selamlar...