- 705 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
561- SİBEL
Onur BİLGE
"Sibel,
Şimdi o ağacın altındaki masamız bomboş. İskemleler kimsesiz. Ortalık sessiz, zaman ve mekân sensiz… Hava puslu, gözlerim buğulu… Umutsuzluların en koyusunu yaşadığımız duraktayım. Senden kilometrelerce ıraktayım. İçim sıkılıyor, kalbim sıkışıyor, ruhum daralıyor. Gözlerim çiselemeye devam ediyor. İşaret parmaklarımın dışını ıslatıyor yaşlar. Birazdan çözülür boğazıma tıkanan düğüm, bir hıçkırık tufanıdır başlar.
Sana ağlamayı yasaklayan ben, gözyaşlarımı saklayan ben… En çok yağışlı günlerde dışarıya çıkmayı neden seviyorum, biliyor musun? Gözyaşlarım yağmur tanelerine karıştığı için… Yağmur saklıyor yaşlarımı. O benim sırdaşım, yoldaşım, samimi ve vefalı arkadaşım…
Sibel nedir, bilir misin? Henüz yere düşmemiş yağmur damlası… Uzaklarda oluşan, yeryüzüne doğru yola çıkan, başkalarıyla teması olmayan, saf, temiz su damlacığı… Onun için Sibel dedim sana.
Bu ismin anlamı benim için, Antalya’nın ağustos güneşi gibi kavurucu aşkının tesiriyle kalbimdeki her an tazelenen, bitip tükenmek bilmeyen hasret acısının buharlaşarak yükselmesiyle gözlerime hücum eden yakıcı buğudan oluşan, gözpınarlarımdan usulca yola çıkan, dağılıp yok olmamaları için yere düşmeden yakaladığım, herkesten sakladığım paha biçilmez inci tanecikleridir.
Buğday, buğday tanesi, buğday başağı anlamına da gelir. Kimi için bin iken bir bile etmezken, benim için bire bin veren buğday başağı gibisin. İçimde çoğulsun, dışımda çoğul… İster yüz bu çoklukta, istersen boğul! Oğul veriyorsun balım sen, oğul oğul…
Bir oğlunun olacağını söylemiştin. Öyle müjdeler gibi değil, kahreder gibi… Hamilelik kim bilir ne kadar yakışmıştır sana! Biraz kilo almışsındır, yanakların, dudakların daha da dolgunlaşmıştır, ovalimsi yüzün yuvarlaklaşmıştır. Ey, çocuğa çocuk veren Rabbim! Sen nelere kadir değilsin!..
Neler söylüyorum ben! Kaptan’la ne zaman konuşsam, etkisinde kalıyorum. Aklıma bile gelmezdi yaratılandan hareketle Yaratan’a varmak… “Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan…” mı desem, “Üzüm üzüme baka baka kararır.” mı, “Körle yatan şaşı kalkar!” mı desem, ne desem bilmem ki! Boş kâğıt gibi yazıyor adam beni.
Eski Türklerde bir tanrıça ismiymiş Sibel. Bereketi ve bolluğu temsil edermiş. Benim öyle Arkeoloji literatüründen falan haberim yok aslında, Türk Mitolojisinden de anlamam ama bir yerlerden kulağıma çalınmış işte! Türklerde tanrıçalar olduğunu bilirim de ne adlarını bilirim ne sanlarını… Kibele ile alakası var mı yok mu? Cembil gibi taştan yapmışlar, geçip karşısına tapmışlar demek ki!
Tapmak farklı bir olay… Ben de seni tanrılaştırdığımın farkındayım ama bu sana taptığım anlamına gelmiyor. Bir Yaratan’ın varlığını kuvvetle hissediyorum da inancım gidip geliyor. Kaptan’a imanımın sağlam olmadığını itiraf etmemin gerçek sebebi de bu zaten. Ben aslında inançsız değilim, ancak ona tam anlamıyla sahip çıkamıyorum. Kaygan bir zeminde… Ne yazık ki bu zamana kadar ona, sıradan bir taş parçasına yapılan kaide gibi bir platform yapamamış, itikadımı sağlama alamamışım. Onu, seni önemsediğim kadar önemsemiş olsaydım, çoktan başarıya ulaşmıştım. Belki de bu hale gelmez, bambaşka biri olmuştum!
Eden kendine eder. İnsanın kendisine ettiğini yedi düvel bir araya gelse edemez! Ah aptal kafam! Herkes ufuklara baktı, ben önüme baktım. Herkes göklere baktı, ben yere baktım. Etrafımda mütedeyyin insanlar vardı. Onlar bambaşka bir âleme aittiler sanki. Ne yaklaşmak istedim ne de kaynaşmak…
Bir hayal dünyam vardı benim. İkonalarım gibi sevgililerim… İlgimi çeken kız aklıma takılırdı. Başlardım onunla bir dünya kurmaya… İki kişilik dünyalardı bunlar. Hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşemediler. Bazıları acemiliğime denk geldi, henüz gelmeden gittiler. Bazıları da tam yakalayacağım anda uçuverdiler. Her zaman birileri daha uyanık çıktı, benden atik davrandı, onları aldı. Bana arkalarından gıptayla bakakalmak kaldı.
Nesrin olayında da öyle oldu. Tam hayallerimi gerçekleştireceğim anda onu fabrikatörün oğlu aldı, sümüklü kardeşi bana kaldı. Kime niyet, kime kısmet… Dimyat’a pirinç almaya gitmişken, bulgurun kötüsüne kaldım. Ben de bunun acısını, gerçekten Bulgur’u ilahlaştırmışım gibi davranarak Pirinç’ten kat be kat çıkardım!
Tarihte asırlarca insanlar kendilerine dayanak aramışlar, insanları ilahlaştırmışlar, tapmışlar. Benim yaptığım da bundan farklı değil. Tapma raddesinde değil ama haddinden fazla abarttım hepsini de, prensesler gibi gördüm ve kendi başıma çoraplar ördüm.
Dedim ya ben mübalağacının önde gideniyim! Sevdim mi frenlerim tutmaz oluyor. Aşkın dozunu fazla kaçırıyorum, çıldırıyorum! Biri yarar, ikisi karar, üçü zarar! Benim hayatım zarar üstüne zarar!
Zarar üstüne zarar ettim her zaman. Her konuda öyle oldu maalesef. Hep teğet geçti mutluluklar bana. Para da öyle… Bir elimden diğerine geçmeden geçip gitti. Dibe vurdu yaşantım. Beni kim, ne yapsın! Derbederlik bende, serserilik bende, yoksulluk bende… Hem de hepsinin dik âlâsı…
“Hay, Allah’ın belası!” diyorum kendime. “Otur oturduğun yerde! Sen bir garip çingenesin, nene gerek gümüşlü zurna!” Gel de anlat gönül denen ayrana! Bir o yana kayar, bir bu yana…
Ne diyordu Kaptan? “Allah’ım, kalbimin ibresini dinin üzre sabit kıl!” Ben ona senden bahsettikçe bu duayı eder durur, sonunda da vurguyla “Âmin!..” derdi. Neden hep böyle dediğini sormuştum da nefsinin isteklerine boyun eğmemek için yakardığını söylemişti. Tam olarak ne anlama geldiğini, Allah’tan ne istediğini sormuştum:.
“İnsanın kalbinin pusula gibi ibresinin var olduğunu düşünelim.” diye açıklamaya başlamıştı ki dilimi tutamayıp:
“Kalbin de ibresi mi olurmuş!” deyivermiştim. O yine sabırla devam etmiş:
“Tut ki var!” demişti kaşlarını çatarak. “Öyle farz et! Pusulanın ibresi nasıl hep kuzeyi gösteriyorsa, kalbimizin ibresi de hep Kâbe’yi göstermeli. Ne kadar kayarsa kaysın, Kâbe’de karar kılmalı!”
“Neden Kâbe, abi? “Dinin üzre…” diyorsun ya…”
“Dinin belli bir yeri mi var! Madem pusuladan, ibreden bahsettik, bir yer, bir yön olmalı, öyle değil mi? Bizim için işaretlenen yer Kâbe, döndüğümüz yön kıbledir. Rotamız belirlenmiştir. İstikâmetimiz Sırat-ı Müstakim’dir.”
“O da ne demek?”
“Doğru Yol… Allah’a giden en kestirme yol… Yolu sarpa uğratmamak için kalbimizin ibresinin hep aynı yerde olması lazım ki yanlış yola sapmayalım! Bizim bunu cüzi irademizle kolayca başarmamız mümkün değil. Her konuda olduğu gibi bu hususta da Allah’tan yardım talep ederiz. Malum, yolda engeller var, çengeller var…”
“Ne engeli çengeli abi? Açık konuşsana, anlamakta güçlük çekiyorum.”
“Senin takıldığın çengel mesela… Aşamadığın engel… Benim takılmaktan korktuğum…”
“Ha! Şu mesele…”
Sonra da uzun uzun düşünmüştüm, dünyayla ahreti… Ben dünyanın peşinden koştukça o benden kaçıyordu. O dünyadan elini eteğini çekmişti, dünya ayağının altındaydı.
Acaba bu çılgın gönlüm senin peşinden koşmayı bıraksa, sen bana kuzu kuzu gelir misin?
Yine hayal âleminde gezmeye başladım. Kaleiçi turu çoktan bitti. Evimin kapısındayım. Mutsuzluğun kıyısında…
Yönüm senin evine dönük… Yunus gibi yatmışım kapının eşiğine… Sense Taptuk gibi âmâsın. Bilmem ki varlığımın farkına varır mısın.
Sulusepken”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 0561
YORUMLAR
Güzeldi,özeldi :Adı Sibel'di
Kimine su damlası kimine mahallenin güzeli
Tasavvuf'un gözünde aşka timsal
Gariban köylüye başakta bereket
Gören gözlere pek hikmetli bir sır
Arifin kalbinde yaratılışa dair bir delil
Hayırlı çalışmalar
Onur BİLGE
Onur BİLGE
Evet Edebiyat defterine, başka siteden arkadaşımın önerisiyle katılmıştım , Önceleri Tacettin bey, Tonyak ve siz Onur Bilge ile Edebiyat defterine sağlam kalemler sayesinde bağlandım, Sonraları siz gibi çokça değerli kalemleri okuyarak uzun yıllar oluyor devam etmekteyim. Edebiyata dair çok şeyler öğretiyor her bir kalem .
(Teşekkür ederim sevgili Onur Bilge, size katılıyorum...
Bu arada ''Edebiyat defteri yöneticimiz Habib Dağ 'a bizlere bu güzel hizmeti sağladığı için sayfanızdan emeklerine çok tesekkür ediyorum...
Saygılarımı bıraktım...
Sibel nedir, bilir misin? Henüz yere düşmemiş yağmur damlası… Uzaklarda oluşan, yeryüzüne doğru yola çıkan, başkalarıyla teması olmayan, saf, temiz su damlacığı…
Evet sevgili Onur Bilge, gece öyküleriniz birbirinden güzel, kaleminize rastladığımda mutlak okuyorum ne çok güzelliklerle dolu bilgiler, aşkın acısı, feyzler,ihlaslı kaleminizle ne güzel bir anlatımınız var...
Kutlarım...
Saygılarımı bıraktım...