- 422 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Okumak
Kitap okumayan insanlar bu konunun dışında; evvelâ bunu belirteyim. Okullardaki edebiyat derslerinde özet çıkarma ödevi mecburiyeti nedeniyle okuduklarından sonra bir daha eline kitap almaya çekinen, hatta -nedense- utanan, sonradan okumayı denese de daha ilk sayfalarda sıkılan ve dahi evinin bir köşesinde ufak da olsa kitaplığı bulunmayan insanlar bu yazıyı okumayabilirler. Bu yazı; okuyan, okumayı seven insanlar için.
Kitap okuyan, düzenli okuma alışkanlığı olan insanlar arasında ise iki ana sınıflandırma yapılabilir bana göre. Buna değinmeye çalışacağım. Birincisi okuduğu kitapta sadece konuya, mânâya odaklananlar, ikincisi ise anlamla birlikte şekle de dikkat edenler.
İlk sınıf insanlar klasik eserlerden, eski yazarlardan, yeterince lezzet alamıyor tanıklık ettiğim kadarıyla. Yeni yazarların, görece güncel konulardan bahseden, anlatım dili daha sade eserlerini okumayı seviyorlar genelde. Tarih, güncel politika ya da biyografi bu tip okuyucunun en sevdiği türlerden diyebiliriz. Hatta kitabın popülerlik seviyesi de etkili olabiliyor bu okurların tercihlerinde. Konular kurmaca da olabiliyor belgelere, tanıklıklara dayalı da
Lâkin öyle okurlar da var ki yazarın belki geceler boyu ölçüp biçerek, aklının, ruhunun, vicdanının süzgecinden geçirip ortaya çıkardığı, defalarca tashih edip temizleyerek başlı başına bir eser mahiyetinde vücuda getirdiği tek bir cümleye aşık bile olabiliyor. Kelimelerin sıralanışındaki ahengi, seslerin oluşturduğu gökkuşağını fark edip, ardında yatan sanat duygusunu hissedebiliyor bu ikinci tür okurlar. Buna hayran oluyor, müptelâsı oluyorlar adeta. Bence de öyle olmalıdır aslında. Örneğin "Uzun serviler" değil de "Serin serviler" demişse Yahya Kemal, seslerin armonisinden gelen tadı hissedebilmelidir insan.
Sonra; "Sınır" adlı öyküsünde Hasan Ali Toptaş’ın, bir ülkeden diğerine giden kurşunların yönünü sadece cümledeki sözcüklerin yerleşim düzeniyle bile mükemmelen resmetmesini gözden kaçırırsanız o öyküyü okumuş sayılabilir misiniz tam olarak? “Sadece Suriye topraklarından değil, belki yedi sekiz Kalaşnikofla Türkiye tarafından da ateş ediliyordu mevzideki nöbetçilerin üzerine.” demek varken ve bir çok okura göre yetebilecekken meselâ, “Sadece Suriye topraklarından değil, mevzideki nöbetçilerin üzerine belki yedi sekiz Kalaşnikofla Türkiye tarafından da ateş ediliyordu.” şeklinde yazmanın oluşturduğu imge değil midir okuma zevkini veren insana?
Bu örneklerin dışında, hatta daha da yoğun olarak Tanpınar’ın eserlerinde görülebilir o efsunlu, tılsımlı cümleler. Bulutların üstünde okunur onun romanları, hikâyeleri. Mevzu bahis Tanpınar ise örnek vermeye bile hacet yoktur; herhangi bir eserini elinize alıvermeniz kâfidir.
İlk başta, kitap okumayan insanlar bu konunun dışındadır, dedim ya bir cümle de onlar hakkında yazmak istedim. Öğretmenlere sonsuz saygı duymakla birlikte, ileride hiç kitap okumayacak insanlara okuma yazma öğretmek öyle beyhûde, öyle bîmânâ gelir ki bana. Emek sarfiyatı gibi gelir. Yazık edilmiş gibi gelir bilgiye. Hayat sadece yol tabelâlarından ya da faturalarda ibaret değil kardeşlerim, onlar için öğrenmediniz okumayı, ne olur kitap okuyun biraz da, diyesim gelir.
Bu vesile ile gün itibariyle eğitim ve öğretime açılmış okullardaki öğrenci ve öğretmenlerimize başarılar, iyi dersler ve bol okumalar diliyorum. Okuyun kardeşlerim, okuyun. Okumazsanız, canınıza okuyorlar.
Uğur Demircan, 9 Eylül 2019 - İzmir
YORUMLAR
Okuma kültürü üzerine titizlikle eğilmiş ince nüanslarıyla vurgulanmış öz bir nefis yazı olmuş
Elime bir kitap aldığımda kitap kitap gibiyse o kitap asla bitmez bende çünkü öyle bir tılsımlı bir söz olur ki kitabı okumayı bırakır o sözü özümsemek derinlemesine irdelemekle geçer günlerim
bu tarz kitaplar bir türlü bitirilemez
bitmez okuyarak okuyucuda
böylesi bir yazıyı paylaşmanızdan dolayı teşekkürler
nice saygılar sunarım
Sondan başlayalım bakalım evet ''Okumazsak canımıza okunacağı ve halende okunuyor olduğu.'' gün gibi aşikar... Osmanlı'nın yıkılma nedenlerinden de biri budur kanımca... Bir devirde Kenan Evren Zamanında yüzde yetmişlerde olan okuma oranlarını yukarılara çekmek için okuma yazma kursları açıldığını hatırlıyorum bolca... Ancak bu bir yere kadar götürür toplumu, esas yapmamız gereken eğitim gören insanların sayısını arttırmak hatta yüksek öğrenim kalitesini zirvelere taşımak gerek diye düşünüyorum, ama bunu tabi ki istatistiksel olarak değil de nitelik olarak artırmak gerekir... Her insanın okuma zevkleri farklıdır tabi ki... Ben mizahı ve şiiri severim, bir başkası klasiklerden hoşlanır, kimisi uzun soluklu romanları sever, kimisi polisiyeden dem vurur. Ne okursa okusun, her okuduğu kitap insana bir şeyler katar mutlaka bunu da akıldan çıkartmamak lazım. Eski zaman şairlerinin bir kelimeyi araya sıkıştırmak için bazen günlerce aylarca düşündüğü söylenir. Şimdilerde de var mıdır böyleleri? Kim bilir? Bizler ''OKU'' emri ile başlayan bir ilahi kitabın Kur'an'ın muhatapları olduğumuz halde okumayız, okutmayız, hatta daha da ileri gidersek köylerde beldelerde kız çocuklarımızı da okutmamaya gayret gösteririz oysa ki ''İlim her Müslümana farzdır kadın ve erkek.'' kutsi hadisini akıldan çıkartırız. Olay aslında basite indirgersek bazı zümrelerce gavur diye andığımız, Yahudi ve Hristiyanlar okuyor, biz de televizyonlara bolca bakıyoruz. Bakanlar değil de okuyanlar bu dünyada yol alıyor. Kutluyorum yürekten manidar bir yazı olmuş Uğur Kardeş...