- 293 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
MÜSLÜMANCA YAŞAMAK
İnsan kendine verilen ömrü çok güzel bir şekilde değerlendirmelidir. Bilgi yönünden kendini donatmalıdır. Bu, faydalı bilgiler olmalıdır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bu ayeti kerimeden hareketle eğer kişi, İslam adına zerre kadar bir şey biliyorsa onu başkasına tebliğ ile yükümlüdür. Gurur ve inatçılık zincirlerini bir bir kırarak, hak olduğumuz davada, İslam’dan taviz vermeksizin direnmek zorundayız.
Her zorluğun bir kolaylığı vardır. Bu, İslam uğruna oldu mu daha da bir anlam kazanacaktır. Evet, Müslümanlar bazı zorluklarla karşılaşabilirler. Belki hapishanelerde çürümeye mahkûm bile olabilirler. Hayatı boyunca görmüş olduğu baskı ve işkence, kişinin imanını daha da artıracaktır. Kişinin iman virajını tehlikesiz geçirmesini sağlayacaktır. Allah’ın dinine yardım edene, Allah mutlaka yardım edecektir. Yeter ki biz, Allah’u Teâlâ’nın istediği gibi bir kul olalım. İslam’ı tebliğ eden kişi, ifrat ve tefrite düşmeden dinini anlatmalıdır. Zamanın şartlarına veya nefsin emaresi altın girip de kendisini başkalarına kul, köle yapmaktan mutlak menetmesi gerekecektedir.
Kin ve nefret tohumlarını bünyemizden tek tek mutlaka kaldırmalıyız. Bunun yerine kardeşlik tohumlarını saçmalıyız. İnsanların çoğu, hakikatleri gerçekten bilmiyor. Hakikatleri bildirmek, tebliğ görevidir. Bize düşen de bunları bildirmektir. İman etmiş kimse, sadece iman etmekle yükümlülükten kurtulamaz. Tehlikelerin boyutlarını araştırmak gerekir. Toplumda kültürel, siyasî ve ekonomik bölümlerde ihtisas yapmış imanlı, ne yaptığının bilincinde olan Müslüman gençler olmalıdır. Allah’ın dini için çalışan ve bu çalışmalarının karşılığını yüce yaratıcıdan isteyen bir gençlik istiyoruz. Laf kalabalığı ile anlatan değil, yaşayarak, kendini İslam’a vererek anlatan bir er istiyoruz. Anladığını anlatan, anlattığını anlattıran ve yaşayan bir nesil ve er istiyoruz…
İslam düşmanları, Müslümanların kimliklerine dönmemeleri için ellerinden gelen tuzakları kurmaktadırlar. Hain planlarını, durmadan ve asla bir adım geri atmadan uygulamak isterler. Herkes davasının eri olmaya çalışır. Biz de İslam düşmanlarının zaaflarını yakalamak için kadrolar kurmak zorundayız. Bu, şuurlu yetişmiş, yetiştirilmiş Müslüman bir gençlikle mümkün olabilir. Mesela tarih, coğrafya, fizik, kimya, matematik, felsefe, astronomi ve diğer bilim alanlarında çeşitli araştırmalar yapmak için ekipler mutlaka kurulmalıdır. İslam’ı sadece bir yerde anlatmak da şart değildir. Biz, burada anlatırız fakat adamlar anlamak istemezler. Biz bunlara daha fazla anlatma keyfiyetinde bulunursak, bizi riske ve ümitsizliğe sevk edebilirler. Zaten Müslümanlara ümitsizlik gibi bir durumdan bahsetmek abes olur. Ümitsizlik Müslümanın kitabında yoktur…
Biz, İslam’ı bir kavme anlattığımızda onların İslam olmaları Allah’ın hidayetiyle gerçekleşebilir. İslam’la şereflenerek, onun hidayetiyle can bulmaya çalışırlar. Biz İslam’ı tebliğ yapacağız. Bu zamanda kurulan komplolara, tuzaklara, entrikalara, iftiralara ve hokkabazlıklara karşı uyanık olacağız. Osmanlı devletinin Avrupa’yı fethetmesindeki azmi kendi ruhumuzda bulacağız. Bir nesil düşünün ki, geçmişini yasa dışı ilan etsin, bu nesil geleceğe hazırlandığını zanneder ancak kendini köprünün yarısında bulur. Bu öyle bir köprüdür ki önü ve sonu olmayan bir köprüdür bu. Yani bu ortada ve Arasat’ta kalmaktır. Bu köprüyü zehirli bir köprü olarak örnek veriyorum. Ya kişilerin yaptıkları amellere bakarak, kişinin kendisini sırat köprüsünün ortasında kalmasını hatırlamasına ne derdiniz? Bunun takdirini sizlere bırakıyorum. Biz, zaten Allah’ın rızasını kazanmak için çalıştık mı bizlerin köprüden rahat bir şekilde geçmesini yüce Rabbimiz sağlayacaktır. Bu durum, çalışan bir kimsenin imtihandan iyi not almasının kaçınılmaz bir sonucudur.
Müslümanlar, ne zaman ki Kur’an ve Sünnetten uzaklaştılar, o zamandan itibaren onlarda ümitsizlik mayası tutmaya başladı. Bir de buna, hurafeler ve İslam’da olmayan örf ve adetler girdi mi iş çığırından daha da çıkıyor. Tarihten ders alarak ve tarihsel olayları özümseyerek; Kur’an ve Sünnet ışığı altında Müslümanların istemiş oldukları bir hayatı kazanmak asıl görevimizdir. Rabbimizin istediği görevleri yapmamız üzerimize farzdır.
Müslümanlar ve İslam, halkın gözünde neden küçük düşürülmeye çalışılıyor? Bazı din dışı konular, dinin nassıymış gibi neden kabul ediliyor? Biz, bütün bunların nedenlerini araştırır ve olaylara daha gerçekçi yaklaşırsak çözüm üretebiliriz.
İslam düşmanlarının en büyük tuzaklarından biri de din adamlarını toplumun gözünde hakir ve küçük düşürmektir. Din ve din adamları adına uydurulmuş fıkralar, makaleler vb. yazılar, halkın din adamlarından ve İslam’dan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bunun neticesinde de tabiî ki din adamına duyulan güvensizlik, ümitsizliği peşinde getiriyor. Diğer alaycı davranışları ve nahoş hareketleri siz düşünün…
İslam düşmanları, İslam’ın yaşanmasını elbette istemeyecek, Müslümanın tekbirini duyunca elbette deli olacaktır. Zaten kâfirlerin başlarının etini yiyen, Müslümanların tekbiri, kelimeyi tevhidi ve kelimeyi şehadetidir. Onlar, bu sözleri duyunca, farenin kediden kaçtığı gibi delik ararlar. Tabiî ki teşbihte hata olmaz. Kedinin görevini yapmadığını gördüğü zaman, farenin o eve vereceği zararı siz düşünün. Görevde süreklilik vardır ve bu görev devamlı yapılmalıdır. Görevi devretseniz de işlerin rayında gittiğinden emin olmalısınız.
Müslümanların yabancı dili öğrenme ve öğretme olayına büyük önem vermeleri gerekir. Kimya, fizik, biyoloji, edebiyat, matematik, tarih vb. alanlarda guruplar halinde yetiştirilen gençler, iyi bir yabancı dil eğitiminden geçtikten sonra diğer dış devletlere görevlendirilmelidirler. Müslüman gençler, hangi devletin dilini güzelce biliyorlarsa, guruplar halinde o devletin halkına hem İslam’ı tebliğ edecekler hem de orada tedrisat yapacaklardır. Halkın bu durumda, hiçbir fedakârlıktan kaçınmaması gerekir. Biz, ister rahip, ister haham, ister Müslüman olmayan tabakadan biri olsun, biz onlara İslam’ı tam bir samimiyetle anlatmalıyız. Biz, tebliğ görevimizi gerçekten yaptık mı? Onların hidayete erip ermeleri bizim elimizde değildir. Bütün insanlık biliyor ki, İslam son ilahi dindir. Bu yüzden dünyadaki bütün insanlığa ulaştırılmalıdır.
Biz Müslümanlar, bir vücudun organları gibiyiz. Üzerimize düşen görevleri yapmak zorundayız. Bu vücudu, tam bir sıhhat ve dinçlik içinde tutabilmenin tek yolu, bütün uzuvların daima işlerlik kazanmasına bağlıdır. Vücudumuzda kan dolaşımı bir dakika dursa, ne olur biliyor musunuz? Gören göz, görmez olsa; duyan kulak, duymaz olsa; kısaca vücudun bütün organları bir anlık görevini yapamasa ne olurdu acaba hiç düşündünüz mü? Biz de bir İslam uzvu olduğumuza göre, herkes kendi payına düşen görevi eksiksiz yapmalıdır.
Müslümanlar, dış devletlerde guruplar halinde çeşitli dallarda ilim ve bilim adamı göndererek, insanlığı dünyanın dar görünüşünden kurtarmalıdırlar. Cehaletle kilitlenmiş kapıları bir bir açarak, insanları gerçek kimliklerine döndürmek zorundadırlar.
Müslüman olarak ilk vazifemiz, içten sağlam olmaktır. Bizim içimizdeki fasık ve fitnenin bizi bozmak için hazır beklediğini göz ardı etmememiz gerekir. İslam’ın hâkim olmasını engellemek isteyenler olabilir, bu hiç önemli değildir. Bu durum, münafıklıktan ve kâfirlikten de kötüdür. Onun için İslam aleyhine çalışan her kim olursa olsun bizi korkutmaması gerekir. Biz, yeter ki sadece Rabbimizin bize vermiş olduğu emirleri yaşayalım ve yasaklarından kaçınalım. Ahiret hayatımızda, bu dünyada göstermiş olduğumuz sudan bahaneler geçerli olmayacaktır. Onun için kendimizi, sudan bahanelerle kandırmayalım.
Müslüman, İslam medeniyetinin içinde değilse kendini çıkmazda bulur. Biz, düşmanımızı her yerde ve her zaman iyi tanımalıyız. Biz, kendi istihbarat kurumumuzu bütün dünyada kurmalıyız. Çünkü İslam düşmanları bunu yapıyorlar. Dünyanın her yerinde Müslüman kanı akıtıyorlar. Yalan yanlış istihbaratlarla Müslümanları birbirlerine kırdırıyorlar. Devlet olsun olmasın bu önemli değildir. Düşmanının silahıyla silahlanmak gerekir. Düşmanın zaaf noktasını bulmak ve o cepheden saldırmak bizi hedefimize daha da yaklaştıracaktır. Biz, görevimizi yapmakla yükümlüyüz.
Müslüman bir kimse, Allah’ın emir ve yasaklarını inkâr edemez. Eğer inkâr ederse bu Allah’ı ve onun emir ve yasaklarını tanımamak anlamına gelir. Müslüman olmanın gereği Allah’ı ve onun emir ve yasaklarını tanımaktır. O halde Müslüman, Allah’ın emir ve yasaklarından çıkmayan ona teslim olan kimsedir. Hüküm kayıtsız şartsız Allah’ındır. Çünkü Allah’ın yarattıklarında da tasarruf yüce yaratıcınındır. Halkın kararları gerçekten de halka yansıyor mu? Ya da yargıçlar halkın iradesiyle seçilmişlerin kararlarını anında yok saymıyorlar mı? Bir bakıyorsunuz milletin seçmiş olduğu milletvekillerinin kanunlaştırdıklarını yargıçlar yok sayabiliyor. Âdete kendilerini milletin yerine koyuyorlar...
İslam düşmanlarının en büyük tuzaklarından biri de Müslümanları birlikten yani vahdetten ayırmaya çalışmalarıdır. Bu nasıl olur mu diyeceksiniz? İslamî cemaatlerin içine giren fitne ve fesat tohumları, eğer Müslümanlarda biraz da iman zayıflığı varsa bu durum, Müslümanları ayırmaya yetiyor da artıyor bile. Şöyle ki, halkı Müslüman olan yerlerde, böyle ayrılıkların çok olduğunu ve günden güne çeşitli entrikalarla arttığını görüyoruz. Bu siyasette de olabilir. Mesela Amerika’da iki parti vardır, İngiltere’de de aynısı vardır. Bu topluluğun siyasi yapısını halkı Müslüman olan devletlere getirdik mi çarpıcı bir özellik çıkıyor karşımıza. Nedir bu özellik? Mesela Pakistan’da tam kırk sekiz tane İslami cemaat vardır. Her cemaat kendi adına parti çıkararak siyaset yaparlarsa orada asla iktidara gelemezler. Müslümanların iktidarı ellerine almalarına engel olmak Emperyalizm, Kapitalizm ve Siyonizm’in emelleridir. Şunu unutmamak gerekir. Eğer bir parti Allah’ın emir ve yasaklarını inkâr ediyorsa, o toplumun insanları o partiyi seçip seçmemekte özgürdüler. Veya herkes kendi siyasi görüşünü destekleyebilmelidir. Seçim sonuçlarına da herkes, katlanmak zorundadır.
Müslümanalar için ufak bir menfaat için gayri Müslimlerin himayesine sığınamazlar. Bu budalalık olur. Biz, hakkın ve halkın yanında olmak zorundayız. Onun için birleşmek zorundayız. En azından, her cemaat diğer cemaatin doğru hareketini desteklemesi gerekir. Hak ve hakikat konusunda o cemaatlere köstek olunmaması gerekir. Dava, Allah’ın davasıdır ve dava da haktır. Allah istedi mi davayı hâkim kılar. Yeter ki biz isteyelim, bunu arzu edelim. Arayan Mevla’sını da bulur belasını da…
Müslümanlar, kitle iletişim araçlarını daima insanların hayrına kullanmalıdırlar. Dünyada Müslümanlara yapılan zulüm, işkence ve haksızlıkları diğer mümin kardeşlerine izlettirerek onları bu durumlardan haberdar etmek zorundadırlar. Onların şuurlu imana erişmelerini sağlamak da ayrıca görevi olmalıdır Müslümanın. İnsanları etkilemede birinci sırayı kitle iletişim araçları almaktadır. Kitle iletişim araçları, halka yalan ve uydurma haberlerle yayarak halkı tahrik ederler. Batıl yolda kullanılan kitle iletişim araçlarının Müslümanların dinlerine ve diğer kutsal emanetlerine saldırı yaptıklarını bilmemiz gerekir. Müslümanlara yapılan zulümleri, işkenceleri, entrikaları ve haksızlıkları dünyanın neresinde olursa olsun, kitle iletişim araçlarıyla bütün dünyaya duyurulmalıdır. Kitle iletişim araçları, bütün bu olup bitenleri Müslümanlara haber verme vazifesini yerine getirmek zorundadır. Bu kardeşlerimize, orada bulunan Müslümanların, Allah rızası için yardım etmeleri şarttır. Yoksa İslam’ın emirlerini yerine getirmemiş olurlar. Saçma sapan, yalan dolan haberlerle halk kandırılarak dünya gözünde yanlış imajlara bürünmektedir. Kitle iletişim araçları ve ekipmanı dünyanın her yerinde teşkilatlı bir şekilde mutlaka kurulmalıdır.
Ali Kalkancı, Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz haberlerini bir düşünün. O günkü Müslümanlar için oynanan tiyatro sahnesini bir düşünün. Bir değil bin kere düşünün. On İki Eylül darbesini gerçekleştirmek için zamanın olgunlaşmasının beklenilmesini bir düşünün. On İki Eylül’de sağ sol dengesini sağlamak için bir sağ görüşlü birini idam edin, bir de sol görüşlü birini idam edin sözlerini bir düşünün. Bunların suçlu veya suçsuz olmaları önemli değil. Bunları bir kere, bin kere düşünün. Lütfen düşünün. Bu olayları unutmamamız gerekir. Bu olaylardan ders çıkarmamız gerekir.
Dünyanın her yerinde, Müslümanlar üzerine kurulan tuzaklar, oynanan oyunlar ve yapılan işkenceler asla göz ardı edilemez. Bir Müslüman, makam ve mevki için hayatı boyunca asla çalışmamalıdır. Görev istenmez, görev verilir. Bu çok önemlidir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamalıyız. Kendi nefsimiz için çalışırsak, kendimiz kaybetmiş oluruz.
Müslümanların Batılı Oryantalistlere, Emperyalistlere ve azı dişlilere dikkat etmesi gerekir. Biz Rabbimizin dinini anlatmak zorundayız. Biz, bu dünyada imtihan olmuyor muyuz? Bu dünyada çalışmamızın karşılığı olarak, ahirette tadına rastlanmayan nimetlerini inşallah yüce Allah bizlere nasip edecektir.
Bir kişi bu devletin vatandaşı olacak, vergisini verecek, askerliğini yapacak, üzerine düşen görevleri tamamen yerine getirecek fakat bu vatanın kaynaklarından faydalanmayacak. Böyle bir durum olabilir mi? Bu kişilere, çeşitli setler çekilerek onları etkisiz hale getirmek ne acı bir durumdur. Sen, halkın rıza gösterdiği bir nizam ileri sürmüyorsan, senin orada bulunmanın ne anlamı vardır?
Nerede insan hakları? Halkı Müslüman olan bir ülkede insanların haklarını kuşatan bir nizam bulamazsın. Bunu halk istemiyor desek budalalık olur. Zaten halk İslam’ı istemiyor diye sormamız bile yersizdir. Bazı güç odakları, demokrasi, insan hakları diye halkı ne denli uyuttukları gün gittikçe su yüzüne çıkıyor. Ben, bu memleketin vatandaşı olacağım ve Müslüman olduğum için komutan olamayacağım veya Müslüman kardeşimiz komutan olamayacak. Bu ne kadar acı bir olaydır? Ben askere gideceğim, cephede savaşacağım, vatanın kurtulması için can vereceğim fakat onlara komutan olamayacağım. Acaba bu semte hiç insan hakları uğramamış mı? Bu insanların haklarını zorla gasp etmektir. Diğer bir vatandaşa ayrıcalıklı davran, onu askeri okullara al, diğer bir vatandaşa ayrı davranarak askeri okullara alma. Bu ayrımcılık değil de nedir? İki vatandaş da askerlik görevini yapıyor, vatanı için canlarını göz kırpmadan veriyor, vergisini veriyor. Peki, bu ayrımcılık niye? Bu yapılanlar, çifte standarttan başka bir şey değildir. Eğer Müslüman olmayan şahıslar bu işe layıksa gidip Rusya’dan, Amerika’dan başımıza eğitilmiş subaylar bulmakta güçlük çekmeyiz. Onlar, sömürülenlerin can yoldaşlarıdır. Kene gibi emerler insanın kanını. Fakat düşman olduklarını asla unutmadan sinsi planlarını uygulamaya çalışırlar. Bütün Müslümanlar, haklarını almak için direniş göstermek zorundadırlar...
Hak; sahibine, emanet ehline verilmelidir. Bize insanlık ve kardeşlik kaynağını ancak İslam verir. Tek birleştirici İslam’dır. Besmele, Kelime-i Tevhit, Kelime-i Şehadet ve ezanlar birleştiricidir. Bayrak birleştiricidir. Allah’ın memnun olmadığı her şey insanı bataklık çukuruna sürükler. Çünkü Allah’ın memnun olmadığı bir nizam vardır ortada. Allah’ın düşmanı, Müslümanın da düşmanıdır. Müslüman, Allah’ın rızasını kazanmak için çalışır. Evet, dünyanın neresinde olursa olsun, Müslümanlar haklarını korumak ve almak zorundadırlar. Yoksa bunlar Müslümanları insan yerine bile koymazlar.
Cahil insanlar, kâfirler, münafıklar, müşrikler, fasıklar, gözü dönmüş Ebu Cehiller, Ebu Lehepler, Nemrutlar ve Firavunlar bu dünyada mevcuttur. Bunlar, kıyamete dek de mevcut olacaklardır. Zülüm düzeninde insanları sömürebilmek için diyar diyar dolaşan bu şahıslar, çeşitli kılık ve kıyafetlere bürünerek her an önümüze çıkabilirler. Bunların kılık ve kıyafet değiştirmeleri, çeşitli renklere girmeleri bizleri Sırat-ı Müstakimden ayırmamalıdır.
Biz, Allah için adımlarımızı sağlam atmalıyız. Hedef Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bunun neticesinde de cennete gitmektir. Rabbimizi memnun etmek için çok çalışmalıyız. Kur’an ve Sünnetin ışığı altında yol almak çok güzel bir duygudur. İyi, hayırlı ve bereketli bir nesil yetiştirmek için yüce Allah’ın bize bu yolda yardım etmesini diliyoruz. Çalışmak bizden, yardım yüce Allah’tandır.
03.12.1990
Konya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.