- 1129 Okunma
- 6 Yorum
- 13 Beğeni
HANIMELİ'NİN GÖLGESİNDE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
HANIMELİ’NİN GÖLGESİNDE
Babaannemin ahşap evi. Evin önünde ki hanımeli çiçeği. Her insanın kendine has ten kokusu gibi, hanımelinin kendine has kokusu da bizi mest ederdi .Babaanneme sinerdi kokusu. Bir ağaç vazifesi görürdü.Öyleydi o zamanlar, her evin çıkmasından ikinci katına kadar uzanırdı hanımelleri. Kalın gövdelerinden tutunup, üst kata tırmanacak kadar arsızlaşırdık.Gölgesi bize yeterdi,misket ve beştaş oynamaya. Babaannemin kınalı elleri görünürdü pencereden. Kınalanmış saçları savrulurdu.Mavi gözleri gökyüzü gibi uzanırdı üstümüzde. Hanımeli kokan babaannemin elleri dokunurdu çocuk
yüreğimize.
Bizden de arsız bir kedi dolanırdı ahşap evimizin çardağında. Babaannem bir tas sütü paylaştırırdı bize ve arsız kediye.
Evimizin ilk katındaki pencere bir çocuğun ulaşabileceği kadar mütevazi dururdu. Pencereyi açıp maşasını altına tutturduk mu,evimizin bütün mahremiyetini de aralamış olurduk.
Gözlerimizle evin içine daha önce hiç görmemiş gibi bakar durur, her bir köşeye didik didik ederdik. Pencereden hiçbir zaman ellerimiz boş geri çevrilemezdi. Muhtemelen bir kuru ekmek, şanslıysak ekmek içi bir parça peynir doldururdu küçük ellerimizi.
Bu küçük pencere, uzun muhabbetlerin vesilesi olurdu.Komşumuz boynunu pencereden uzattı mı muhabbet bitmek bilmezdi. Evin içinde annem muhabbetini ederken iş yapmaya da devam ederdi. Bu pencereden iletilirdi davetiyeler, dilekler, temenniler.Dış dünya ile bağlantı kurmaya yarayan bir kordon görevi görürdü bu pencere. Yaşamımızın her anına tanıklık ederdi. Bazen komşumuzun küçük oğlu, annesinin munzırlığı ile evin küçük hanımını bu pencereden isterdi.
Kapının önünde ki hanımeli gölgemizin altına oturup da, ekmekleri mideye indirince, yeniden misket oynamaya derman bulurduk. Misketleri dünyaya geldiğine pişman edene kadar atar, vurur ,çarpıştırırdık.Hanımlığımız tutar da misket yerine beştaş oynamaya karar vermişsek, beş taşların akıbeti de misketlerden farklı olmazdı. Belki de taş olacağımıza insan olaydık diye,dua geçerdi içlerinden.
Ahşap evimizin duvarında, dedemin hatırası resmi dururdu. Hafif dökülmüş saçları, ince yüz hatları, mesut mu üzgün mü olduğuna karar veremediğim bir yüz ifadesi ile, kalın gözlük çerçevesinin ardından bize bakardı. O beni görmüştü ama, ben onu hiç hatırlamıyordu. On iki Eylül ateşinden bir parça da bizim ahşap küçük evimize düşmüş ve bu evin içindeki yürekleri tutuşturmuştu. Babaannem dedemin resmine bakarken bazen içli bir ah çeker, ardından boncuk gözlerinden, boncuk boncuk gözyaşları dökerdi. O zamanlar babaannemin gözyaşlarına anlam veremez, bir insana duyulan özlemin ruha nasıl ağır geldiğini anlayamazdım. Ve gidip gelememenin mazeretlerini çocuk aklımla algılayamazdım. Babaannem bana bu durumun izahını yapamazdı.Gözlerinden yuvarlanan boncuk sayısı artar, en sonunda beni de alıp kendini hanımelinin gölgesine atardı.
Merdivenlerden bir üst kata çıktığımda üst katın penceresinden bütün mahalleyi görebilirdim. Üst katta üç odamız vardı. Üç odanın her biri babaannemin üç gelininden birine tahsis edilmişti. Bir odası da anneme, yani bizim ailemize aitdi haliyle. Alt katta mutfak ortak alan olarak bütün ailenin toplandığı bölüm olurdu.O sofrada herkes için yer bulunur,herkesin karnı doyardı.Sofraya giden gelen kaşıkların hızı herkesi bir yarışa sokardı. Kaşıkların gidiş gelişi, tıngırtısı,kılıç sallayan şövalyelerin rövanşlarınarına benzerdi.Bize bir şarkı gibi gelen bu sesin eşliğinde kulaklarımız mutlu mesut yaşardı.Babaannem sofrada dedem için ayrılan yere bakar,bir müddet bizi seyrederdi. Uzun uzun soluklanır,istemsizce yemeğine devam ederdi.
Az konuşurdu babaannem. Dedikodu yapmaz, evin içinde biteni dışarıya anlatmazdı.
Beni severdi.Bir kızının öldüğünü ve benim ona çok benzediği mi, bu yüzden onun adını bana verdiğini sürekli söylerdi. Bazen beni kollarıyla sıkı sıkı kavrar,uzun uzun öperdi.Kınalı elleri saçlarımda bir tüy yumuşaklığında gezinip dururdu.Sanki o var kollarımda,sanki onun sarıyorum, derdi. Bense şımarıp kucağından kurtulmaya çalışırdım. Babaannemin elleri ardımdan uzanırdı.Gözleri nemlenirdi.Ben giderdim umarsızca.
İlk dedem bıraktı babaannemi.Sonra hanımeli. Sonra o ahşap evi. Sonra ben bıraktım, Sonra sevdikleri.
Son gördüm elinde yeşil bir yemeni.Ama o hiç bırakmadı beni.Hiç bırakmadı beni,babaannemin hanımeli kokan hanım elleri...
Cemile Ülkü
YORUMLAR
Geçmiş diye bir şey var. Çok istesek hatta yardım alsak da hatırlayamadığımız mazi.
Geçmemiş diye de bir şey var. Her iyileştiğimiz de gelip yeniden yaralayan, yada zaman zaman uğrayıp kasvetimizi tebessüme çeviren.
Geçememiş şeylerde var hayatımızda. İlk okul ve Çocukluk anıları ilk tokat ilk hediye
İlk sevgili ilk nikah ilk ayrılık son veda kaybetmeden önceki kayıp korkusu
Birde asla geçmeyecek olanlar var. Yukarıda noksansız zikredilen. Ah keşke o gün anlasaydım dedirtecek şeyler .Kavuşmadan bitmeyecek olanlar.
İyi ki gözyaşı var. Hamd-ü Senalar olsun.
yeğinadnan tarafından 5/14/2020 12:40:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
Cemile Ülkü
yeğinadnan
Tebrikler, efendim.
Seçki Kurulunu ek olarak tebrik ediyorum.
Saygılarımla.
Cemile Ülkü
Cemile Ülkü
Son beş yılda yapılan sosyal araştırmalarda yüzdesi en çok artan konu
“Geçmişe duyulan özlem”.
Düşününce; bizi biz yapan geçmiş hayatımız ve değerlerimiz ve onlara dair özlemlerimiz.Bir şarkı dinlediğimizde, sararmış resimlere baktığımızda veya her hangi bir zamanda burnumuza gelen bir koku.
Yazının başlığını okuyunca direkt dedemin büyük evinin bahçesindeki hanımeli ve onun o güzel kokusunu hatırladım. Anneannemin kokusu, dedemin kokusu. İnsanlar güzeldi, ilişkiler güzeldi. Hatır vardı, saygı vardı, değer yüklemek vardı. Ama onlar eskide kaldı.
Edebiyatımızın büyük ustası Yaşar Kemal ne güzel söylemiş
“O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
Tebrik ederim nefis bir pazar yazısı okudum, harikasınız sevgilerimle..
Cemile Ülkü
Ne mutlu ki sizin gibi yazılarınızın demine varıp keyiflenen insanlarda var.Az da olsa var.Bu değerli ve güzel yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum.sevgilerle...