- 677 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
MELEKLER DE Mİ ÇARESİZ ?
Üç erkek torununu görmeye gitmişti, dede ve anneanne.
Torunlar, yüzyılın hastalığına çoktan yakalanmış, ellerindeki tablet ve telefonlardan başka şeyi görmez olmuşlar. Oyunlara öylesine kaptırmışlar ki kendilerini, onları görmeye, sevmeye gelenlerin farkında bile değiller.
Anne, mutfakta, ertesi günün yemeğini hazırlamaya çalışıyor. Baba, bir elinde telefon, diğer elinde kumanda ile bir kanal değiştiriyor, bir telefondaki oyuna göz atıyor.
Misafirler ne aradıkları sohbeti bulabiliyor, ne de televizyon seyredebiliyorlar. Lânet etmek geçiyor içlerinden, teknolojinin geldiği noktaya ! Bir şeyler yapmak istiyor dede ısrarla. Bu duruma razı olmamak için direnmeye kararlı.
Birden , heyecanlı bir şekilde ayağa fırlıyor. Damat, zor da olsa fark ediyor onu ve şaşkınlık içinde bakmaya, onu seyretmeye başlıyor. Yine de arada telefondaki oyuna hamle yapmayı ihmal edemiyor.
’’ Çocuklar, ne olur, bir dakika beni dinleyin ! ’’ Torunlar, adeta sağırlaşmış gibi ; onu duymuyorlar. Damat, hafif gülümsemeyle ve de merakla onu izlemeye çalışıyor.
’’ Çocuklar, lütfen diyorum size ! Beni biraz dinler misiniz ? ’’ Yine ses yok torunlarında. Eşi de şaşkınlıkla ve de endişeyle, biraz da acıyarak onu izliyor. Daha fazla dayanamıyor adam ; çocukların ellerindeki tablet ve telefonları toplamaya başlıyor. Çocuklar çok tepkili ;
’’ Dede yaa ! Na’pıyorsun sen ? ’’
’’ Oyun oynuyorduk, görmüyor musun ? ’’
’’ Ben tabletimi istiyorum dedeeeee ! ’’ Dede elindekileri kaptırmamak için mücadele ederek, onları kendini dinlemeye ikna etmeye çalışıyordu.
’’ Bu akşam beni dinlemek zorundasınız çocuklar. Hemen düşün peşime, odanıza gidiyoruz. ’’ Çocuklar zorunlu olarak, naz da yapsalar dedelerinin peşinden gitmek zorunda kaldılar.
’’ Dede yaa; sen telefonumu versen de öyle konuşsan olmaz mı ? Ben yine seni dinlerim. ’’
’’ Ben de, ben de ! ’’
’’ Lütfen dede yaaa ! ’’. Dede, oldukça kararlıydı, bu akşam çocuklara aklına gelen bir şeyleri anlatmayı çok istiyordu.
’’ Çocuklar, lütfen yerlerinize oturun ve bu akşamlık beni biraz dinleyiverin. Size anlatacaklarım çok önemli şeyler. ’’
’’ Hadi dede, biraz çabuk anlat ama. Benim oyunum yarım kaldı. ’’
’’ Benim de, benim de. ’’
Sekiz - on iki yaş aralığında üç erkek torunlardı. Üçü de aslında çok tatlı ve zeki çocuklardı. Okullarında da oldukça başarılı birer öğrenciydiler. Ama teknolojinin geldiği son noktada hem büyüklerin hem de küçüklerin düştüğü bağımlılığa ,onlar da düşmekten kurtulamamışlardı işte.
’’ Çocuklar, bilin bakalım, anneler nedir ? ’’ Büyük torun acele bir yanıt veriverdi :
’’ Çocukları olan kadınlar annedir dede. ’’
’’ Çocuklara bakarlar, yemek yaparlar, temizlik yaparlar. ’’
’’ Bizim annemiz işte dede ! ’’
’’ Bütün bunlar doğru elbet ama yeterli değil. Aslında çok daha önemli bir tanımı vardır anneliğin. ’’
’’ Peki nedir dede ? ’’ Dede, bu defa ayağa kalkıp, ellerini açarak ;
’’ Anneler aslında birer melektir çocuklar. Çocuklar dünyaya geldiklerinde, Tanrı tarafından onları korumakla görevlendirilmiş gerçek birer melektir anneler ! ’’
’’ Sahi mi dede ? Şimdi bizim annemiz de gerçekten melek mi ? ’’
’’ Elbette çocuklar ! Sizin anneniz de, diğer tüm anneler gibi gerçek bir melektir. Onu da Tanrı sizi korumakla görevlendirmiştir. ’’
’’ Yaşasın, bizim annemiz bir melekmiş, yaşasıııın ! ’’
’’ Hiç düşündünüz mü ; size bazı şeyleri yapmamanızı, bazı şeyleri yemenizi, bazı şeyleri yememenizi niçin ısrarla söyler anneniz ? ’’
’’ Niçin dede ? ’’
’’ Sizi korumak için. Size zarar gelecek her şeyden sizi korumaya çalışır. Onun için onun her sözünü dinlemek, daima sizin yararınıza olur. Soğuktan, sıcaktan, kazalardan, hastalıklardan, kötü arkadaşlardan, insanlardan sizi korumaya çalışan meleklerdir anneleriniz. ’’
’’ Peki dede, babalar nedir ? Onların görevi yok mu ? ’’
’’ Onların da görevi, çalışıp para kazanmak, sizin ve evinizin masraflarını karşılamak ve hepinizi birden korumaktır. ’’
’’ Dedeciğim, çok teşekkür ederiz ama artık telefonlarımızı alabilir miyiz ? ’’
’’ Evet ama önce söz verin bakalım ; bundan sonra annenizin , babanızın sözünü dinleyecek misiniz ? Onların yapma dedikleri hiç bir şeyi yapmamaya söz veriyor musunuz ? Onların her dediklerinin mutlaka sizin iyiliğiniz için olduğunu anlayacak mısınız ? ’’
’’ Tamam dede ; söz ! ’’
’’ Peki dede, söz. ’’
’’ Ben de söz veriyorum dedeciğim. ’’ Kapıda onları dinleyen anne ;
’’ O zaman ilk sözümü söylüyorum çocuklar. Telefon ve tabletle uzun süre oynamak çok zararlıdır. Bu günlük bu kadar yeter. Salona geçip. babanızı öpün, iyi geceler dileyin ve doğruca yataklarınıza ; anlaştık mı ? ’’
’’ Ama anne, oyunum bitmemişti benim ! ’’
’’ Benim de anne, benim de . ’’
’’ Lütfen anne. ’’
Çocuklar, eğer sözümü dinlemezseniz, meleklikten istifa hakkımı kullanırım, siz de korumasız kalırsınız, ona göre. ’’
’’ Haydi çocuklar, verdiğiniz sözü tutun ve melek annenizi üzmeyin. ’’
Salona geldiklerinde, televizyon haberlerinde ağıtlar ve göz yaşları vardı. Güney sınırımızda savaş başlamış, karşı taraftan atılan roket atar mermisinin isabet ettiği dokuz aylık masum bir yavru, Muhammed bebek, annesinin kucağında hayata gözlerini yummuştu.
’’ Hani anneler melekti dedeeeee ! Niye koruyamamış o bebeği annesiiii ! Cevap ver dedeeee ? O bebek niye ölmüş ? Daha dokuz aylıkmış hem de ! Yazık değil mi, günah değil mi dedeeeee ? ’’
’’ Savaş yavrum, maalesef savaş ! ’’
’’ Savaş nedir dedeee ? Kim çıkartıyor savaşları ? Bebekler neden ölüyor dedeeeee ? ’’
’’ Ah be yavrularım ; savaş öylesine acımasız kuralları olan bir vahşettir ki, melekler bile aciz kalıyor böyle. Yazık, elbetteki çok yazık ! ’’
Fikret T.