- 437 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
DÜNYA VE AHİRET
İnsan hayatı, dünya hayatı ve ahiret hayatı olmak üzere iki kısma ayrılır. İnsan, önce dünyaya gelir, sonrasında ahirete gider. Yani; hem dünyada doğar hem de ölümle birlikte ahirette doğar. Ölüm, onu tadan bir kimse için bir son değil; aksine ebedi hayatın başlangıcı için bir safhadır. Dolayısıyla iki bölümden oluşan bir hayattan bahsediyoruz.
Bu dünyada işlemiş olduğumuz ameller, hayatımızın ikinci bölümü olan, ahiret hayatındaki durumumuzu şekillendirecektir. Yani ahretimizi bu dünyada kazanacağız. Dünya hayatı bu bakımdan son derece önemlidir. Nitekim Hz. Peygamber (sav): “Dünya ahiretin tarlasıdır” buyurmak suretiyle bu gerçeğe işaret etmiştir.
Ku’rân’dan bir ifadeyle insanlar, dünya ve ahiret noktasında genellikle yanılgı içindedirler. İnsanlar, dünya ve ahiret hususunda yanıldıkları, doğruyu bulamadıkları için, Allah’u Teâlâ insanlara Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar peygamberler göndermiştir. Bununla beraber peygamberleri aracılığıyla da insanlara doğruyu yaşamaları için kılavuz olarak kitaplar göndermiştir. Son vahiy Kur’an da bizim için, hidayete erişebilmemiz için gönderilmiştir.
Kur’an’a göre; ahirete engel olmayan, yani ahiret hazırlığımızın önüne geçmeyen dünya hayatı meşrudur. Öyle bir hayatımız var ki; bizi hakkın rızasını kazanmaktan alıkoymayan, ahirette zor duruma düşürmeyecek kitabı, mizanı, teraziyi, cenneti, cehennemi unutturmayacak bir dünya meşgalemiz varsa, o zaman bu hayat bizim için meşrudur. Bu dünyanın her türlü nimetinden istediğimiz kadar faydalanabiliriz. Bunu tersinden düşünecek olursak, yani bu dünya meşgalesi bize Allah’ı unutturuyor, namaz kılmamıza, oruç tutmamıza, hac ibadetini yerine getirmemize ya da hayır ve hasenatta bulunmak gibi Allah’ın emir buyurduğu ibadetleri yapmamıza engel teşkil eden bir hayatımız varsa, işte burada problem var demektir.
Bir kısım insan, dünya hayatına aşırı değer verirken; bazı kimseler de dünya hayatını ihmal ederek ahiretlerini ihya etmeye çalışır. Şüphesiz her iki tutumun da yanlış tarafları vardır. Müslümana yakışan, kendisine verilen fırsatları değerlendirerek hem bu dünyasını hem de ahiretini mamur hale getirmeye çalışmaktır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas, 77.)
Allah’ın sana vermiş olduğu malınla, mülkünle ahireti ara, onunla ahreti kazan, ibadetinle ahreti kazan, ticaretini yaparken ahreti kazan. Peki, bu nasıl olacak? Dünyadan da nasibini unutma, çalış, çabala, alın teri dök, çoluğunun çocuğunun rızkını kazan, dünyadan el etek çekme, dünyada ne varsa meşru sınırlar çerçevesinde onlardan faydalan. Ahretimi kazanayım derken, dünyada yapman gereken sorumlulukları unutma.
Görüldüğü gibi Kur’an tek dünyalı bir hayatı istemiyor. Kur’an bu dünyada gayret sarf etmemizi, rızkımızı aramamamızı isterken, bunu yaparken de ahretimizi ihmal etmememizi, ahiret hayatına çalışmamızı bizlerden istemektedir.
وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ (201)
أُولَـئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُواْ وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ (202)
“Yine onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru” diyenler de vardır. İşte onlara kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.” (Bakara, 201-202.)
لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ
“Onlara dünya hayatında da ahirette de müjdeler vardır.” (Yunus, 64.)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ (9)
فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِن فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيراً لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ(10)
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 9.) Âyetteki “çağrı” ile ezan, “Allah’ın zikri” ile de Cuma namazı kastedilmektedir.
“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma, 9-10.)
Kur’an dünya hayatına meyledip ahiret hayatını ihmal edenleri, hayatı bu dünyadan ibaret görenleri ise yermektedir:
فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ
“İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada(dünyalık) ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.” (Bakara, 200.)
Kuran’ın ifadesiyle, sadece dünya hayatını isteyen, hayatı dünya hayatından ibaret gören, ölüme hazırlıksız yakalanan kimselerin yüzleri ahirette kararacaktır:
يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَأَمَّ الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَكْفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
“O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.” (Al-i İmran, 106.)
Yine dünya ile ahiret arasında bir tercih yapılması gerektiğinde ahiretin tercih edilmesi gerektiği de Kur’an’da vurgulanmaktadır:
الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُوْلَئِكَ فِي ضَلاَلٍ بَعِيدٍ
“Dünya hayatını ahirete tercih edenler(ahret hayatı hiç yokmuş gibi davrananlar), Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 3.)
Kur’an böyle kimseler, yani ahret yokmuş gibi davrananlar, dünyayı ahirete tercih edenler için şöyle bir uyarıda bulunmaktadır:
فَأَمَّا مَن طَغَى (37) وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا (38) فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى (39)
“Kim azgınlık eder ve dünya hayatını(ahiret hayatına) tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır.” (Naziat, 37-39.)
Değerli kardeşlerim. Kuran dünya hayatını şöyle tasvir etmektedir:
اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. (Hadid, 20.)
وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ
“Biliniz ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer imtihandır.” (Enfal, 28.)
Yine Kur’an bu dünyanın geçici; ahiretin ise kalıcı ve hayırlı olduğunu ifade eder:
أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ
“Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” (Tevbe, 38.)
قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَلِيلٌ وَالآخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ اتَّقَى
“(Ey Peygamber) Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır.” (Nisa, 77.)
İslam dini, bireyin kendini tamamen dünya hayatına veya ahirete yönelmesine karşı çıkmaktadır. Ne tamamen zahidane bir yaşama cevaz verilmekte ne de yaşamın tamamını dünya için harcamalarına göz yumulmaktadır. İnsanların dünyayı terk edip kendilerini tamamen ahirete adamalarına en başta Hz. Peygamber karşı çıkmaktadır. Nitekim konumuzun izahatına fayda sağlayacak bir hadis-i şerif şöyledir:
“Hz. Enes (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (sav)’in hanımlarının hâne-i saâdetlerine bir gurup erkek gelerek Resûlullah (sav)’ın (evdeki) ibadetinden sordular. Kendilerine sordukları husus açıklanınca sanki bunu az bularak: “Resûlullah (a.s) kim, biz kimiz? Allah O’nun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmiştir (bu sebeple O’na az ibadet de yeter) dediler. İçlerinden biri: “Ben artık hayatım boyunca her gece namaz kılacağım” dedi. İkincisi: “Ben de hayatım boyunca hep oruç tutacağım, hiç bir gün terk etmeyeceğim” dedi. Üçüncüsü de: “Kadınları ebediyen terk edip, onlara hiç temas etmeyeceğim” dedi. (Durumdan haberdar olan) Hz. Peygamber (a.s) onları bularak: “Sizler böyle böyle söylemişsiniz. Hâlbuki Allah’a yemin olsun Allah’tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazen oruç tutar, bazen yerim; namaz kılarım, uyurum da; kadınlarla beraber de olurum. (Benim sünnetim budur), kim sünnetimi beğenmezse benden değildir” buyurdu. (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5, (1401); Nesâî, Nikâh 4, (6, 60)
“Gündüzleri hep oruç tutmak, geceleri namaz kılmak, kadınlara temas etmemek” üzere karar kılan sahabeler, çokça ibadet etmekle mağfireti garantilemek istiyorlardı, çünkü dünyadan el etek çekip kendilerini tam olarak ibadetlere verdikleri takdirde mağfirete uğrayacaklarına inanmışlardı. Yukarda geçen hadis ile Efendimiz bu anlayıştaki yanlışlığa işaret etmiş ve hatayı hemen düzeltmiştir.
Hz. Peygamber, bir hadisinde bu hususa dikkat çekerek dünya ile ahiret arasında bir dengenin kurulmasını ve bu dengenin her ikisinin de lehine ya da aleyhine değiştirilmemesi gerektiğini söylemektedir. Dilimizde “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalış” şeklinde şöhret yapan bir hadis, farklı şekillerde Resûlullah (a.s)’dan rivayet edilmiştir. Suyûtî’nin Câmiu’s-Sağîr’de kaydettiği bir veçhi şöyledir:
اِعْمَلْ عَمَلَ امْرِءٍ يَظُنُّ اَنْ لَنْ يَمُوتَ اَبَداً وَاحْذَرْ حَذَرَ امْرِءٍ يَخْشَى اَنْ يَمُوتَ غَداً
“Hiç ölmeyeceğini zanneden kişi gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğinden korkan kimse gibi de (dünyaya bağlanmaktan) kaçın.” (Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 14, 481.)
İbnu Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (a.s)’ın yanına girmiştim. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı. “Ey Allah’ın Resûlü, sana bir yaygı temin etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!” dedim. Efendimiz (a.s) şöyle buyurdu: “Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.” (Tirmizî, Zühd 44, (2378).)
Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Rasulullah (as) buyurdular ki: “Yanımda Uhud dağı kadar altınım olup da ondan bir miktar yanımda kaldığı halde (iki gün geçip) üçüncü bir gecenin gelmesini sevmem.” (Mecmau’z-Zevaid)
Dünya hayatı, elbette önemsizdir, fakat ahiretin kazanıldığı yer olması bakımından önemlidir. Dünyayı sevmek ayrı şey, dünyadan Kur’an ve Sünnetin çizdiği sınırlar çerçevesinde istifade etmek ayrı şeydir. İslam’ın hoş görmediği dünya hayatı insanı Allah’tan uzaklaştıran yaşama anlayışıdır. Mal, servet, makam ve mevki tutkusu, şöhret hastalığı, şehvetlere esir olma, lüks ve israf anlayışı, malla şımarma ve dünyalıklara köle olma akılsızlığıdır.
Dünya ve ahiret hususunda dengeli olmak, ölçülü olmak; hem dünyamızı hem de ahiretimizi mamur edebilmemiz açışından çok önemlidir. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi bu dünyayı, ahirete hazırlık için tohum ektiğimiz bir tarla, ahireti de bu ektiğimiz tohumların semeresini, meyvesini alacağımız mükâfat yeri olarak görmek her Müslüman için elzem bir durumdur. Bu anlayışın dışında kalacak olursak hem bu dünyada hem de ahirette işimizin zor olacağını unutmayalım.
Yüce Rabbim bizlere bu dünyada Kur’an ve Sünnetin meşru gördüğü sınırlar çerçevesinde hayat sürebilmeyi, ebedi âlemde ise kurtuluşa erenlerden olmayı nasip eylesin…
04.10.2019
Yozgat
YORUMLAR
Yüce Rabbim bizlere bu dünyada Kur’an ve Sünnetin meşru gördüğü sınırlar çerçevesinde hayat sürebilmeyi, ebedi âlemde ise kurtuluşa erenlerden olmayı nasip eylesin İnşa'Allah..."
Efendimiz (s.a.v) sahih hadis şerifte, Dikkat edin dünya tatlıdır ve yeşildir diye uyarmış.
Dünyayı sevmeliyiz ama ona tapmamalıyız.
Malımızı, paramızı cebimize koymalıyız, kalbimize değil.
Selam ve saygılarımla
İDRİS ÇETİN
güzel yorumunuz için teşekkürler